İlgili makalenin yazılma gereksinimini iki konu tetiıkledi. Geçnişi anlatan bazı “siyasetçilerin” çoğu durumu yok saymaları. Öyle ki “Angolemli gibi” tüm yaşanan içsel gelişmeleri ve Türkiye gerçeklerini sıfırlatıp, adeta karşıt Rum ve dünya tutumuyla anlatma olması. İkincisi de son açılan Kınrısla alakalı denilen ve birkısmı ibaresi konulan belgelerdeki bazı eksiklikler sonucu yanlış algıların oluşması tehlikesindedir. Nedense, unutma ve yeniden tarih oluşturma tutumu, bizde aygındır. Öteki gerçek de yakın tarih adeta dış dünyanın direk katgılarını sıfırlatıp hep kendi dar eksenine oturtulmaktadır. Tıpkı gerek yetmişdört darbesi gerek se Onbeş Kasım KKTC ilaı gibi.
Özetlemeğe çalıştığım bu gerekçeler sonucu, şu anda yaşamaya başladığımız Onbeş Kasım durumuyla da çakışmasımı gözeterek, kendimce ufak bir toparlama yapacam.
****
Yıl: 1978.. Sonbahar ayındaydık. Hem Yurtların kapatılma tehlikesiyle uğraşırken, öte yandan ogünlerdeki adıyla AET temsilcileri de Ankarada Türkiye üyeliği için görüşme yapıyordu. Arkadaşlarım, Kıbrısta Yurtlrın kapatılmaması için mücadele adına adadaydı. Ben Ankarada konuyla alakalı TC basınıyla ilişkiden öteki bazı temasları yapıyordum. Tabiki belirli arkadaşlarla birlikte.
Tam da K. Kıbrısta dolaşmalarla etkinlik yükselirken, ben de bazı bilgiler için gazetecilerle konuşurken, Cumhurieyt gazetesinden biri benimle ayrı görüşme istedi. Sonra tarihi gerçeği söyledi. AET ile Ecevit hükümeti arasında apılan görüşmeler tıkandı. Ecevit AET üyelik talebini elinin tersiyle iter. Yapılan görüşmelerde AET yanında Kıbrıs sorunu da sunuldu. Tam da Makariyosun da ölmesi nedeniyle AET ekseninde bazı çözümler söylendi. Ecevit, bunların zamanının olmadığı, erken olduğu gerekçesiyle de ret etmekten çekinmedi… aradan aylar geçti. Yetmişdokuz ilk baharındaydık. Denktaş Kipriyano görüşmeleri yapıldı. Ortak ilkeli bir anlaşma yapıldı. Yeni yeni siyasal çıkışlar yapıorduk. Üstelik yurtlar da kapatıldığı için, evlere ordan oraya dağılma da oldu. Hem siyasal çıkış hem de eylemle toparlanma ortaklığı için bu görüşme sorası fırsat oldu. Bizim dışımızdaki CTP eksenli fedrasyonu, toplumlar arası görüşmelrin çözüm getireceğini açıklıyordu. Biz de önceki gelişmeleri de gözeterek “toplumlar arası görüşmeler çözüm değildir, bu görüşmeler emperyalist çıkarlı bir plandır” eksenli bakışla probaganda yaptık. Devrimci Gurup ilk defa Kınrısla alakalı önemli probaganda yapıyordu. Doğrusu bazı şehierlerde de karşılığı da oldu… haklı olduğumuz kısa zamanda anlaşılıyordu. Biz başlatılan probaganda sürecinde Türkiyeden Kıbrısa konuyu duyurturken, giderek başka doğrulayan tavırlar da yayılıyordu. Denktaş Kipriyano anlaşmasına karşın hat da Maraş konusunun da net şekilde olmasına karşın, başka eylim yükseliyordu. Seksen başında açıkça Kuzey Kıbrısta bağımsızlık ilanını bizat yönetim seslendirmeğe çalıştı. Halkder bu konuda birkaç bildiri yayınladı. Devrimci Gurupun da 12 Eylül öncesi son kısa bildirisinde de ayni konu işlendi. Amacın Bağımsızlık değil Türkiyeye daha da bağımlı olmak olacağı anlatılmaya çalışındı.
****
Sorun artık gündemdeydi. İlginç bloklaşmalar oldu. Hat da K. Kıbrısta kendine sol diyen ve başına ulusalcılar kesimi dahi gerçekten ilanın bağımsızlık olduğunu açıklıyordu. Derken benim ve nazı arkadaşların eleştirip altından birşeyler aranan durum da gelişti. TKP başkanı Durduran hem de ilanın olacağı beklentili sürecinde başkanlıktan istifa eder. Yerini de daha sağdaki İsmail Boskurta verir. Bu durum pek konuşulmaz. Fakat geçenlerde son olaylar karşısında İsmail Boskurtun bazı deyerlendirmelerini görünce, aklıma bu hamle geldi. Sorulan sorulara ise pek yanıt verilmedi. Hat da bizim dediğimiz arkadaşlar dahi yanıtsız brakıyordu.
Sonuçta, ilanın olacağı artık kesinleşiyordu. Tartışmalar olsa da kesin gibiydi. Merak edilen, karşı çıkıyorken, CTP ve TKP evet diyecek mi soruları vardı. Ancak, TKP oluşum koşullarının da adeta psikolojik darbelerini yiyordu. Öyle ki bazı vekiler istifa edip Denktaş cepesine katıldı. Öğretmen sendikası gibi destekçileri ise sırf bağımsızlığı savundukları için, TKP deteğini kestiler. Tabi birde solun üstünde 12 Eylül cuntasının da kılıcı dolaşıyordu.
Sonuçta artık kaçınılmaz ilanın sadece günü kalıyordu. Öyle ki Denktaşın vekileri yemeğe çağırınca, işin biteceği de anlaşıldı. Yemek öncesi günde muhalif vekiler Sarayönünden Kuğulu Parka yürüdüler. Bağımsızlık ilanına karşı olduğunu açıklıyorlardı. Arastada bildiri dağıtılırken, Yaşar Ersoyla karşılaştım. Yaşara birazda acı gülüşle “gerçekten direnecekler mi” diye sordum. Yaşar kuşkulu ama belki umuduyla yanıtı verdi.
Nitekim yemek geesi beklenen ve şüpeler artık sonlandı. Uyandığımız zaman KKTC ilanının olacağımı sokaktaki öğrencilere “dağbaşımı duman almdı” marşının söylenmesiyle anladık. Kimse direnmedi. CTP en azından parti meclisine onaylatı. TKP ise meclisin ret etme korkusuyla, meclise sormadı. O gün Girne örgüt başkanı Rasıh Keskinere haberi olup ollmadığını, onayının alınıp alınmadığını sordum. Direk “hayırdı”…
***
Bu arada yuturma lafta bazılarınca söylendi. Teslimieytin örtüsüydü: bağımsızlık ilan edil di de yine federasyon için uğraşılacağı yazıldı kelimeleriyle moral ve nahane bulundu.
İkinci yalan ise adeta tutuyordu: daha doğrusu inanılmak isteniyordu. Türkiyenin bundan haberi yoktu. Türkiyedeki şanlı bazı kesimler ise Denktaş ile Evrenin anlaşarak Özalın kucağına topu atıklarını belirtiyorlardı. Hep her konuda olduğu gibi, Türkiyeden bağımsız davranma arandı. Türkiyenin suçlanmasının da korunması istendi.
****
Aradan seneler geçti. Ne dendiyse oldu. Hat da daha da fazlası. Nitekim bazı kesimler doğan KKTC savunarak çocğun büyütülmesini savunurken, benim gibi bazıları yine “sıra artık federasyondan iki devlete geçecek” denildi. Çok geçmedi, Doksan başında Denktaş artık iki devlet veya konfederal savunusuna geçti. Bunlar hep planın devamıydı. KIbrısa biçilen gömlekti.
Kıbrıs daha klasik sömürgecilikten yeni sömürgeiliğe geçerken dahi bağımsız devlet değil, taksim enosis ikilemine sokuldu. Sonuçta mı: ingilterenin önemli tezi olan Taksim adım adım gelişti. Şimdi de fırsata göre ilhaklaşma sıçramasına fırsat kolanmaktadır.
Peki gelinen durum mu: sanırım meclisin konumu ve kayim Ünalın atanması herşeyi anlatır. Olmayacak denilen en basit kural dahi yetkinin kurbanı oluyor. Çifte mühür ve benzerleri. Ama evimin dibinde de Erdoğanın da deyimi bakımından “küliye de” geniş alanda yükseliyor. Kıbrıs sorununda mı: hikaye çok. Ama gidişat olmaz denilen ne varsa hepsi oluyor.