Kıbrıs iktibasUlaş BarışYaklaşan siyasi fırtına… - Ulaş Barış
diğer yazılar:

Yaklaşan siyasi fırtına… – Ulaş Barış

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıkibrispostasi.com

Ben bu satırları yazarken dışarıda son yılların en büyük fırtınası yaşanıyordu. Gerçekten de Kıbrıs adası ve Doğu Akdeniz’in tüm dünyada yaşanan iklim krizini en sert şekilde hissetmeye başladığının bir başka belirtisi olan bu son fırtına ve aşırı sıcaklık düşüşlerini umarım kazasız belasız atlatırız diye diliyorum ama konumuz bu değil.

Konu yaklaşmakta olan bir başka fırtınayla ilgili, bir siyasal fırtına.

Efendim, güneyde haftalık olarak yayın yapan Yunan Kathemerini gazetesi dün son derece çarpıcı bir habere imza atarak, benim de son dönemlerde sık sık gündeme getirdiğim bir konuyu gündeme taşımış: Kıbrıs’ın NATO’ya üyeliği konusunu!

Gazetenin Washington muhabiri Lena Argyris’in haberine göre, geçtiğimiz 30 Ekim’de Wahington’da yapılan tarihi Joe Biden-Nikos Hristodulidis görüşmesinde, Rum lider meğer Biden’a ülkesinin NATO’ya katılımını öngören bir plan sunmuş.

Habere göre, Washington tarafından “hevesle kabul edilen” plan, “ayrıntılı, iyi düşünülmüş, uzun vadeli planlamaya sahip ve birbirine bağlı birçok aşamadan oluşuyor” şeklinde değerlendirilmiş. Hatta Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, planı “kazan-kazan” ve “devasa faydaları olan” bir vizyon olarak değerlendirmiş.

Yine habere göre Hristodulidis aynı planı Bükreş’teki Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi sırasında –hani şu Hristodulidis’in Başkan Erdoğan ile ilk kez kahve için sohbet ettiği zirvede- NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’ye de sunmuş.

Tabii haberdeki ilginç başka detaylar da var.

Mesela bu plan Hristodulidis’in kafasında uzun süreden beri varmış ve bilin bakalım bunu ilk kez geçen yaz kiminle paylaşmış? Tabii ki Eski ABD Dışişleri Bakan Müsteşarı Victoria Nuland! Sonra bununla da yetinmeyip üst düzey bir Pentagon yetkilisiyle de paylaşmış.

Haberin en can alıcı kısımlarında ise Biden-Hristodulidis görüşmesinden detaylar ve 3 stratejik hedefli bir yol haritası öngörülmüş.

Buna göre Hristodulidis’in planın esas hedefi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin NATO ile ilişkisinin kurumsallaşması olarak aktarılmış. Ancak bu sürecin başlayabilmesi için, Kıbrıs sorununda olumlu gelişmelerin ve AB-Türkiye ilişkilerinde ilerlemenin temel başlangıç noktası olduğu bir dizi zincirleme olayın gerçekleşmesine atıfta bulunuluyor. Haberde “Örneğin bu sayede Ankara’nın Avrupa kurum ve kuruluşlarıyla işbirliğinin önü açılabilir, bu da kendisi ve sanayisi için çok faydalı olur ki bu şimdiye kadar Lefkoşa tarafından reddedilen ve veto edilen bir şeydi. Bahsi geçen gelişmeleri başlatmak için uluslararası aktörlerle çok düzeyli bir işbirliğinin gerekli olduğu ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de bunu desteklemeye hazır olduğu açıktır” ifadeleri de dikkat çekiyor.

Haberde Hristodulidis’in bunlara paralel ve -uygun siyasi koşulların oluşmasıyla birlikte- eş zamanlı olarak, ABD’den üç ana stratejik hedefin yerine getirilmesini istediği yazılıyor.

Bunlardan birincisi 2019’da kaldırılan ve her yıl yenilenen hafif savunma silahı ambargosunun artık 3 veya 5 yıllık sürelerle kaldırılması isteği.

Gazetenin güvenilir kaynaklara dayandırdığı haberine göre Oval Ofis’teki görüşme sırasında Başkan Biden’ın Rum lidere bu ‘makul’ olarak nitelendirilen talebin karşılanması için kongre ile gerekli istişareleri yapacağına söz verdiğini iddia ediliyor. Bunun gerçekleşmesi için mevcut mevzuatta bir değişiklik yapılması gerektiği, öte yandan New Jersey Senatörü Cory Booker’ın ilgili değişiklik teklifinin halihazırda beklemede olduğu ve yıl sonuna kadar ABD savunma bütçesine dahil edilmesinin göz ardı edilemeyeceği de yine haberde vurgulanmış durumda.

Habere göre ikinci istek, Rum Milli Muhafız Ordusu mensuplarının ABD askeri akademilerinde ortak eğitim almaları konusunda atılan adımların daha da geliştirilmesi şeklinde ifade ediliyor. Ambargonun kaldırılması kararına zaten eklenen ve hâlihazırda sürdürülen eğitim programlarına kapsamında şu an iki olan ABD Askeri Akademisi kabul programlarının beşe çıkarılması isteniyor.

