yazılariktibasİklim değişikliğiyle mücadeleden iklim lobiciliğine COP 29 - Mühdan Sağlam
diğer yazılar:

İklim değişikliğiyle mücadeleden iklim lobiciliğine COP 29 – Mühdan Sağlam

COP 29 beraberinde ciddi soru işaretleri, lobiciliğe mesken olan yapısı, yoksul ve kırılgan ülkelerin yine sözlerinin ağzına tıkılması ve hayal kırıklığıyla evlerine yollanmalarıyla sona erdi. Belli ki dünya bir yangın yeri ve açıklanan hedeflere karşın, toplantının değişen formatıyla beraber bazı ülkeleri bekleyen karanlık gelecek şirketlerin, lobilerin çıkarlarından daha az önemli.

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıgazeteduvar.com.tr

Her yıl düzenli olarak yapılan iklim değişikliği konferansı, resmi adıyla Taraflar Konferansı (Conferences of the Parties) 11-22 Kasım arasında Azerbaycan’ın ev sahipliğinde Bakü’de gerçekleşti. Şaşırtıcı olmayacak şekilde iklim değişimiyle mücadelenin en önemli toplantısı son yıllarda petrol/gaz zengini ülkelerde yapılıyor. Zirveye son üç yılda olduğu gibi yoksul ülkelerle zengin ülkeler arasındaki gerilim, uzun ancak sonuçtan uzak müzakereler damga vurgu. Bununla beraber bazı adımlar da atıldı. Bu hafta COP 29’da öne çıkan başlıkları ele alacağız.

FELAKET ÇAĞINA HOŞ GELDİNİZ: ZİRVENİN KAZANANI NÜKLEER ENERJİ

Dünyada devlet ve şirketlerin nükleer enerjiye ilgilerinin arttığı, bu köşede daha önce de konu olmuştu. Nitekim COP 28’de ABD öncülünde 22 ülke 2050’de nükleer enerji kapasitelerini üç katına çıkaran bir deklarasyon imzalamıştı. ABD’nin iklim elçisi John Kerry bu girişi şöyle duyurmuştu: “Kimseye bunun kesinlikle diğer tüm enerji kaynaklarına kapsamlı bir alternatif olacağı iddiasında bulunmuyoruz. Ama biliyoruz ki bilim, gerçekler ve kanıtlar bize nükleer olmadan 2050’de net sıfıra ulaşamayacağımızı söylüyor. Bunlar sadece bilimsel gerçekler. Bu işin içinde siyaset yok, bu işin içinde ideoloji yok”.

Tabii neden siyaset olsundu, zaten herkes nükleer enerjiyi kolayca üretiyor, salça yapmak kadar basit bir işten bahsediyoruz(!). Nükleer santraller, uranyum zenginleştirme kapasitesi belli ülkelerin neredeyse tekelinde değil sanki… Patlama ve sızıntı riski azaltılmış, radyoaktif atıklara çözüm bulunmuş olmalı ki Kerry böylesine iddialı. Oysa gerçeğin hiç de öyle olmadığını biliyoruz.

İşte bu deklarasyona aralarında Türkiye’nin de olduğu 6 ülke daha bu zirvede imza koydu, “biz de nükleer diyoruz” dedi. Lobilerin adeta meydan muharebesine dönen COP 29’da kazanan nükleer oldu.

NE SİHİRDİR NE KERAMET, EL ÇABUKLUĞUYLA ANLAŞMAYI İMZALATMAK MARİFET

Zirvenin kazananları varsa kaybedenleri de olmalıydı, zira içinde bulunduğumuz sıfır toplamlı oyunda herkese yetecek kadar insanlığımız, adalet duygumuz ve burası çok önemli, bütçemiz yoku. Bu noktada bir kesinti yapılacaktı ve bu, en ihtiyacı olandan en yoksuldan, en kırılgandan kesildi.

Her COP toplantısında olduğu gibi bu kez de, Paris Anlaşması’yla belirlenen kategorizasyonlar uyarınca zengin ülkelerden özellikle aşırı kırılgan durumda olan yoksul ülkelere iklim değişimiyle mücadele kapsamında aktarılacak finansal destek ve bunun miktarı gündemde en üst sıradaydı. Nitekim dünyanın pek çok farklı noktasından kıt imkanlarıyla bu toplantıya katılan delegeler de ülkelerinin pamuk ipliğine bağlı kaderlerini aktarmak için çabalamaktan öte çırpındı. Özellikle tehlike altındaki ada ülkeler, BM Yoksulluk endeksinin el alt sıralarında yer alanlar bu dünyanın dengesinde yaşanan bu bozulmanın kendilerine bıraktığı yıkımdan bahsetti.

Nihayetinde beklenen, bu krizin oluşmasına katkısı olan gelişmiş ülkelerin gerekli sorumluluğu almasıydı. Bu çerçevede talep edilen destek miktarı yıllık 1.3 milyar dolardı. “Ya para saymayı bilmiyorsunuz ya da sizi gerçekten önemsediğimizi düşünüyorsunuz” olarak özetlenebilecek bir tepkiyle zengin ülkelerde kaşlar kalktı ve talep hemen reddedildi. Buraya kadar bildiğimiz hikaye olan durum işte burada bir parodiye döndü. Katılımcı devletlerden bir kısmı COP 29 yönetiminin kendilerine sonuç metni yolladığını, ancak bu metinde verilecek miktarın yazılı olduğu kısmın boş bırakıldığını (x olarak işaretlendiğini) ifade etti. Panama delegesinin de ifade ettiği gibi “El çabukluğuyla yoksul ülkelere bir boş kağıda imza atması istendi.” Bir miktar koyup bunu tartışmak bile gereksiz görülmüş olmalıydı, çünkü yaşanan bir adalet parodisiydi. Yoksul ülkelerin direnci, onlara dönük destekle salonu terk etmeyişleri, ısrarlı talepleri neticesinde x’in 300 milyar dolar olduğu öğrenildi. Yani gelişmekte olan ülkelere gelişmişlerden yıllık 300 milyar akacak. Gönülden geçen bunun tamamının hibe olmasıysa da bazı Avrupa ülkelerinin vermeleri gereken bu parayı “cüzi faiz oranlarıyla” kredi olarak verdiği biliniyor.

TRUMP KOZU VE LOBİCİLİK

COP 29’a katılmasa da isminin yettiği bir isim müzakerelere damga vurmayı başardı: Müstakbel ABD başkanı Donald Trump. Trump’ın yeniden başkan olarak siyasete dönmesi, iklim cephesi açısından çekildiği Paris İklim Anlaşması’nı akla getiriyor. Elbette dünyadaki en büyük karbon salımını yapan, ayrıca dünyanın en büyük petrol ve gaz üreticilerinden olan ABD’nin iklim değişimi konusundaki tavrı, eylem ve pratikleri küresel olarak önemli. Ancak COP 29’a Trump gelmeden korkusunun gelmesi, zengin ve engin diplomatik akıllarca bir pazarlık unsuruna çevrildi. “Bakın bu miktara az diyorsunuz ama Trump ha geldi ha geliyor, o zaman bunu da bulamayacaksınız” denildi. Akıl mı verildi, tehdit mi savruldu belli olmayan bu tavır, aslında şunu söylüyor: Dünyada bu kadar ülkeyiz, ancak ABD’nin ne yapacağına etki edecek gücümüz yok, gücümüz size yetiyor işte… Bu yolla da yoksul ülkelerin borçlanması, korkutularak anlaşmayı imzalaması sağlandı.

Örneğin bu durum karşısında akla şöyle bir isyan önerisi geliyor: O halde gelişmekte olan ülkeler de bu kurallara uymasın. Maalesef durum bununla altından kalkılacak kadar basit değil. Örneğin bilim insanları buzul erimelerine bağlı su seviyesindeki artışın bu şekilde devam etmesi durumunda Maldivler, Panama, Mozambik, Bangladeş, Filipinler, kıta olarak Afrika’nın su altına kalmasına kesin gözüyle bakıyor. Yani şimdi bu durumda Bangladeş, Paris Anlaşması’na o zaman ben de uymuyorum dese dahi su altında kalacak. Üstelik bu ülkeler bugün dünyanın bu halde olmasından da sorumlu olanlar değil, ama mağdurları.

FOSİL YAKIT ÜRETİCİLERİNİN MUHALEFETİ VE ENERJİ ŞİRKETLERİ

Zirve’de dikkat çeken bir diğer gelişme, iklim değişimiyle mücadele mi iklim lobiciliği mi denecek makas değişimi. COP 27’den bu yana ulusal delegelerin yanı sıra pek çok ulusal, uluslararası şirket doğrudan ya da dolaylı olarak toplantıya katılıyor. Fosil yakıt üreten şirketleri BM liste dışı bıraksa da Aramco değilse de hamileri oradaydı. Ülkelerin pavyonları bu anlamda şirketlerin fuar alanına döndü, reklam yapanlar, ürünlerini satmak isteyenler, uygun kredilerle ortaklık arayanlar… Bunun yanında toplantının kendisinde de ciddi sıkıntı var. Bugüne kadar BM bu toplantıların neden enerji zengini ülkelerde yapıldığına bir açıklık getirmedi. Ancak sebep ne olursa olsun bunun nasıl kullanıldığı son iki COP’ta açıkça görülüyor.

COP 28’de BAE’nin, COP 29’daysa Azerbaycan’ın petrol zengini ülkeler olarak petrol ve gaz anlaşmaları yaptıkları, COP’u bu anlamda fırsat kapısı olarak gördükleri basına konu oldu, haber yapıldı. Ev sahibi ülkenin şirketi anlaşma kovalarken, katılımcıların şirketleri adına lobileri de kendi paylarını büyütmeye çalışıyordu. Bu zirvede kaç enerji şirketi kaç anlaşma yaptı bilmiyoruz, ancak cazip olmalı ki her yıl katılım artıyor. Bunun yanında dikkat çeken bir diğer konu lobicilik faaliyetiyle örneğin sera gazlarının emisyonu konusunda ilerleme kat edilmesinin engellenmesi, görüşmelerin çıkmaza sürüklenmesiydi. Nitekim bu konu da Suudi Arabistan’ın muhalefeti nedeniyle COP 30’a bırakıldı.

Örneğin pek çok gazeteci ve aktivist, delege burada lobicilik yapan enerji şirketlerinin kârlarını hatırlatarak 2035’e kadar yıllık olarak verilecek 300 milyar doların yetmeyeceğini göstermeye çalıştı. Peki haklılar mı? Energy Profit’e göre beş büyük enerji devinin (Exxon, Chevron, BP, Shell, Total)’in kârı 2023’te 128 milyar dolar düzeyindeydi. Buna Suudi Arabistan Aramco’nun kârı da dahil edildiğinde (121 milyar dolar) bu rakam 250 milyar dolara çıkıyor. Gaz şirketleri, irili ufaklı firmalar da resme dahil edildiğinde bu meblağın rahatlıkla 1 trilyon dolardan fazla olduğunu söylemek mümkün. Evet, bu yardımlar az diyenler çok haklı zira fosil yakıt üreticilerinin bir avuç şirketinin kârının 1/3’ü bile olmayan bir katkıdan bahsediyoruz. Dahası zengin ülkelerin Kayıp ve Zarar Fonu için toplanması gereken yıllık 100 milyar dolarda dahi sınıfta kaldığı düşünülürse 300 için de çok umutlu olmak ziyadesiyle naiflik olur.

COP 29 beraberinde ciddi soru işaretleri, lobiciliğe mesken olan yapısı, yoksul ve kırılgan ülkelerin yine sözlerinin ağzına tıkılması ve hayal kırıklığıyla evlerine yollanmalarıyla sona erdi. Belli ki dünya bir yangın yeri ve açıklanan hedeflere karşın, toplantının değişen formatıyla beraber bazı ülkeleri bekleyen karanlık gelecek şirketlerin, lobilerin çıkarlarından daha az önemli. Buna dur demek için de ses yükseltmek gerekiyor.


Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
340AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin