Evet, maalesef Trump geri dönüyor. Aslında zaten hiç gitmemişti. O hep orada bir tehdit olarak duruyordu. Sadece başkan değildi. Her konuşması, her yaptığı bir skandal niteliğinde olduğu üzere sürekli gündemde, sürekli hayatımızdaydı.
Dolayısıyla son dört seneyi Trumpsız geçirdik diyemeyiz. Trump’ın başkan olmadığı bu son dört sene –ne Amerika içinde ne Amerika dışında—güzel geçti de diyemeyiz. Dolayısıyla Trump’ın tekrar kazandığına da şaşırmamak gerek.
Trump’ın seçimi kazanacağı tahminimde yanılmadım. Lakin bu kadar büyük farkla kazanacağını ben de düşünmemiştim. Demek ki Biden’in adaylıktan çekilip Kamala Harris’in aday gösterilmesi bize dayanaksız bir ümit vermiş. Yani, geçen sene sorulsaydı seçim sonuçlarını aynı bu şekilde tahmin ederdim. Hatta 2020’de de Covid krizi olmasaydı zaten Trump’ın ikinci kez seçileceği de kesindi.
Son dört senede Amerika’da Trump’a oy verenler nezdinde Covid hariç Amerika’da hiçbir şey değişmediğine göre Trump’ın tekrar seçilmesi de kaçınılmazdı. Hatta araya bir Biden döneminin girmesi Trump’ın oylarını daha da yükseltip Trump’ın daha güçlü bir şekilde seçilmesine neden oldu. Trump üç kez girdiği başkanlık seçimlerinde ilk defa ülke çapında oyların çoğunluğunu almakla kalmadı, Cumhuriyetçiler hem Kongre’de hem de Senato’da çoğunluğu da sağladı. Kıssadan hisse, Trump’ın hemen hemen her istediği kararı rahatlıkla alabileceği dört senelik bir siyasi dönem bizi bekliyor.
Kimin suçu?
Bu kadar büyük hezimete uğradıktan sonra hemen Demokratlar arasında hararetli tartışmalar başladı. Nerede hata yapıldı? Ne yapılsa sonuç farklı olabilirdi? Niçin ekonomi gayet iyi gidiyor olmasına rağmen Demokratlar bu kadar oy kaybetti? Neden özellikle genç erkeklerin bir kısmı Trump’a yöneldi? Bu kadar göç karşıtı söylemlerine rağmen neden Latin göçmen erkeklerin ciddi bir kısmının oyları Trump’a kaydı? Neden kadınların Demokratlara verdiği oy oranı beklenilenin altında kaldı? Neden bazı siyah erkekler dahi Trump’a oy verdi? Amerikan halkı bir kadın başkan görmeye hala hazır değil miydi? Filistin konusunda daha hassas davranılsaydı bu seçim kazanılır mıydı? Ve daha birçok benzer soru…
Harris’in mutlaka bazı eksiklikleri vardı, özellikle de Filistin konusunda ve Biden’dan kendisini ayıramaması sebebiyle. Yine de çok geç aday gösterilmesine rağmen iyi bir performans sergiledi. Bence çok iyi bir başkan yardımcısı adayı seçti. Trump’ın tüm çirkefliklerine rağmen popülizme kaymadan pozitif bir kampanya yürüttü. Çok daha fazla şey yapılabilirdi ya da söylenebilirdi belki, ama bence yine de seçimi kazanmaya yetmezdi. Demokratlar gerçekten bu seçimden bir çıkarım yapacaklarsa umarım bunu sadece seçim kampanyasını eleştirmek yerine daha derin konulara inerek yaparlar.
Şimdiye dek duyduğum en iyi eleştiri Bernie Sanders’tan geldi: “İşçi sınıfını terk eden bir Demokrat Parti’nin, işçi sınıfının da onları terk ettiğini görmesi çok da sürpriz olmamalı.” Seçim kampanyasında şunu söyledik, bunu söylemedik, buna ulaştık, şuna ulaşamadık gibi sığ tartışmalar yerine dört senelik iktidarları boyunca Demokratların çalışan sınıflar lehine neler yaptıklarını artık oturup iyice düşünmeleri lazım. Tabi daha öncesini de. Nitekim parti artık toplumun daha elit kesimlerini temsil eder bir hale geldi. Trump’ın çalışan sınıflar için daha iyi bir şeyler yapacağını kesinlikle düşünmüyorum, ama ben de seçim sonuçlarını kendini ekonomik ve sosyal olarak gittikçe daha güvencesiz hisseden ve geleceğini göremeyen çalışan sınıfların bir ters tepkisi olarak görüyorum. Gerek sağlık hizmetleri gerek sosyal yardımlar konusunda tabi ki Demokratlar çalışanlar için daha fazla bir şeyler yapmaya uğraşıyor, fakat temel neoliberal politikalarda ısrar ettikleri sürece bu ufak tefek düzeltmelere rağmen çalışanların ekonomik durumu bozulmaya devam ediyor. Bu yeni bir durum değil tabi ki, ama gittikçe dayanılmaz halde gelen bir durum. Evet, COVİD sonrası enflasyon her yerde olduğu gibi çok yükselmişti. Fakat şu anda enflasyonun düşmüş olması çalışan kesimlerin daha az geçim derdi çektiği anlamına gelmiyor. Burada hayat pahalılığı endeksi de yok ki maaşlar enflasyon oranında artsın! Aksine on yıllardır çalışanların ücretleri reel olarak azalıyor. Daha da önemlisi, sendikalı, iyi sosyal koşullar sağlayan imalat sektörü istihdamı düşmeye devam ediyor. Trump’ın kazandığı çekişmeli eyaletlerin en önemlileri bu tip mavi yakalı iş kollarının yoğun olduğu “sanayi kuşağı” (rust belt) diye de bilinen Pennsylvania, Michigan ve Wisconsin gibi eyaletlerdi. Artık bu noktada ne kadar fazla çalışırlarsa çalışsalar ekonomik durumlarını bir türlü düzeltemeyen çalışan sınıflar kendilerini Demokrat parti tarafından terk edilmiş hissediyor. Trump ise onlara daha çok ilgi gösteriyor ve “değişim” sözü veriyor. Bu değişimin ne olacağı oldukça muğlak olsa da değişimin lafı bile ümit veriyor. Aşırı sağ-muhafazakâr seçmenleri saymazsak, muhtemelen seçmenlerin gerçekten istediği sadece bir “değişim ümidi” idi.
Kanımca Demokratların bu seçimden çıkarması gereken en büyük ders, artık “her zamanki gibi siyaset” (politics as usual) döneminin kapandığı ve gerçekten çalışan kesimlerin dertlerine yönelik bambaşka bir politika geliştirmeleri gerektiği gerçeğidir. Bu sadece Amerika’ya değil, sağ popülizmin şahlandığı tüm dünyaya önerebileceğim en önemli strateji olurdu. Nitekim popülizmin neoliberal küreselleşme ile ilişkisini anlayıp çözmeden ve buna göre stratejiler geliştirmeden bu sorunun çözülmesi mümkün değil. Velhasıl başlıca sorun popülizm değil, neoliberalizm. Popülizmi daha çok bir semptom, siyasetin şu anki işleyişi ile ilgili bir yakınma, kaderi gittikçe daha çok piyasalara ve çok uluslu şirketlerin çıkarlarına terk edilmiş ve sesini duyuramayan çalışan kesimlerin bir çığlığı olarak görmeliyiz.
Yeni Kabine
Sanırım beni Trump’ın tekrar seçimi kazanmasından çok daha fazla kabinesine atadığı isimler sarstı. Zaten Trump’ın kendisi de hakkında pek çok dava açılmış biri. Şimdi bir de atadıklarına bakalım:
Aşı karşıtı ve pastörize edilmemiş süt tüketimini savunan bir Sağlık Bakanı; ultra muhafazakar, LGBTQ hakları karşıtı ve İsrail destekçisi bir Dış İşleri Bakanı; FoxTV’de spiker olan Hristiyan Siyonist olarak bilinen ve hakkında tecavüz suçlaması bulunan bir Savunma Bakanı; zaten Musk’ın kendisinin kurdurduğu ve başına atandığı Devlet Verimliliği Bakanlığı; seks ticareti kanunlarını çiğnemekten hakkında soruşturma açılmış bir başsavcı; ultra İsrail yanlısı olup geçen sene Harvard, MIT ve Pennsylvania Üniversitesi rektörlerini sorguya çekerek ikisinin istifasına yol açan bir Birlemiş Milletler elçisi; Hristiyan Siyonist olan ve Batı Şeria’daki İsrail yerleşimleri savunan bir İsrail elçisi; yasadışı göçmenlerin vatandaş olan aileleriyle birlikte sınır dışı edebileceklerini söyleyen bir Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza müdürü; kendi köpeğini ve keçisini silahıyla vurduğunu itiraf etmiş bir İç Güvenlik Bakanı… Bu arada Eğitim Bakanlığını da kapatmayı düşünüyorlarmış.
Peki bu atanan/atanacak abes kişilerin en büyük ortak özelliği nedir? Tabi ki sıkı Trump destekçisi olmaları. Liyakat yerine sadakate göre yapılan bu atamalar gerçekten ürkütücü. Peki meritokrasiye ve Protestan ahlakına dayanan Amerikan sistemine ne oldu? Adeta buhar oldu uçtu! Bizim zaten çok aşina olduğumuz bu durumun artık Amerika’da da normalleşiyor olması gerçekten akıllara durgunluk veriyor. Welcome to our world, America!
Nereye doğru?
İyi bir yere doğru değil tabi ki.
Endişeliyim… Öncelikle Filistinliler ve göçmenler için, sonra da kadınlar, LGBTQ+ gruplar, beyaz olmayan, bilime ve akla inanan, evrensel değerleri önemseyen, eleştirel düşünebilen vicdanlı herkes için…
Trump’ın atadığı pek çok ismin “Hristiyan Siyonist” olması ilginç bir ayrıntı. Nedir bu Hristiyan Siyonizm peki? Benim de daha yeni tanıştığım bu terim belli ki sağcı, muhafazakar, islamofobik Hristiyanların ve Yahudilerin kurduğu bir koalisyon. Ancak bu konuda henüz çok fazla bir bilgim yok. Zamanla daha iyi öğreneceğiz sanırım, ama bu süreçte de Filistinleri çok çok zor günlerin beklediğini kesin olarak söylemek mümkün.
Diğer zor günler yaşayacak olanlar da Amerika’daki göçmenler, özellikle de yasadışı göçmenler. Trump ilk etapta en az bir milyon göçmeni askeri kamplarda toplayıp sonra da sınır dışı etmeyi planlıyor. Bence bu ilk büyük icraatı olacak ve devamı da gelecek. İlk başkanlığında da bu konuda çok trajedilere yol açmış Trump’ın ikinci döneminin bu konuda daha da çok trajedilere gebe olduğunu söyleyebiliriz.
Sonra cinsiyet eşitliği konusunda Amerika’yı çok zor günler bekliyor. Bu önümüzdeki dört senenin en önemli kaybeden gruplarından ikisi şüphesiz LGBTQlar ve kadınlar olacak. Bu gruplar önceki yıllarda elde ettiği kazanımların en azından bir kısmını kaybedecekler. Hem Cumhuriyetçi partiye artık iyice hâkim olan sağ, dindar ve muhafazakâr ideolojiden dolayı hem de yeni kabinedeki bariz cinsiyetçi isimlerden dolayı bu kanıya varmak zor değil.
Amerika’nın en önemli demokratik avantajı olan bağımsız yargı sistemi de belli ki Trump’ın en önemli hedeflerinden biri. Aynı zamanda Trump’tan nasibini alacak olanların da yargı sisteminden başka tutunacakları bir dal olmayacak. Bakalım yargı sistemi bağımsız kalmaya devam edebilecek mi? Bu cephede ne zaiyatlar olacak? Yüksek mahkemede dengeler zaten önceki başkanlık döneminde atadığı yargıçlar sebebiyle Trump’tan yana.
Peki, diğer bir demokrasi garantisi olan medya bağımsızlığını koruyabilecek mi? Yoksa sosyal medya ve FoxTV zaten Trump’a yetiyor mu? Trump’ın kampanyası, Twitch ve Kick gibi canlı yayın platformlarının yanı sıra YouTube, TikTok ve Instagram’da genç erkeklerden oluşan bir alt grup arasında popüler olan kabadayılıkla dolu, maço ve muhafazakâr çevrimiçi alanları tamamen kucakladı. Genç beyaz erkekler arasında oy oranının artmış olmasının sebebi bu. Trumpçı muhafazakârlar podcastler aracılığıyla alternatif bir medya ekosistemi kurmayı başardı. Zaten, Elon Musk sağ olsun, Twitter da artık Trump propaganda makinası oldu.
Ekonomi politikalarının detaylarına girmek istemiyorum, fakat Trump politikalarından çalışan kesimlerin yarar göreceğini beklemek de müthiş naiflik olur. Zaten asgari ücret ve zenginlerin daha çok vergilendirilmesi gibi politikalara sürekli karşı çıkan Cumhuriyetçilerdir. Dünyanın en zengin insanı olan Musk’ın yönetiminde devlet kurumlarının küçültüleceği ve büyük şirketlerin karlarına kar katmaları önündeki pek çok engelin de “verimlilik” adı altında kaldırılacağı bir dönem bekliyor Amerika’yı. Aşırı artırılması beklenen gümrük vergileri de çok negatif etkiler yaratabilir.
Bakalım Amerikan toplumu ve demokratik kurumları karşılaşacakları bu tehditleri nasıl bertaraf edecekler ya da edebilecekler mi? İzleyip göreceğiz.
Ben de bu arada “biz bu senaryoyu daha önce görmüştük” hissiyatı içinde, “yağmurdan kaçarken doluya mı yakalandım?” diye düşünmeden edemiyorum.