Yine habere göre üçüncü istek ABD’nin Kıbrıs’ın savunma kabiliyeti, askeri gücü, tesisleri ve araçlarının NATO standartlarına göre kademeli olarak modernize edilmesine kararlı bir şekilde katkıda bulunmasını öngörüyor. Haberde bu kısım “Kıbrıs, sahip olduğu genel altyapı, limanlar, havaalanları ve -halihazırda Amerikan kuvvetlerine hizmet veren askeri tesislerle- uzun vadede kesinlikle faydalı bir ortak olması açısından ABD’yi ikna etmiş durumdadır ve bağlamda, yıl sonuna kadar Kıbrıs’a ücretsiz savunma teçhizatı verilmesi ve uluslararası satış programları yoluyla malzeme sağlanmasıyla ilgili gelişmeler olması ihtimal dışı değildir” şeklinde ifadelerle anlatılıyor.

Haberde, “ABD için özellikle Baf’taki Andreas Papandreu Üssü, kuvvetlerine kalıcı bir üs sağlama açısından uygundur ancak diğer ülkelerin kuvvetleri de orada konuşlandığından, tamamen pratik (mekansal planlama) nedenleriyle bugüne kadar bu mümkün olmamıştır. Lefkoşa’nın böyle bir olasılığa yanıt verebilmek amacıyla, Amerikan standartlarına göre tasarlanabilecek ve ABD silahlı kuvvetleri personelini kalıcı olarak barındırabilecek bu üssün genişletilmesi için ABD’den mali yardım istediği görülmektedir” ifadeleri de dikkat çekici bir biçimde yer alıyor.

Sondan başlayacak olursam, üçüncü istekte yazılan şey, ABD’nin Kıbrıs adasında kalıcı bir askeri üs kurmak ve adada sürekli asker bulundurmak istediği durumu ortaya çıkar. Bunu yaparken Rum ordusunu kendi teçhizatına, ayarına, gücüne ve teknolojisine göre modernizasyonunu da sağlayacak.

Bu aslında ne demek biliyor musunuz? ABD, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir çeşit garantörlüğüne soyunuyor demek!

Bu noktada yeniden ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın bir dönem siyasi danışman kadrosunda da bulunan Michael Rubin’in geçtiğimiz aylarda yazdığı bir makalesinde “işimizi gücümüzü bırakıp, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne sahip çıkmamız gerekir” seklindeki ifadelerinin boşu boşuna sarf edilmiş olabileceği bir an olsun aklıma bile gelmiyor. Yani bu iş planlı, programlı bir iş!

Yalnız bu iş bizi kritik bir soruya da götürüyor: Eğer ABD, bu yukarıda yazdığım şeyler ışığında, Rubin’in dediği gibi “Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü korumaya” geldiyse, bu Kıbrıs, hangi Kıbrıs’tır?

Yeşil hattın güneyinde kalan Kıbrıs mı, yoksa yeşil hattın üstü de dahil tüm Kıbrıs mı?

Geldiğimiz noktada Kıbrıs sorununun nasıl ve ne şekilde çözüleceği bu sorunun cevabına bağlıdır demek yanlış bir değerlendirme olmaz.

En azından Güvenlik ve Garantiler başlığı bu gelişmelerin sonucunda şekillenecektir diye anlıyorum. Zaten Hristodulidis de bu anlattığım gelişmeleri ‘Kıbrıs sorunundaki gelişmelere’ bağlıyor.

Patron uzun makalelerime kızıyor ama makalemin sonunda bir başka detaya daha değinmeden geçemeyeceğim.

Çünkü öyle görülüyor ki tank-tüfek adaya girmeye hazırlanan ABD,  ada üzerinde aktif olan diğer ülkelerin “el-ayak” içinde dolaşmasını da istemiyor. En azından güneydekilerin!

Bu noktada ABD’nin sadece yeni üsler değil, halihazırda adada bulunan İngiliz üsleri için de bir takım atılımlar içinde olduğunu iddia edenler var.

Yine aynı Rubin, kaleme aldığı bir makalesinde, adada bulunan İngiliz üslerinin miadını doldurduğunu ve bunların yerini ABD’nin alması gerektiğini yazmış.

Dikkat çeken makalede, bir başka gelişme de vurgulanmış. O da Uluslararası Adalet Divanı’nın geçtiğimiz aylarda İngiltere aleyhine aldığı Chagos adaları hakkındaki karardır. Kararda, Chagos adalarının esas sahibinin Mauritus olduğu ve İngiltere’nin de-kolonizasyon sürecinde haksızlık ederek bu adaların statüsünü Mauritus’a devretmediği kabul edilmiş. Orada ABD ile İngiltere’nin ortaklaşa kullandığı Diego Garcia üssü bulunuyor. Haliyle bu karar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin aynı süreci izleyerek İngiliz üslerinin kapatılmasını isteyebilmesinin yolunu açmış durumda.

Dün güneyde yapılan iki toplumlu eyleme bakılırsa, adadaki çözüm güçlerinin önemli bir kısmının ortaklaştığı şeylerden birisi de adadaki İngiliz üslerinin kapatılması isteğidir. Ancak başka askeri üs istenmediği de bu gösteride dile getirilmiştir. Çözüm olsun da nasıl olursa olsun dememiz elbette mümkün değildir, olamaz.

Sonuç olarak, içinden geçtiğimiz doğal fırtına elbette bitecek.

Fakat yakında gireceğimiz siyasal fırtına öyle kısa sürecek gibi bir görüntü çizmiyor.

Ve tabii bu fırtınanın bizi savuracağı olası limanlar…

Aralarında elbette iyileri de olabilir ama bazı olasılıkları aklıma bile getirmek istemiyorum…

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin