Devlet Bahçeli olağan bir grup toplantısının sonunda bombayı patlattığında onu izliyordum. Bahçeli’nin temsil ettiği “şey” düşünüldüğünde şöyle denebilir: “Devlet”, bildiğin “Öcalan gelsin, buyursun Meclis’te konuşsun” dedi. Ama çarşambanın gelişi perşembeden belliydi. Meclis genel kurulunda koştura koştura DEM partililerin elini sıkmayı milli bir vazife olarak gören Devlet’ten biraz olsun anlamalıydık. Anlamadık, hâlâ da anlamıyor olabiliriz. O yüzden, size haddim olmayan, aslında pek de bilmediğim konularda ahkam kesmeye geldim. Bir kere de ben yapayım. Zaten televizyonlar ve sosyal medya kendinden menkul uzman dolu. Misal, hepimizin gayet rahat herhangi bir kahvehanede yapabileceği, “ömür boyu başkanlık için anayasa değişikliği yapıyor” analizini yapan uzmanlar var. Tam uzmanlık gerektiren bir analize ihtiyaç olduğunda ise bize aklı başında bir açıklama getirebilenler en fazla bölgesel bir denge analizine takılıp kalıyorlar. Ben de bir analiz edeyim, hem de global kapitalizm çağına yakışır şekilde, küresel kapitalizmin rekabetini Kürt meselesine bağlayayım, arada kaynar giderim diye düşünüyorum.
Sorum ve sorunum “niye barış konuşuluyor?” değil elbet. Niye askeri, siyasi, toplumsal olarak hepimizin apaçık gördüğü bir aciliyet ve zorunluluğa düşmemiş, burnu düşse Kürt’ten bilecek ve eğilip almayacak, şehirleri topla tüfekle dövmüş, siyaseti hapsetmiş kişiler şu an bu aciliyetle barış konuşuyor? Neyin peşindeler? İlk çözüm sürecinde kıyısından döndüğümüz barış bize ne kadar yakın? Bence bu şartlarda olsun, gene konuşulsun barış. Ama zihnim, Kürt sorununun çözümü için böyle ayağı yanmış it gibi koşan şahısların neyin peşinde olduğuna dair rasyonel bir açıklama bulmadan rahat etmiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse yok başkanlık rejimi, yok bölgesel dengeler gibi, kendi kafasını Misak-ı Milli sınırları dışına çıkarmaktan kaçan, en fazla bölgeye uzanabilen açıklamalar bu işteki tuhaflığı ve aciliyeti açıklamaya yetmiyor.
İşte bu yüzden ilmi aramak için ta Çin’e kadar gitmeye karar verdim. Bu sorunun cevabı, devletin Bahçeli olsun bahçesiz olsun, bu yaklaşımının kökleri ta Çin’e, Hindistan’a, hatta Asya-Pasifik’teki başarısız ABD dış politikasına kadar gidiyor.
ABD, Asya-Pasifik deplasmanında yenilmiş sayılır mı?
II. Dünya Savaşı sonrası dönemden başlayarak, ABD’nin iç ve dış politikalarının temel unsurlarından ve belirleyicilerinden biri uluslararası ticaret olmuştur. Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi siyasetçiler, güçlü uluslararası ekonomik ilişkilerin ekonomik büyümeyi teşvik etmenin ve pazara erişimi bir araç olarak kullanmanın ABD’nin uluslararası jeopolitik ve iktisadi hedeflerine ulaşmasını sağlamak için hayati önem taşıdığı konusunda hemfikirdiler. Ancak Biden küreselleşmenin önceki yaklaşımlarını eleştirerek yeni bir ekonomik model önerdi. Buna tümüyle “yeni” demek olanaksız olsa da, uluslararası ekonomik işbirliğinin birçok kişiyi yoksulluktan kurtardığı kabul edilirken (yalan da olsa) bunun aynı zamanda ABD’nin sanayi temellerinin zayıflamasına, eşitsizliğin artmasına, çevresel zararlara ve Çin gibi rakiplere bağımlılıktan doğan jeopolitik risklere yol açtığı vurgulandı. ABD toplumunun önemli bir bölümünün bu serbest ticaret tercihi neticesinde yoksullaşmayla yüz yüze geldiği, üretim ve istihdamdan tümüyle uzaklaştığı, bunun da önemli bir risk faktörü olduğu tekrarlanır oldu. Dolayısıyla daha korumacı bir tutumla, tarife dışı engeller diyebileceğimiz engellerin ihdas edilmesi kaçınılmaz hale geldi. Bu engeller bir yandan da kimi çok temel sorunlara cevap verip-iklim krizi, işçi hakları vb. muhalif kamuoyunu politik olarak tatmin etmenin de aracı olarak işlev gördü.
Ancak bu politikaları eleştiren bir kesim de var. Bu kesim, Biden yönetimi yurtdışında bazı başarılar elde etmiş olsa da, bu başarıların sınırlı kaldığını söylüyor. Avrupa’daki müttefiklerle yeşil teknolojiler, yapay zeka, tedarik zinciri entegrasyonu ve kritik mineraller gibi alanlarda işbirliği güçlendirilse de, Asya’da Biden yönetimi Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi’ni (IPEF) 13 ülkeyle ilerletse ve tedarik zincirleri, temiz enerji, altyapı, vergi ve yolsuzlukla mücadele gibi konularda anlaşmalara varsa da bunların yetersizliğine vurgu yapılıyor. Zira bu eleştirilere göre Biden yönetiminin ekonomik yaklaşımı, eski başkan Donald Trump döneminde başlayan görece serbest ticaretten uzaklaşma eğilimini daha da pekiştirmiştir. Bu durumda, Biden yönetimi resmen pazar liberalleşmesini tamamen reddetmiş olmasa da, temel politika olan genişletilmiş pazar erişimini dış politika aracı olarak neredeyse tamamen göz ardı etmiştir. Üstelik bu, kayda değer faydalar sağlayabileceği veya güvenlik ve jeopolitik hedeflerde ilerleme sağlamak için teşvik olarak kullanılabileceği durumlarda bile böyle olmuştur.
Bu durumun en net ve en önemli şekilde hissedildiği bölge Asya. Çünkü burası dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birçoğuna ev sahipliği yapmaktadır. Yine bu eleştirilere göre, Hindistan, Japonya ve Güney Kore’nin ekonomik gücü artarken, hızla gelişen teknolojiler ve dijital ticaretin yayılması, iklim değişikliği ve küresel göç gibi yeni küresel gerçeklikleri içerecek şekilde ekonomik değişim kuralları yeniden yazılırken, ABD Asya’da bu değişimi şekillendirme konusunda yetersiz kalmaktadır. Amerikalı siyasetçilerin dış politika aracı olarak ticaret politikasını göz ardı etme tercihi, ABD’nin Asya’daki güvenlik hedeflerini de tehlikeye atmaktadır. Çin ile ticarete büyük ölçüde bağımlı ve ekonomik alternatiften yoksun ABD’nin Asyalı müttefik ve ortakları, Pekin’in ekonomik misilleme korkusuyla Washington ile güvenlik alanında işbirliklerini ilerletmek konusunda çekimser davranmaktadırlar.1
Çin’in büyüyen gölgesi ya da “Kuşak ve Yol Girişimi”
Kısacası, ABD Asya Pasifik’te Çin’in agresyonuna yanıt vermekte güçlük çekmektedir. Ancak Çin’in agresyonunun Asya ile sınırlı kalması hoş bir jest olabilirdi. Tabii ki böyle olmadı. Küresel düzeyde Çin, ABD’nin liderliğini çeşitli şekillerde zorlayacak hamlelerle güç kazanmak için adımlar atmakta. Çin 2013 yılında kendisini merkeze koyarak belki de dünyanın en büyük altyapı, enerji, ticaret ve lojistik projesini ilan ederek hayata geçirmeye başladı. Bu projenin adı “Kuşak ve Yol Girişimi” (Belt and Road Initiative, BRI).
Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi Asya’yı Afrika ve Avrupa’ya kara ve deniz ağları aracılığıyla bağlayarak bölgesel entegrasyonu güçlendirmeyi, ticareti artırmayı ve ekonomik büyümeyi teşvik etmeyi amaçlayan bir stratejidir. Bu isim, 2013’te Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından, yaklaşık 2.000 yıl önce Han Hanedanı döneminde kurulan ve Çin’i Avrasya üzerinden Akdeniz’e bağlayan İpek Yolu’ndan esinlenerek ortaya atılmıştır. BRI, “Tek Kuşak Tek Yol” olarak da adlandırılıyor.
BRI, kara yoluyla Çin’i Güneydoğu Asya, Güney Asya, Orta Asya, Rusya ve Avrupa’ya bağlayan kıtalararası bir geçiş olan İpek Yolu Ekonomik Kuşağı ile Çin’in kıyı bölgelerini Güneydoğu ve Güney Asya, Güney Pasifik, Ortadoğu ve Doğu Afrika üzerinden Avrupa’ya bağlayan bir deniz yolu olan 21. yüzyıl Deniz İpek Yolu’ndan oluşmaktadır.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni duyurmasının üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Çin’in Asya, Avrupa ve Afrika genelinde ticareti, siyasi ve iktisadi bağları güçlendirmek için tasarladığı bu büyük altyapı projesi, yıllar içinde sayısız finansal ve fiziki yatırıma yol açtı: demiryolu inşasından uydu ağlarına, liman inşaatlarından sermaye yatırımlarına kadar geniş bir yelpazede projeler. Bu girişimin, tek bir ülke tarafından başlatılan en büyük altyapı planlarından biri olduğunu söylemek abartı olmaz.
BRI’nin büyüklüğünü rakamsal olarak açarsak, küresel kapitalist rekabet anlamında buna yanıt vermeden güçlü bir aktör olunamayacağını, daha doğrusu bir güç olarak kalınamayacağını daha iyi idrak edebiliriz. BRI projeleri ve yatırımlarına, Asya, Afrika, Avrupa ve hatta Güney Amerika genelinde birçok ülke dahil olmuş durumda. 150’den fazla ülke ve 30 uluslararası kuruluşla 200’den fazla BRI işbirliği anlaşması imzalanmış durumda. Projeler; yollar, limanlar, demiryolları, boru hatları ve diğer ticaretle ilgili altyapıların inşasını ve/veya modernizasyonunu içermekte. İnternet bağlantısı ve dijital ilerleme programları da bu paketlere dahil.
Eğer kapitalizmi bir miktar “money talks” ya da “paran kadar konuş” sistemi olarak ele alırsak, toplam harcamalara da göz atmak faydalı olacaktır. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, toplam harcaması şimdiden 1 trilyon doları aşarak Çin’i dünyanın en büyük alacaklısı konumuna getirmiştir. 2023 yılının ilk yarısında BRI kapsamında 43 milyar dolar değerinde 100’den fazla anlaşma imzalanmış olup, bu tutar 2022’nin aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 20’lik bir artışı temsil etmektedir. Çin’in bu borçlandırma stratejisi, altyapı eksikliği olan ve Çin’in sermayesi sayesinde bu eksiklikleri aşmaya çalışan ülkeler için başka bir politik netice de doğurmaktadır. Bu “borç tuzağı” sayesinde Çin’in politik etkisini artırdığı ve kendisine bağlı rejimler yarattığı tartışılagelmektedir.
Bunun ötesinde, Çin, BRI çerçevesinde ABD için her biri ayrı bir meydan okuma içeren altı ana ekonomik bölgede ekonomik koridorlar2 oluşturmayı hedeflemiş ve bu konuda bazı hedeflerine ulaşmıştır. Bu koridorların birine kısa bir notla değinerek coğrafyamıza yakın olan ikincisine geçelim. Örneğin, ABD’nin de desteğiyle Çin karşısında bölgesel bir güç olarak yükselme hedefi olan Hindistan Başbakanı Narendra Modi, haliyle Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşıdır. Özellikle Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) projesi, Yeni Delhi’nin egemenlik ve toprak bütünlüğü konusundaki kaygılarını artırmakta ve bölgesel hırslarına bir engel oluşturmaktadır.
ABD, bu geniş ve bölgesel düzeylere yayılan meydan okuma karşısında çeşitli inisiyatifler geliştirmeye çalışmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Avustralya, 2019 yılında Mavi Nokta Ağı’nı, ardından 2021 yılında G7’nin “Daha İyi Bir Dünya İnşa Et” girişimini başlatmıştır. Diğer bir girişim ise “Özgür ve Açık Hint-Pasifik Stratejisi” (FOIP) olmuştur. Bu küresel rekabet, alternatif girişimler oluşturmakla kalmamış, Soğuk Savaş tipi operasyonlara da konu olmuştur. Reuters’in bir haberine göre, 2019 yılında CIA, Trump’ın onayıyla Çin kamuoyunu hükümete karşı kışkırtmak amacıyla Çin sosyal medyasında Xi Jinping yönetimi aleyhinde olumsuz anlatılar yaymaya yönelik gizli bir kampanya başlatmıştır. CIA, Çin Komünist Partisi (ÇKP) liderlerinin yurt dışında para sakladıkları ve BRI’nin yolsuzluk ve israf içerdiği yönündeki anlatıları desteklemiştir.3
Ortadoğu’da Çin’in düşük maliyetli seçeneği
İşin dedikodu kısmını geçersek, Çin aynı zamanda Ortadoğu politikasındaki ve ticaretindeki rolünü artırmaktadır. Çin’in Ortadoğu’da daha büyük bir siyasi rol oynama isteğinin bir göstergesi olarak Pekin, Ekim 2023’teki İsrail-Hamas savaşıyla birlikte Filistin davasını daha güçlü bir şekilde desteklemeye başlamıştır. Çin-Arap forumunun sonunda yayımlanan “Pekin Deklarasyonu”, çatışmanın çözümü için uluslararası bir barış konferansı düzenlenmesi çağrısında bulunmuş, İsrail’in Refah’a müdahalesini ve ABD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Filistin devletinin tanınmasına yönelik vetosunu kınamıştır. Çin ayrıca Fetih ve Hamas arasındaki uzlaşıya aracılık etmeye çalışarak bu grupları Pekin’de görüşmeler için ağırlamış ve Şubat ayında Uluslararası Adalet Divanı’ndaki süreçte Filistinlilerin İsrail işgaline karşı silahlı direniş hakkını savunmuştur.4
Çin, stratejik önem taşıyan Bahreyn ile kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması imzalayarak savunma ve güvenlik alanında ABD ile yakın ilişkileri olan bu ülkeyle işbirliğini derinleştirmiştir. Kuzey Afrika’da ise Tunus ile stratejik ortaklık kurmuş ve Libya Başbakanı ve Dışişleri Bakanı ile Pekin’de üst düzey görüşmeler gerçekleştirmiştir. Kısaca, Çin’in Ortadoğu ile ilişkisi, enerji talebi ve 2013’te başlatılan Kuşak ve Yol Girişimi etrafında şekillenmektedir. Çin 2015 yılında küresel ham petrol ithalatında en büyük ülke haline gelmiş ve bu ihtiyacının neredeyse yarısını Ortadoğu’dan karşılamaya başlamıştır. Asya, Avrupa ve Afrika’yı birbirine bağlayan ticaret yolları ve deniz hatları için stratejik bir geçiş noktası olan Ortadoğu, Çin’in BRI projesinin geleceği açısından önemlidir. Çin’in bölgeyle olan ilişkileri şu anda enerji pazarlarında öncü olan Körfez ülkelerine odaklanmaktadır.
Son on yılda Çin, Ortadoğu’da ekonomik, siyasi, (ve daha sınırlı ölçüde) güvenlik alanındaki varlığını önemli ölçüde artırmış, birçok ülke için en büyük ticaret ortağı ve dış yatırımcı konumuna gelmiştir. Buna rağmen, Çin’in ABD liderliğindeki Ortadoğu güvenlik mimarisine meydan okuma veya bölgesel politikalarda güçlü bir rol oynama konusunda hâlâ sınırlı bir ihtirasa sahiptir.5
Örneğin, Mart 2023’te Suudi Arabistan ile İran arasındaki normalleşme anlaşmasına başarıyla müdahil olmuş ancak maliyetli askeri müdahalelerden kaçınarak, deniz ticaret yollarını güvence altına alma görevini ABD ve müttefiklerine bırakmıştır. Çin ayrıca Körfez ülkeleri ile ticari ilişkilerini derinleştirirken, BRI kapsamında enerji, dijital bağlantı, limanlar ve lojistik gibi sektörlerde yatırımlarını artırmaktadır. Çin, Rusya, İran ve Türkiye gibi ülkelerle de tüm bu alanlarda sıkı bağlar kurmaktadır. İran’ın Kuşak ve Yol Girişimi ile ilişkisi, Çin’in bölgesel çıkarlarını genişletmesinin bir parçası olarak derinleşmektedir. İran, BRI için stratejik bir coğrafi konuma sahiptir. Bu konum Asya, Avrupa ve Afrika arasında bir geçiş noktası olarak Çin’in ticaret yollarını çeşitlendirmesine ve güvence altına alma noktasında önemlidir. İran’ın enerji kaynakları ve Avrasya içindeki konumu, Çin’in BRI projeleri için çekici unsurlar olarak öne çıkmaktadır. 2021’de iki ülke arasında imzalanan 25 yıllık kapsamlı stratejik işbirliği anlaşması, enerji ve altyapı yatırımlarını içeren projeleri kapsamakta ve İran’ın BRI’ye entegrasyonunu hızlandırmaktadır. İran, Kuşak ve Yol çerçevesinde Orta Asya ve Batı Asya koridorlarıyla bağlantı sağlayarak Çin’in Avrupa’ya erişimini kolaylaştırmaktadır. ABD yaptırımları altında İran, bu süreçte Çin’i önemli bir ekonomik ve diplomatik ortak olarak görmektedir. İran, BRI’ye daha fazla entegre olarak Çin’in desteğini alırken, Çin ise İran’ı ABD etkisinden bağımsız bir ticaret ağı içinde tutmayı hedeflemektedir.
Bu gelişmeler, Çin’in Ortadoğu’da ekonomik kalkınma ve çatışma çözümünde bir alternatif ortak olarak kendisini başarılı bir şekilde konumlandırmasını sağlamaktadır.
ABD’nin cevabı: Hindistan Ortadoğu Ekonomik Koridoru (IMEC)
Bu gelişmeler, ABD’nin hâlâ gücü göreceli olarak azalsa da kapitalist dünyanın lideri olmadığı anlamına gelmiyor elbette. ABD, Çin’in bu hamlelerine AB ile beraber Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 Zirvesi’nde, Çin lideri Xi Jinping’in ve Rusya’nın Lideri Putin’in yokluğunda yanıt verdi. Bu yanıtın adı Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) oldu. Bu proje, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne rakip olarak ABD ve AB liderliğinde oluşturulan bir projedir. IMEC için ilk mutabakat zaptı, ABD, Avrupa Birliği, Fransa, Almanya, İtalya, Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan tarafından imzalandı. IMEC’in protokolünün imzalanması, büyük ölçüde Biden yönetiminin diplomatik çabaları sayesinde gerçekleşmiştir. Proje, temel olarak ABD’nin çeşitli çıkarlarını hem küresel hem de bölgesel olarak öne çıkarma amacı etrafında yükselmektedir. IMEC, ABD’nin Ortadoğu’yu istikrara kavuşturma (kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirme olarak okuyabiliriz) ve İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki Abraham Anlaşmaları ile yakaladığı iklimi sürdürme çabasının bir sonucudur. Çin, 2023’te İran ve Suudi Arabistan arasında bir anlaşmaya aracılık ettikten sonra bölgede ciddi bir diplomatik etki kazanmıştı. ABD bu projeyle bu etkiyi sınırlamayı hedeflemektedir.
Proje iki ana bölümden oluşmaktadır: Hindistan ile Körfez ülkeleri arasında bir doğu deniz bağlantısı ve Arabistan Yarımadası’nı Avrupa’ya bağlayacak kuzey kanadı. Bu iki bölüm, Körfez’i Akdeniz’e bağlayacak, Ürdün ile İsrail üzerinden geçecek yeni bir demiryolu ağıyla birbirine bağlanacak. Ulaştırma altyapısının yanı sıra denizaltı kabloları, veri paylaşımını kolaylaştıracak, uzun mesafe hidrojen boru hatları da bu projenin bir parçası olacak. Mutabakat metninde proje ayrıntıları çok netleştirilmemiş olsa da, IMEC’in her katılımcının stratejik gündemlerine uygun olduğu görülmektedir. Örneğin IMEC, ABD’nin Hindistan ile daha yakın siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkisi kurma çabalarıyla da yakından ilişkilidir. Bir yandan Hindistan Çin’in karşısında bölgesel bir güç olarak ve BRI’nin daha önce bahsettiğimiz Pakistan koridoruyla yarattığı kaygıyı dengeleyecek bir konuma otururken, ABD’nin Ortadoğu’daki en sadık ve varoluşsal müttefiki İsrail, bu koridora Hayfa Limanı’nı bağlayarak bölgede tartışmasız çok daha etkin ve büyük bir güç haline gelecektir. Bu anlamda Çin ile rekabetinde ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkileri normalleştirme çabalarında önem taşımaktadır. Diğer yandan, dünya ticaretinin en önemli geçiş noktalarından olan Süveyş Kanalı krizi de bu sayede hafifletilecektir. Kendisine yönelik ambargolar ve yaptırımlar nedeniyle İran, Husiler-Ensarullah’a desteğiyle Süveyş Kanalı’nı adeta haraca keserek dünya ticaretini ciddi bir krizle karşı karşıya bırakmıştır. Süveyş Kanalı’nın güvenlik sebebiyle kullanılamaması, Ümit Burnu’nu dolaşmak zorunda kalan gemilerin kaybettiği zaman ve neredeyse yüxde 40 oranında artan maliyetler, küresel kapitalizm açısından ciddi bir sorun olarak görülmektedir.
IMEC katılımcılarından ikisi (BAE ve Suudi Arabistan) BRI’ye katılmış durumda ve bunu bir problem olarak görmüyorlar. Hindistan, yükselen ekonomiler bloğu BRICS’in kurucu üyelerinden biri iken Suudi Arabistan ve BAE, yıllardır gelişen ekonomik ilişkilerin ardından Türkiye’nin aksine bu gruba katılabilmişlerdir.
IMEC’in ABD için en temel jeopolitik değeri Batı’nın yeniden somut altyapı planlarını gerçekleştirme ve takip etme kapasitesini tekrar gösterme olanağı sağlamasıdır. Koridorun altyapısı ile bağlanan ülkeler de jeoekonomik kazançlar elde edecektir. Özünde bu proje Hindistan, Avrupa ve ABD’yi daha yakın bir şekilde bağlayarak açık bir şekilde Çin’i dengelemeyi amaçlayan bir ortaklıktır. Aynı zamanda, Avrupa’nın üç büyük ekonomisi İtalya, Fransa ve Almanya’nın da bu proje içinde olduğunu hatırlatmakta fayda var.6
Kısaca, Süveyş Kanalı’nın İran’ın desteğiyle kapanması durumunda Hayfa Limanı üzerinden Akdeniz’e, oradan Avrupa limanlarına—Pire, Marsilya gibi noktalara—uzanmak, maliyetlerden büyük oranda tasarruf sağlamaktadır. Ayrıca, pandemi döneminde Avrupa’da tedarik zincirlerinin dayanıklılığı konusunda artan endişeler, bu yolların çeşitlendirilmesi konusunda bir zorunluluk ortaya koymuştur. IMEC, tüm bu stratejik nedenlerle Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından “tarihi” olarak nitelendirilirken, Hindistan Başbakanı Narendra Modi, IMEC’i “dünya ticaretinin temeli” olarak tanımladı. ABD Başkanı Joe Biden projeye “gerçekten büyük bir olay” derken, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman da projeyi “bizim için, Avrupa için ve Hindistan için büyük bir olay” olarak nitelendirdi.
IMEC’in haritası neden Netanyahu’nun elinde?
27 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda IMEC haritasıyla sahneye çıkan Netanyahu, Gazze ve Batı Şeria’nın İsrail haritası içerisinde gösterildiği bu haritayı elinde sallayarak bir konuşma yapıyordu. Bu konuşmada İran, Hizbullah ve Hamas’a dair sert tehditlerde bulunarak 7 Ekim saldırısını Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme adımlarının önlenmesine bağladı. Netanyahu, 8 Ekim’de Hizbullah’ın da Lübnan’dan roketlerle saldırıya geçtiğini söyledi. İki hafta sonra, Yemen’deki İran destekli Husilerin, İsrail’e dronlar ve füzelerle saldırı başlattığını belirtti ve şöyle dedi: “İran’a karşı savunma, kutsama ve lanet arasındaki çizgi daha net olamazdı.” (IMEC Haritasını göstererek) “Geçen yıl burada sunduğum harita bu. Bu, bir kutsama haritası. Bu harita, İsrail ile Arap ortaklarının Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bir kara köprüsü oluşturduğunu gösteriyor. Hint Okyanusu ile Akdeniz arasında bu köprü üzerinden demiryolu hatları, enerji boru hatları ve fiber optik kablolar döşeyeceğiz ve bu, 2 milyar insanın refahına hizmet edecek.”
Netanyahu, bu haritanın gerçekleştirilmesi için İran’ın yarattığı “lanet haritasının” ortadan kaldırılması gerektiğini ve İran’ın nükleer silah programını durdurmak konusunda dünyanın İsrail’e destek olması gerektiğini savundu: “Bütün dünyanın barış ve güvenliği için bunun olmasına izin vermemeliyiz. Size temin ederim ki, İsrail bunu engellemek için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Bayanlar ve baylar, medeni toplumları tehdit eden terör lanetini ortadan kaldırmaya kararlıyız. Ancak yeni bir Ortadoğu’nun kutsamasını gerçekten gerçekleştirmek için, dört yıl önce Abraham Anlaşmaları ile döşediğimiz yolda ilerlemeye devam etmeliyiz. Her şeyden önce, bu, İsrail ile Suudi Arabistan arasında tarihi bir barış anlaşması gerçekleştirmek anlamına geliyor. Abraham Anlaşmaları ile şimdiye kadar elde ettiğimiz kutsamaları, Suudi Arabistan üzerinde Arap Yarımadası boyunca Körfez ülkelerine gidip gelen milyonlarca İsrailli, ticaret, turizm, ortak girişimler ve barışa bakarak söylüyorum; Suudi Arabistan ile böylesi bir barışın ne kutsamalar getireceğini söyleyebilirim. Bu, iki ülkemizin güvenliğine ve ekonomisine büyük katkı sağlayacaktır. Bölge genelinde ticaret ve turizmi artıracak, Ortadoğu’yu küresel bir güç merkezine dönüştürmeye yardımcı olacaktır. İki ülke enerji, su, tarım, yapay zeka ve birçok diğer alanda işbirliği yapabilir. Böylesi bir barış, eminim ki, tarihin gerçek bir dönüm noktası olacaktır. Arap dünyası ile İsrail, İslam ile Yahudilik, Mekke ile Kudüs arasında tarihi bir uzlaşmaya zemin hazırlayacaktır.”
Netanyahu’ya göre bu haritalar geleceği şekillendirecektir. İsrail bu haritaların kutsamayı getirenini yani IMEC’i ilerletmeye karar vermiştir: “İsrail böyle bir barışı sağlamaya kararlıyken, İran ve onun terör vekilleri bunu engellemeye kararlıdır. İran’ın kötü niyetli planlarını bozmanın en iyi yollarından biri böyle bir barışı sağlamaktır. Bu barış, daha geniş bir İbrahimî ittifakın temeli olacaktır ve bu ittifak, Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in mevcut Arap barış ortakları, Suudi Arabistan ve barışın kutsamasını seçen diğer ülkeleri içerecektir. Bu, Ortadoğu genelinde güvenlik ve refahı artıracak ve dünyanın geri kalanına büyük faydalar sağlayacaktır. Amerikan desteği ve liderliği ile, bu vizyonun insanların düşündüğünden çok daha erken gerçekleşebileceğine inanıyorum. İsrail Başbakanı olarak bunu gerçekleştirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Bu, bizim ve dünyanın kaçırmaması gereken bir fırsattır. Bu bağlamda, bayanlar ve baylar, önümüzdeki soru basit: Gösterdiğim bu iki haritadan hangisi geleceğimizi şekillendirecek? İsrail, Arap ortaklarımız ve dünyanın geri kalanı için barış ve refahın kutsamaları mı olacak? Yoksa İran ve vekillerinin her yere vahşet ve kaos yaydığı lanet mi? İsrail, kendi seçimini çoktan yaptı. Kutsamayı ilerletmeye karar verdik. Arap komşularımızla barış için bir ortaklık kurarken, bu barışı tehdit eden terör güçleriyle mücadele ediyoruz.”
Anlaşıldığı kadarıyla Netanyahu, Türkiye’deki uzmanların analiz etme gereği bile duymadığı IMEC’i, Ortadoğu, İsrail ve dünyayı şekillendirecek bir dönüm noktası olarak görmektedir. “Nerede Kürt sorunu?” dediğinizi duyar gibiyim ama oraya varmamıza sadece birkaç küçük adım kaldığını söyleyip IMEC’in uygulanmasının önündeki temel engellerin finansman ve güvenlik olduğunu belirterek ederek devam edebiliriz. Finansman sorunu büyük bir ihtimalle pazarlıkların devam ettiği ve edeceği bir konu olmaya devam edecektir. Ancak Hindistan’da Ortadoğu’ya uzanan ve İsrail tarafından “kutsama” olarak kabul edilen bu projenin, Ortadoğu’daki silahlı örgütlerin ve İran’ın varlığı dikkate alındığında güvenlik riskinin oldukça yüksek olduğu varsayılabilir. Diyelim ki yatırımı yaptık; bu yatırımın Ortadoğu’daki silahlı örgütler ve İran eliyle berhava olması olasıdır. Ancak bu örgütlerin de vekalet savaşlarında hem aktör hem de vekil olduklarını unutmamak gerekir. Buradaki güvenliği sağlamanın temelde iki yolu vardır: Barış yahut “nihai çözüm”. Bu bağlamda, Netanyahu’nun ne pahasına olursa olsun kararlığı ile gerçekleştirmeye çalıştığı proje bağlamında 7 Eylül saldırısının ve Gazze’deki katliamın IMEC’e bir tehdit mi yoksa bu projenin güvenliğini sağlayacak bir “nihai çözüm” fırsatı mı yarattığını sormalıyız. Daha da ileri giderek sorulacak diğer bir soru şudur: İsrail, daha önceki saldırılarına benzer bir saldırganlık içerisindedir.
Özetle, İsrail’in daha önce bölgede ve Filistin’e yaptıkları ile bugün yaptıkları arasında, Batı’nın da İsrail’in saldırganlığına göz yumması olgularında bir devamlılık söz konusudur. Ancak bu son hamlesinde Gazze’yi neredeyse tümüyle yerle bir etmesi, soykırım suçu işlemesi, Hamas’ın lider kadrolarını öldürmesi, ardından Hizbullah ve İran gibi hedeflere yönelmesinin daha önceki dönemlerden şiddet ve sertlik bakımından ayrıştığını da ifade etmek gerekir. Yine aynı şekilde bütün bunlar “medeni dünyanın” gözü önünde devletlerin örtük ve açık desteğiyle gerçekleşmektedir. Burada örtük bir onay olduğu; ABD ve AB’nin bölgedeki jeopolitik, askeri ve ticari hedeflerini gerçekleştirmek için İsrail’in kendi bölgesel ve nihai hedeflerine de uygun şekilde pazarlığın sökmediği yerde silahla bu adımları attığını pekala iddia edebiliriz. Hatta Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmaya atıfla, bunun iddianın ötesine geçtiğini söylemekte bir beis görmüyorum.
Türkiyesiz koridor olur mu?
Ancak bu bölgesel gelişmeler, bölgenin başka bir önemli aktörü olan Türkiye’nin tarihsel olarak bulunduğu Batı ile Doğu arasında köprü olma pozisyonunu köklü bir şekilde sarsmaktadır. Bu tablonun içerisinde Türkiye ve Kürtler nerededir?
IMEC’in hazırlıkları ve diplomatik temasları sürerken Mayıs 2023’te Bağdat, Kalkınma Yolu girişiminin kurulmasını görüşmek üzere Avrupa Birliği, Dünya Bankası, GCC, İran, Türkiye, Suriye ve Ürdün’den ulaştırma bakanları ve yetkilileri bir araya getiren bir zirveye ev sahipliği yaptı. Zirvede Iraklı yetkililer, “Irak’ın toparlanarak bölgede kilit siyasi rolünü geri kazandığını, siyasi bir buluşma noktası haline geldiğini, ülkenin ekonomik rolünü geri kazanma zamanının geldiğini” ifade ettiler.
9 Eylül 2023’te daha önce de belirttiğimiz gibi Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de düzenlenen ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in katılmayıp daha alt düzey bir delegasyonla temsil edildiği 2023 G20 zirvesinde, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fransa, Almanya, İtalya, Ürdün ve Avrupa Birliği hükümetleri tarafından IMEC anlaşması ilan edildi.
Bu zirve dönüşünde uçakta soruları yanıtlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, IMEC konusunda şu açıklamayı yapıyor ve başlıkta sorduğumuz soruya Türkiye’siz koridor olamaz diye cevap veriyor ve ellerinde alternatif olduğunu ortaya koyuyordu: “Ülkeler ticari yol ve güzergahlarla etki alanlarını da geliştirme gayretindeler. Bunun da farkındayız. Ancak bizler ‘yol medeniyettir’ diyen bir şiarla konuya bakıyor ve tüm bu projelerin medeniyetin gelişmesine, insanların refahına, barışına hizmet etmesi temennisinde bulunuyoruz. Biz şunu diyoruz, Türkiyesiz bir koridor olmaz. Türkiye, önemli bir üretim ve ticaret üssü. Doğudan batıya trafik için en uygun hat Türkiye üzerinden geçmek durumunda. Bu süreçte bizim çok önemsediğimiz bir adım ise Körfez’in bizimle beraber attığı adım. Irak, Katar, Abu Dabi üzerinden, Türkiye üzerinden Avrupa’ya giden bir yoldan, bir koridordan bahsediyoruz. Bu konuda özellikle Muhammed Bin Zayed dün çok daha kararlı bir telkinde bulundu, ‘Bu işi uzatmayalım, 60 günde görüşmeleri arkadaşlarımız bitirsinler ve hemen temelleri atalım, yola koyulalım’ dedi. Yani bu işin heyecanını bu denli duyuyorlar ve biz de gerek Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’a, gerek Ulaştırma ve Altyapı Bakanımız Abdulkadir Uraloğlu’na gerekli talimatları verdim. Onlar muhataplarıyla görüşerek inşallah bu adımı atacaklar. Bu rakam öyle ufak rakam değil. Ama Birleşik Arap Emirlikleri bu işe çok hazır. Katar çok hazır. Bizler de buna çok çok hazırız. Bu adımı inşallah bu şekilde atmış olacağız.”
Böylelikle Irak Kalkınma Yolu, Türkiye’nin aktif ve bilinçli şekilde dışlandığı düşünülen IMEC’e bir alternatif, bir rakip olarak ortaya konuyordu.
22 Nisan 2024’te Irak Başbakanı Muhammed Şii el-Sudani ve Recep Tayyip Erdoğan Bağdat’ta bir araya geldi. Bu, 13 yıl sonra gerçekleşen ilk ziyaretti. 24’ten fazla protokol imzalandı. Ancak bundan daha da önemlisi Irak Kalkınma Yolu projesiydi.
Irak Kalkınma Yolu
Bu projenin temel iki ayağı var: Grand Faw Limanı ve Kalkınma Yolu girişimi. Güney Irak’taki Al Faw Limanı’nın inşası yaklaşık on yıl önce başlamış bulunuyor. Basra ve Şattül-Arab’ın sığ kıyıları nedeniyle yüksek kapasiteli bir liman inşası mümkün değildir. Bu sebeple Irak, enerji ihracatını Kuveyt, Suudi Arabistan ve Türkiye üzerinden gerçekleştirmek durumunda. Bu sorunu ortadan kaldırmak için Irak tarihinin en büyük altyapı projesi olan Basra Körfezi’ndeki Büyük Al Faw Limanı’nı planlandı. Limanın kuru havuz ve deniz üssünün yanı sıra kapsamlı konteyner kargo, kuru dökme yük ve petrol terminallerini içermektedir. Al Faw Limanı tam olarak geliştirilirse, dünyanın en büyük limanlarından biri, Ortadoğu’nun en büyük limanı olacak. Kalkınma Yolu, işte bu Al Faw Limanı’nı Türkiye sınırına bağlayarak Basra ile Londra arasında kesintisiz bir otoyol ve demiryolu koridoru kurmayı hedeflemektedir, projenin ilk aşamasının da 2028 yılına kadar tamamlanması öngörülmektedir. Projenin maliyeti 17 milyar dolar olarak açıklanmış olsa da muhtemelen 24 milyar doları aşacağı tahmin edilmektedir. Yalnızca Gaziantep ile Ovaköy arasındaki demiryolu maliyetinin 5 milyar dolara ulaşabileceği göz önüne alındığında, 17 milyar doların gerçekçi bir tahmin olmadığı değerlendirilmektedir. Ancak mutabakatın diğer imzacısı olan BAE ve Katar hükümetlerinin projenin finansmanına dair belirsizlikleri ortadan kaldıracak kaynaklara sahip oldukları düşünülmektedir.
Mali kısıtlamalar ve diğer zorluklar nedeniyle önemli inşaat gecikmeleriyle karşı karşıya kalmasına rağmen, Bağdat 2020 yılında Güney Koreli bir şirketle dört yıl içinde tamamlanması planlanan limanın ilk aşamasının inşaatına başlamak için 2,6 milyar dolarlık bir sözleşme imzalayarak önemli bir adım attı. O zamandan beri, Irak Ulaştırma Bakanlığı projenin ilerlemesini hızlandırmak için özel sektörle işbirliği içinde ilerlemeye çalışıyor. Limanın ilk aşaması, 2028 yılına kadar faaliyete geçmesi planlanıyor.
Kalkınma Yolu, kapitalizmin merkez ülkelerinin tedarikte ihtiyaç duyduğu yüksek hız ve düşük maliyeti sağlamak konusunda iddialı bir proje. Al Faw’dan Kalkınma Yolu üzerinden Avrupa pazarına ürün taşımak, Süveyş Kanalı’na kıyasla 10 günlük bir avantaj sağlamakta. Kalkınma yolunun güzergâhı üzerindeki tek AB Gümrük Birliği dışındaki ülke Irak’tır. Bu önemli bürokratik avantajlar sağlamakta, maliyetler önemli ölçüde düşmektedir. Basra ile Türkiye arasında planlanan altyapının yanında, Türkiye içerisindeki lojistik hatlar da büyük ölçüde tamamlanmış durumdadır.7 Bu bağlamda, özellikle Birleşik Krallık İhracat Finansmanı’nın (UKEF) Türkiye’deki hızlı tren ağlarına yatırım yapmakta bu kadar hevesli olmasını, belki Basra’da başlayıp Londra’da bitecek olan ağlarla ilgili olarak düşünmek faydalı olabilir.8 Birleşik Krallık İhracat Finansmanı Dairesi (UK Export Finance – UKEF), Türkiye’deki hızlı tren projelerine önemli finansman sağlamaktadır. Örneğin, Mersin, Adana, Osmaniye ve Gaziantep’i birbirine bağlayacak 286 kilometrelik yüksek hızlı elektrikli demiryolu inşaatı için UKEF, 781 milyon Euro’luk (680 milyon Sterlin) finansman desteği sunmuştur.
Kalkınma Yolu, genel olarak çeşitli uluslararası uzmanların yazılarında, 2023 yılının Eylül ayında duyurulan Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’na (IMEC) kıyasla hız ve taşıma kapasitesi açısından avantajlı durumdadır diye değerlendiriliyor. Daha da ötesi, henüz başlamamış olan projenin ikinci aşaması, bir rafineri, bir çelik fabrikası ve diğer endüstriyel olanakları içeren bir sanayi alanını kapsıyor. Üçüncü aşama, konut, bir ticaret ve iş merkezi, bir okul ve camilerden oluşan Al Faw Yeni Şehri’nin oluşturulmasını içeriyor. Proje, lojistik haricinde, koridor boyunca yeni şehirlerin ve endüstriyel merkezlerin ortaya çıkmasını ve kentsel gelişmenin hızlanmasını da öngörüyor. Görüldüğü gibi, stratejik jeopolitik öneminin dışında inşaat sektörünün dev bir av ve kazanç sahasına dönüşmeye elverişli bir zemin oluşmuş durumda. Dahası, gerek Irak merkezi hükümetinden gerekse Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden yapılan açıklamalara göre, projenin şu ana kadar en önemli destekçisi ve yatırımcısı olan Türkiye’den gelen firmalara öncelik tanınacak.
Örneğin Musul Vali Yardımcısı Rifat Semmo Anadolu Ajansı’na “Musul’da yatırım ve altyapı çalışmalarında Türk şirketleri, diğer yabancı şirketlere tercih edildi. Türk şirketleri, Irak’ta faaliyet gösteren en iyi yabancı şirketler arasında,” şeklinde beyanat veriyor.
Kürtsüz koridor olur mu?
Dolayısıyla hem Irak hem de Türkiye hükümetlerinin projeye yönelik beklentileri yüksek. Bu yüksek beklentiler ve IMEC ile rekabet, Irak merkezi hükümeti ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye arasındaki su paylaşımı, sınır ötesi operasyonlar ve PKK’nin hangi nitelikte bir örgüt olarak tanınacağı gibi köklü sorunların aşılması konusunda teşvik edici olmuş görünüyor. Projenin Kürdistan Bölgesel Yönetimi kısmı, KYB lideri Bafel Talabani ve müttefikleri tarafından sıkça eleştiriliyor; Talabani-Barzani rekabeti çerçevesinde KBY’nin kazanımları sorgulanıyor. Al Faw ile Ovaköy arasındaki güzergahın çoğu, KBY’nin dağlık arazisini çevreleyerek Musul’un idari sınırlarından geçmektedir. 2023’te, Kalkınma Yolu’nun muhtemel güzergahına ait kimi gayriresmi haritaların bölgesel medyada dolaştığı ve Zakho ve Duhok gibi Kürdistan Bölgesi’ndeki (KBY) şehirlerden geçebileceği kimi Kürt haber kaynaklarında yer almaktadır. Aynı kaynaklarda, Irak Ulaştırma Bakanlığı’nın yol projesini Kürdistan Bölgesi’ndeki muhataplarıyla da görüştüğü belirtilmiştir. Ancak, Anadolu Ajansı tarafından yayımlanan haritalarda, güzergahın Kürdistan Bölgesi topraklarından geçmediği; Tikrit-Musul güzergahını izlediği, bunun da bölgenin dağlık yapısının projenin maliyetini artıracağı iddiasıyla gerekçelendirildiği ifade edilmektedir. Buna karşılık, KBY Ulaştırma Bakanı X hesabı üzerinden -Erdoğan’ı adeta tekrarlayarak- “Kürdistan olmadan kalkınma yolu olmayacak” ifadesini kullanmıştır. Ancak diğer yandan, proje Bağdat ile Erbil arasında petrol ihracatı anlaşması için önemli bir teşvik sağlayarak ve ithal malların maliyetini düşürerek KBY’ye fayda sağlamaktadır. Proje, Bağdat ile Erbil arasındaki petrol ve doğalgaz ihracatına dair anlaşmazlığın çözülmesine de tarafları motive etmektedir.
Gazze çatışması ve bunun sonuçları nedeniyle IMEC’in planlarındaki aksaklık ya da başka bir yorumla İsrail’in Hamas engelini ortadan kaldırması, Ankara’nın Kalkınma Yolu projesine olan ilgisini muhtemelen artırmış ve bu projedeki aciliyeti üst düzeye çıkarmıştır. Anlaşılan odur ki Devlet Bahçeli’nin Kürtlerin elini sıkmaya koşmasındaki motivasyonu, sadece iç politikada iktidarını tahkim etme sevdasından değil; aynı zamanda rant, inşaat, petrol, yayılmacılık ve bölgesel güç olma hedeflerinden de kaynaklanmaktadır. Aynı dönemde bölgede geriye kalan en önemli aktörlerden biriyle de 45 yıldır süren çatışma ve savaşın çözümünde bir noktaya gelindiği içindir ki, kamuoyuna bu konu açılmak yoluna gidilmiştir.
Burada, bölgesel ve muhtemelen son pürüzlerin tartışıldığı bir toplantıdan daha bahsetmekte fayda var. 16 Ekim 2024’te Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani, Ankara’da en üst düzeyde ziyaretler gerçekleştirdi. Barzani, Ankara’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüştü. Resmi açıklamalara göre bu görüşmelerde hem Ankara-Erbil ikili ilişkileri hem de bölgesel güvenlik ve enerji konuları ele alındı. BBC, bu ziyaretin Türkiye’de Kürt sorununa yönelik çözüm sürecine ilişkin sinyallerin geldiği bir dönemde, Kuzey Irak’ta iki yıl ertelenen parlamento seçimlerinden sadece dört gün önce gerçekleşmesinin dikkat çekici olduğunu belirtti. Erdoğan-Barzani görüşmesinin ardından İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, iki liderin Türkiye-Irak ilişkileri ve Ankara-Erbil işbirliğini ele aldıkları, ayrıca bölgesel ve küresel gelişmeleri değerlendirdikleri ifade edildi.
Bu görüşmenin ardından 22 Ekim’de günü yaptığı ilk meclis grup toplantısında Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ı mecliste konuşmaya davet eden konuşmasını, son pürüzlerin giderildiği şeklinde anlamak mümkün. Yine aynı dönemde Hindistan’ın Türkiye’nin BRICS üyesi olmasını veto etmesini, Türkiye’yi sevmemesine değil, Türkiye’nin Hindistan’ı bölgesel güç haline getirecek IMEC projesine rakip bir proje uygulamaya çalışmasına yani rasyonel bir nedene bağlamamız mümkün. Hatta TUSAŞ saldırısında kimi odakların ABD-İsrail hattını suçlaması da belli bir noktaya kadar anlaşılabilir görünüyor.
Cumhur İttifakı: “Hem karnım doysun hem pastam dursun”
Ancak bu oyunun iki aktörü, AKP ve MHP, bu arka plan üzerinden hareket ederken Kalkınma Yolu’nu riske eden faktör olarak Kürt sorununu barış yöntemiyle çözmeyi seçmiş olmaları, masaya oturdukları karşı tarafı zayıflatmaya çalışmayacakları anlamına gelmeyecektir. Hele ki belli bir noktada çıkarlarının, örneğin iktidarlarının, tehlikeye girdiğini düşündükleri noktada İsrail ile benzer (daha önce deneyip beceremedikleri) bir nihai çözüm seçeneğine sapmayacakları ihtimali yoktur denilemez. Ancak anlaşıldığı kadarıyla İmralı ile bu sorunu çözmek, şu anda “kingmaker” olan Kürtlerin de desteğini alarak iktidarlarını sürdürmek, aynı anda bu vesileyle rakip gördükleri İmamoğlu ve CHP’yi yıpratmak, “kent uzlaşısı” gibi bir seçeneğin yurt çapında örgütlenmesini—ki bu, iktidarı kaybetmek anlamına gelir—bulunduğu yerde ezmek ihtimaller dahilindedir. Günün moda deyimiyle AKP-MHP’nin Cumhur İttifakı, “hem karnım doysun hem pastam dursun” derdindedir. Bir yandan bölgesel bir aktör olup uluslararası dengelerde pozisyon almak ve bunu iktidarlarının yandaşı olan sermaye gruplarının rantına çevirmek peşindeler. Ama diğer yandan, bu örneğin Kürtlerle bir barışı gerektiriyorsa bunun iç politikadaki hesabını CHP, DEM ve muhalefet ödesin istiyorlar.
Kürt hareketinin bu süreç ya da çözüm diye tanımlanamayacak durumdaki pozisyonunu analiz etmek, geçmiş süreçlerin ayrıntılı bir değerlendirme ve muhasebesini gerektirir. Bu yüzden, ayrı bir yazının konusu olmalı. Ancak birkaç temel konuya değinmeden bitirmek de başladığımız noktayı geçersiz kılar. Öncelikle Kürt hareketi ve özelde PKK, faşist ve milliyetçi cenahın “dış mihrak” tanımına sıkıştırılma gayretine rağmen temelinde Türkiyeli bir harekettir. Bu kanaatimizde, çoğu katılımın Türkiye’den olması ve kurucu kadrolarının Türkiye’nin 70’lerdeki sol devrimci hareketinden gelmesinin payı yoktur demeyeceğim. Bu, önemli ölçüde bu harekete rengini verir, hatta Kürt sağcılarının ve diğer ülke Kürtlerinin de zaman zaman eleştiri konusu olmuştur. Ancak Kürt hareketinin çözümü Ankara’da, TBMM’de aramasının nedeni yalnız bu tarihsel bağlara indirgenemeyecek bir stratejik tercihi de içerir. Kürt hareketi bugün, diğer rakip projelerle yarışarak ya da birleşerek farklı ülkelerdeki Kürt birliğini sağlayabilir mi? Ya da mevcut haliyle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi gibi bir özerklik elde edebilir mi? Rojava’da denediğini daha büyük ölçekte deneyebilir mi? (Elbette bu seçenekler üzerinden bir rekabet de vardır.) Cevap da muhtemelen evettir. Ancak bu, büyük ölçüde bölgede İsrail ve ABD desteğinin daha da önem kazanması anlamına gelecektir. Nitekim İsrail bölgede Arap olmayan bir ittifak arayışı çerçevesinde Ortadoğu’da Kürt hareketinin bir destekçisi olmayı seçmiştir. Filistin’deki katliama işaret edildiğinde de Netanyahu’nun ABD’de podcast yaparak yorumlar yapan oğlu Yair Netanyahu’dan yanıt, bu katliamı örtme çabasıyla Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin Kürtlere yönelik katliamlarına işaret ederek gelmiştir. İsrail’in bu kestirmeciliğinin siyasi hesabı Kürt hareketinin değil kendisinin sorumluluğudur.
Kısaca ABD ve İsrail, bir barış sürecinin ama kendi kontrollerinde bir barış ve devletleşme sürecinin arkasında olmak isteyeceklerdir. Ancak böylesi sıkışmış çıkışı olmayan bir devlet aslında egemenliği kısıtlı, iddiaları son derece sınırlı bir devlet olacaktır. Bu, bugüne kadar Kürt hareketinin kendi kadroları açısından ödediği bedel ve verdiği mücadelenin karşılığı olarak değerlendirilebilir mi emin değilim. Halbuki bugün neredeyse tüm kadrosu ve lideri hapiste olan Türkiyelileşme projesi, tam da bu kaderi yenmeye yönelik siyasi bir hamledir. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bu bağlamda Kürt Sorunu, Kürt meselesi üzerinden milliyetçileşmiş emekçi kitlelerin sağ siyaset tercihiyle darbe yorgunu sol ve sosyal hareketlerin çözemedikleri bir hal almıştır. Türkiyelileşme projesi, tam da bunu kırmaya yönelik, Kürt hareketinin Türkiye’nin batısında müttefik hareketlere el vermesi ve kendisini de burada etkin bir siyasal hareket kılmaya yönelik yaptığı bir hamledir. CHP oylarının yüzde 23 olduğu durumda, HDP’nin bilhassa kendisi için kurulmuş barajı aşması, müesses nizam açısından adeta bir yönetim krizi doğurmuştur. Batıdaki kriz ve itirazları Kürtler için kullandıkları sopayla kolaylıkla çözmeye alışmış müesses nizam kısa bir yönetememe atağı geçirmiştir. “Seni başkan yaptırmayacağız” tutumuyla perçinlenen bu kriz, sonunda çözüm sürecinin de sonunu getirmiştir. Şöyle de sorulabilir: siyaseten güçlenmenin devamı yerine o gün yapılan fiziki çatışma tercihi, bugünden bakılınca stratejik açıdan tartışılmaya muhtaç mıdır? Özetle, 2015’teki Türkiyelileşme çabası politik olarak mı yoksa fiziksel olarak mı yenilmiştir, 2016 yenilgisinin muhasebesi yeni bir döneme girerken yapılabilmiş midir? Kürt hareketinin başını çektiği ülkenin her iki yakasını bir araya getirmiş bir toplumsal muhalefet yerine bugün hangi siyasi çerçevenin içinden muhalefet ediyoruz?
Burada yazıyı bitirmekten yanayım. Bu soruların cevabını aramak başka yazıların işidir. Ancak buradan çıkacak sonuç, Kürt hareketinin çözümü öncelikle bu ülkede arama tercihi ve zorunluluğudur. Burada özetlemeye çalıştığım çerçeve elbette her şeyi açıklamıyor. İran, Rusya ve Mısır’ın tutumları, örneğin İsrail ile Türkiye’nin hem rakip projelerde yer alıp hem de Filistin’de katliam sürerken ticaretin en yüksek düzeylerde seyretmesi gibi, bölge ülkeleri arasındaki denge ve ilişkiler; örneğin IMEC projesinin içinde olan kimi ülkelerin BRI’de, orada yer alanların Kalkınma Yolu’nda olması ve tüm güçler arasında kendi çıkarları doğrultusunda özne oldukları gerçeği de hep akılda tutulmalı. NATO ve kimin neye karşı nasıl silahlandırılacağı tercihleri de başka bir çerçeve çizebilir elbet.
Ancak demem o ki, her ne kadar iç politika ve bölgesel dengeler konuşuluyor olsa da bu çerçeve hesaba katılmadan yapılacak tüm analizlerin eksik olacağı ortadadır. Sonuç olarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın teşekkürü ve teşvikiyle Devlet Bahçeli Kürtlere doğru koşarken, iktidarının devamını garantiye alacak siyasi bir hamle yapmak kadar, bölgesel gücünü genişletecek, derinleştirecek rant, inşaat, para ve petrolün peşindedir. Bunun en kısa ve kolay yolu şimdilik sınırlı bir barış teklifinden geçmektedir. 2015 sürecinde olduğu kadar üst perdeden toplumsal bir barış talebinin de ortada olmaması AKP-MHP cephesinin hevesini zirveye çıkarmaktadır. Ancak Kürt hareketinin şu anda çok avantajlı bir konjonktürün tam ortasında, elinde anahtarı tutar şekilde oturduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden her kürsüye çıkan Kürtlere dönerek el artırmakta, uzatılan eli tutmaması ihtimaline tehditler savurulmaktadır. Bu tehditler ihtimal dışı değildir. İsrail’in nihai çözümünün bir benzerini uygulamalarının Kürtler söz konusu olduğunda Türkiye Cumhuriyeti devleti için hiç de uzak bir olasılık olmadığını yakın geçmişimizden biliyoruz. Ancak açıktır ki kırk kez denemiş ve yanılmış bir yöntem başka bir sonuç vermez, veremez. Başta söylediğimiz yerde bitirelim: Tüm bölgesel savaşlar ve çatışmalar, çözüm ve barış da bu durumda, küresel kapitalist işleyişten apayrı bir evrende gerçekleşmez. Bölgesel çıkarlar, iç politika kaygıları bu arka plan içerisinde de okunmalı ve algılanmalıdır. Demir yolları, kanallar ve geçişler, küresel işleyişin dar boğazları ve yolları geçtikleri bölgeleri sonsuza kadar, çoğunlukla radikal şekilde değiştirir ve dönüştürür. Ama iyi ama kötü yönde; bu, eyleyen öznelerin politik tercihlerine olduğu kadar, sizin bu tabloya hangi politik çerçeveden baktığınıza da bağlıdır.
- https://carnegieendowment.org/research/2024/06/us-engagement-in-the-indo-pacific-dont-trade-away-trade?lang=en
- Çin-Moğolistan-Rusya Ekonomik Koridoru (CMREC): 2014 yılında, Duşanbe’de Xi Jinping tarafından önerilen bu koridor, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni Rusya’nın Avrasya Birliği ile Moğolistan’ın Bozkır Yolu programıyla uyumlu hale getirmeyi amaçlamaktadır. Koridorun iki ana güzergahı, Çin’den Moğolistan ve Rusya’ya uzanarak ulaşım altyapısına ve sınır ticaretine odaklanmaktadır.
Yeni Avrasya Kara Köprüsü (NELB): Pasifik ile Atlantik’i birbirine bağlayan bu güzergah, Çin’in Lianyungang ve Rizhao kentlerinden başlayarak Hollanda ve Belçika’ya uzanır. NELB, Asya ile Avrupa arasında ticaretin kolaylaştırılması için kritik bir uluslararası güzergah olarak öne çıkmaktadır.
Çin-Orta Asya-Batı Asya Ekonomik Koridoru (CCWAEC): Çin’in Xinjiang bölgesinden başlayıp Orta Asya ülkeleri ve Batı Asya üzerinden Basra Körfezi ve Akdeniz’e ulaşan bu koridor, özellikle altyapı eksikliklerinden kaynaklanan bölgesel kalkınma zorluklarını hedeflemekte, bölgedeki ekonomik entegrasyonu sağlayacağını vaat etmektedir.
Çin-Hindi-çin Yarımadası Ekonomik Koridoru (CICPEC): Çin ile ASEAN ülkelerini kara ve deniz yoluyla birbirine bağlamaktadır. Buradaki demiryolu ve karayolu ağlarını genişletmeyi hedeflemektedir. CICPEC, bölgedeki şehirlerin ekonomik entegrasyonunu artırarak ASEAN ile Çin arasında karşılıklı işbirliği öngörmektedir.
Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC): Çin’in Kaşgar şehrinden Pakistan’ın Gwadar Limanı’na kadar uzanan 3.000 km’lik bu koridor, Çin’in Kuşak ve Yol ile 21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu projelerini birbirine bağlayarak iki ülke arasındaki ulaşım ve enerji işbirliğini artırmayı hedeflemektedir.
Bangladeş-Çin-Hindistan-Myanmar Ekonomik Koridoru (BCIMEC): Çin ve Hindistan’ın iki büyük pazarı bağlamak amacıyla önerdiği bu koridor, Güneydoğu Asya ülkeleri arasındaki ticareti ve altyapı işbirliğini güçlendirmek üzere kurulmuştur. BCIMEC, Güney, Güneydoğu ve Doğu Asya’nın bütünleşik ekonomik kalkınmasını hedeflemektedir. - https://www.reuters.com/world/us/trump-launched-cia-covert-influence-operation-against-china-2024-03-14/
- https://gjia.georgetown.edu/2023/06/02/chinas-increasing-role-in-the-middle-east-implications-for-regional-and-international-dynamics/
- https://ecfr.eu/publication/china_great_game_middle_east/
- https://ecfr.eu/publication/china_great_game_middle_east/
- https://www.wilsoncenter.org/article/what-know-about-iraq-turkey-europe-development-road-project
- https://www.gazeteduvar.com.tr/akpnin-demir-aglari-imtiyaz-ingilize-propaganda-turke-makale-1661082#google_vignette