yazılariktibasIşık Güney’den yükselir – Maya Ayoub
diğer yazılar:

Işık Güney’den yükselir – Maya Ayoub

279 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıe-komite.com
Çeviri: Emel Karadeniz

Güney Lübnan’ı Filistin’den ayıran, eskiden basit bir toprak yol olan yerde bir eşik, bir kapı var; bir zamanlar açıktı, artık mühürlü. Dedelerimiz ve büyük dedelerimiz Kafr Kila’dan Salha’ya, Salha’dan Safad’a ve daha da öteye, Hayfa’ya, Yafa’ya bu yoldan yürürlerdi. Buraya “Bawabet Fatmeh”, yani “Fatma Kapısı” diyorlar ama kimse nedenini bilmiyor. Bazı söylentiler var: Bir siyonist pusuda kaybolan genç bir kızın adı verilmiş diyen de var, doğum yapmak için işgal altındaki topraklara giden bir kadının adı verilmiş diyen de. Önemli olan, eskiden bir olan toprakları bölen yapay sınır boyunca uzanan yüksek bir metal duvara bağlı bu Filistin kapısının artık kapalı olması.

Kapı, en son milenyumun başında açılmıştı. Lübnanlı direnişçilerin siyonist güçleri ve işbirlikçilerini on sekiz yıldır işgal ettikleri topraklardan püskürttüğü bir zafer günüydü. Geride kullanılmamış mühimmat, terk edilmiş villalar ve yol kenarlarında anahtarları hâlâ üstünde olan arabalarını bırakarak aceleyle kaçtılar. O güne ait görüntüler her 25 Mayıs’ta bize geri dönüyor: zırhlı tankların üzerinde bayrak sallayan genç çocuklar, sırtları kameraya dönük bir baba ve oğul serbest bırakılan esirleri karşılamak için kötü şöhretli Khiam hapishanesinin kapısına doğru koşuyor, dikenli tel örgülerin önünde asılı duran ve üzerinde “Bugün Lübnan, Yarın Filistin” yazan elle çizilmiş bir afiş…

İşgal 2000 yılında sona ermiş olsa da savaş bitmedi. Çünkü Güney Lübnan’da savaş, hızlanıp yavaşlayan ama asla durmayan bir nabızdır. Düşmanımızı tanımak, Filistin davasını kendi davamız gibi taşımak ve siyonizm yenilmeden halklarımızın özgür olamayacağını anlamak üzere yetiştirildik.

Hamas’ın El Aksa Tufanı operasyonunu başlatmasının ardından Lübnan’daki İslami direniş kuzeyde siyonist askeri altyapıyı hedef alan bir destek cephesi açtı. Amaçları işgal ordusunun kaynaklarını kurutmak ve Gazze’ye savaş açma kapasitesini sınırlamaktı. Bu da bir caydırıcılık denklemiyle hayata geçirildi: (1) kuzeydeki yerleşimlerin boşaltılmasını ve (2) Celile’ye çok sayıda asker konuşlandırılmasını gerektirecek bir toprak kuşağı boyunca işgal güçlerinin hedeflerine sınırlı saldırılar düzenlediler. Hizbullah, İsrail Gazze’de soykırım yapmayı bırakana kadar bu cephenin açık kalacağını ifade etti.

Kuzeydeki yerleşimlerin boşaltılması siyonist varlığa varoluşsal bir tehdit oluşturuyordu. İşgalin başlangıcında siyonistler daha yoğun nüfuslu şehir merkezlerine uzaklığı nedeniyle kuzey Filistin’i Yahudileştirmek için mücadele etti. Nihayet 1948’den sonra topraklarında kalan ya da topraklarına dönen Araplara karşı onyıllar süren bir terör kampanyasının ardından Celile’de yerleşimci ileri karakolları kurmayı başardılar. Aynı şey Hamas’ın geçen yıl saldırdığı Gazze Şeridi’nin etrafındaki yedi kilometrelik tampon bölge olan “Gazze Zarfı” için de geçerliydi. Bugün Kuzey’de ve kuşatma altındaki şeridin dış mahallelerinde kalan tek yerleşimciler askerler, geri kalanlar ise Tel Aviv’deki otellerde yaşıyor.

Bir yıl boyunca Gazze’deki askeri hedeflerinden hiçbirine ulaşamayan İsrail köşeye sıkışmış, faşist kitlelerinin morali bozulmuş ve zafere aç hale gelmişti. Siyonistler gözlerini kuzeye, yerleşime inatla direnen topraklara ve bir yıllık soykırımın ardından Gazze’yle dayanışmasını kesmeyi reddeden Lübnan direniş güçlerine dikti. 18 Eylül 2024’te Mossad ajanları, Lübnan’da çoğu örgütün tıbbi ve idari birimlerinde görev yapan Hizbullah üyelerinin çağrı cihazlarını ve telsizlerini hedef alan koordineli bir terör saldırısıyla daha geniş çaplı bir bölgesel savaş başlattı. Birkaç dakika içinde binlerce kadın ve erkek sokaklarda, pazar yerlerinde, evlerinde ve arabalarında ateşe verildi. Ertesi gün meydana gelen ikinci patlamada şehitlerin cenaze törenlerine katılan Lübnanlılar da öldü ve sakat kaldı.

Saldırıdan bu yana siyonistler vahşetlerini ve psikolojik savaşlarını tırmandırarak Gazze’de uyguladıkları soykırım taktiklerini Güney halkı üzerinde de tekrarladılar: kaçış yollarını ve ambulansları bombaladılar, gazetecileri hedef aldılar, Beyrut’un güneyindeki Şii banliyösü Dahiya’nın tüm mahallelerini yoğun bir bombardımana tuttular. Tıpkı Gazze’nin meyve bahçelerini yerle bir edip toprağını tuzlu su ve mühimmatla doldurdukları gibi, zeytinliklerimizi ateşe veriyor ve tarlalarımıza uluslararası yasaklı beyaz fosfor gönderiyorlar. Sivillerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere ayrım gözetmeksizin düzenledikleri bombalı saldırılarda direniş liderlerimizi birbiri ardına katlettiler. Genişletilmiş savaşlarının ilk haftasında 600’den fazla Lübnanlıyı öldürdüler, siz bu satırları okurken bu sayı muhtemelen daha da yükselmiş olacak.

Onların sadizminde intikam duygusu, yenilmemiş bir halkı cezalandırmak için duyulan libidinal bir arzu var. Bizimki asla ölmeyecek bir direniş, bizden önce gelen kahramanların ve şehitlerin anısı tarafından yönetiliyor: On altı yaşındayken Cezzine’de bir İsrail konvoyunun yanında kendini havaya uçurarak iki siyonist askeri öldüren ve on kişiyi yaralayan Sana’a Mehaidli, Güney’deki İsrail işgalini yöneten Güney Lübnan Ordusu’nun lideri Antoine Lahad’a suikast girişiminde bulunan Souha Bechara, bir siyonist yetkiliye suikast düzenlemekle suçlanan Avrupa’nın en uzun süreli siyasi mahkumu Georges Abdullah, Şeyh Ragheb Harb, Wajdi Al Sayegh, Hasan Derviş ve işgali kovmak için mücadele eden diğer binlerce şehit…

Mehaidli, Nisan 1985’te şehit olmadan kısa bir süre önce kaydettiği bir videoda “Ben topraklarımızı ve halkımızı özgürleştirmek için ölmeye karar veren bir grubun parçasıyım” diyor. “Çünkü işgal altındaki hayatın trajedisini gördüm: çocukların, kadınların ve yaşlıların öldürülmesi, evlerin yıkılması. Bu nedenle fedai olmaya karar verdik.”

Lübnan direnişi 2006 ‘daki Temmuz Savaşı sırasında siyonistleri ikinci kez küçük düşürücü bir yenilgiye uğrattı. Bint Jbeil kasabasında kazanılacak bir zaferin “dalga etkisi” yaratarak Güney Lübnan’ın diğer bölgelerinin de ele geçirilmesine yol açacağına inanan siyonist komutanlar, İsrail Hava Kuvvetleri yukarıdan bombalarken toplam 5.000 askerden oluşan dört tugaya bölgeyi kuşatma emri verdi. Onları, büyüdükleri sokakları ve ailelerinin inşa ettiği evleri savunan genç adamlardan oluşan 150’den az direnişçi durdurdu. Yerel komutan Halid Bazzi çatışmada düzinelerce adamıyla birlikte şehit oldu ve kasabanın büyük bir bölümü dümdüz edildi ancak zaferleri belirleyiciydi. Hizbullah lideri ve şehit Hasan Nasrallah, savaşın ardından enkazın önünde durarak kutlamaya gelen binlerce kişiye şöyle seslendi: “Size söylüyorum: Nükleer silahlara ve bölgedeki en güçlü hava kuvvetlerine sahip olan İsrail, bir örümcek ağından daha zayıftır.”

Gerçekten de İsraillilerin sahip olduğu tek şey Washington’daki patronları tarafından bağışlanan binlerce kiloluk bombalar ve balistik füzeler, uzaktan yok etme kapasitesi ama Gazze’de, Cenin’de, Nabatiye’de, Khiam’da her yıl parmaklarının arasından kum gibi dökülen toprakları ellerinde tutma yetersizliği… Bint Jbeil Savaşı’ndan bu yana geçen yaklaşık yirmi yılda evlerimizi, okullarımızı ve hastanelerimizi yeniden inşa ettik, bir zamanlar başka köprülerin durduğu yerlere köprüler kurduk, tütün yapraklarımızı hasat ettik ve zeytinlerimizi yağa dönüştürdük. Güney’i savunmak, Filistin’deki halkımızı savunmak için ödememiz gereken bedel buysa, mecbur kalırsak hepsini tekrar yapacağız.

Lübnan’a yönelik siyonist saldırı, bilindik siyonist yayılmacılık olarak anlaşılmalıdır. 1919’da Basel’deki ilk siyonist konferansta Theodore Hertzl ve meslektaşları, İsrail etnik devletinin toprak kapsamını, Filistin’in bugün işgal edilen kısımlarına ek olarak, güney Lübnan, Ürdün (nehrin her iki yakasında), Gazze, güney ve güneybatı Suriye’yi içerecek şekilde tanımladılar. Suriyeli-Filistinli entelektüel Fayez Sayegh 1965’te yayımlanan “Filistin’de Siyonist Sömürgecilik” adlı ufuk açıcı metninde, “siyonist planlamanın asıl temeli olarak yalnızca “asgari siyonist Filistin” kavramı alınsa bil, bu durum gelecekte siyonist toprak genişlemesine giden yolu bütünüyle açık bırakacaktır” uyarısında bulundu.

Bu emperyalist hırsların sürekliliği bugün, 7 Ekim’den sonra işgal altındaki Filistin’in kuzeyinde kurulan ve güney Lübnan’a yerleşilmesi için baskı yapan, adını İncil’deki “Kalk Ey Kuzey” anlamına gelen bir ifadeden alan “Uri Tzafon” gibi yerleşimci grupların oluşumunda gözlemlenebilir. Knesset üyesi MK Avigdor Lieberman Ocak ayında “Litani [Nehri] ile İsrail arasındaki her şey IDF’nin kontrolü altında olmalıdır” dedi. Ne kadar boş bir hırs. Siyonistlerin topraklarımıza olan açlığı, hareketlerinin kansız bedenini ortaya çıkarıyor. Bu, soğuk gerçeği gizleyen bir sahtekarlıktır: arzuladıkları şeyi yok ederler, asla sahip olamayacakları şeyi arzularlar. Çünkü aradıkları nehirler, taşlar, ağaçlar biziz.

Siyonistler ve emperyalist destekçilerinden faşist Lübnan burjuvazisine, Suudi, Ürdün ve Mısır komplocu rejimlerinin destekçilerine kadar düşmanlarımız ve hasımlarımız tarafından öne sürülen bir argüman var: Lübnan direnişinin Filistin için savaşmadığı. Bu alaycı çerçevelemenin farklı versiyonları, Güney halkını sadece bölgenin Şiileştirilmesiyle ilgilenen beyni yıkanmış bir kitle ya da ahlaki açıdan iflas etmiş bir direniş ekseninin kendi tarafını tutan güce aç bir yapı olarak resmetmektedir. Bu polemiğin yazarlarına ve onların taklitçilerine, “Tel Aviv”e giden roketleri düşüren hain Ürdün hükümetinin ya da Refah’a insani yardım akışını engelleyen cani Mısır rejiminin savunucularına ya da Güney’i korunmayı hak etmeyen alt sınıf bir bataklık olarak gören Lübnanlı elitlere sesleniyorum: Halkımız hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Adaletin hüküm sürdüğü, siyonist ve emperyalist şiddetin dişlerinin topraklarımızdan sökülüp atıldığı farklı bir dünya için mücadele etme kararlılığımız hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz.

32 yıl önce yerleşimci kolonisindeki manşetler Lübnan’daki direnişin sona erdiğini duyuruyordu. Siyonistler, Lübnanlı Şii din adamı ve Hizbullah’ın kurucularından Abbas el-Musavi’yi öldürmüştü. Bunun Kuzey sınırının ve Celile’deki yerleşimlerin güçlendirilmesi anlamına geldiğini düşünüyorlardı. Sonraki onyıllar Hizbullah’ın ve şehit lider Hasan Nasrallah’ın yükselişine, işgalin sona ermesine ve 2006 zaferine tanıklık etti. Bu satırları daha da karanlık bir yılın karanlık bir ayında kaleme alıyoruz. İleriye giden yol kapalı ama varış noktası belli: Fatma Kapısı’na, Celile’ye, Kudüs’e doğru ilerliyoruz.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin