5 Kasım 2024 yani bugün ABD tarihinin altmışıncı seçimleri yapılıyor. Seçimler ve sonuçları üzerine yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda parlak değerlendirme yazısı yazıldı. Gazetelerden okuduğuma göre Washington Post gazetesi, ki her seçimde adayını açıklama gibi bir özelliği varmış, bu seçimlerde aday açıklamayacağını bildirmiş. Buna yanıt ilk elden 200 bin abonelik iptali ve bazı istifalar olmuş. Anlaşılan Jeff Bezos örtük olarak Trump kazanacak beklentisinde ama belirsizlik o kadar yüksek ki risk almaktan kaçınmış… Onun girişimci ruhuna hiç uygun bir davranış değil sanki ya da tam tersi, belirsizlik altında bazen karar almamak daha iyi olabilir. Oy dağılımı en son %48 Harris %47 Trump şeklindeydi. “Umarım” yarın sonuçları öğrenebileceğiz.
Kısa bir süre önce ilginç bir yazı okudum seçimler üzerine. Yazar Amerikan başkanlık seçim sonuçları ile borsanın son üç aydaki eğilimi arasında yüksek bir korelasyon tespit etmiş. Şöyle ki, son 24 seçimde, S&P 500’ün performansı Kasım seçimlerine kadar geçen üç ayda (Ağustos, Eylül ve Ekim) yalnızca fiyat bazında negatif olduğunda, görevdeki başkan 10 seferden 9’unda yeniden seçilme şansını kaybetmiş. Ancak hisse senedi piyasası o dönemde pozitifse, görevdeki başkan 14 seferden 12’sini kazanmış. Dahası, seçimden önceki iki yılda ekonominin resesyona girdiği altı seferin hiçbirinde görevdeki başkan yeniden seçilememiş. Bunun aksine, büyüyen bir ekonomide, görevdeki başkan her seferinde ayakta kalmış, tam 12 sefer. Oldukça ilginç bir veri. S&P Ağustos başlarında 5200’ün altına doğru gerilerken bugünlerde hafif bir gerilemeyle 5700’lerde, buradan hareketle Demokratların kazanması gerekir. Tabii ki korelasyon ile nedenselliğin farklı şeyler olduğunu hatırlatmak lazım. Bir de tabii bu seçimde görevdeki başkan yani Biden Demokratların adayı değil, onun yerine malumunuz Harris başkan adayı. Ama bu durumun Demokratların oylarını pozitif etkilediği çok açık.
Seçimlerle ekonomik durum arasında bağ kurma arayışı çok yeni olmadığı gibi borsa ile sınırlı da değil. Bizdeki karşılığı ile “boş tencere seçim kaybettirir mi” sorusu her daim önemli olmuş ve çeşitli vesilelerle yanıtı aranmış bir soru. Yanıtlar muhtelif olsa da bakış açısı olarak meseleyi sadece ekonomiye indirgemek doğru olmayacaktır. Ama bu ekonominin hiç etkisi olmadığı anlamına da gelmez.
Bu ilişkiyi anlamaya yönelik akademik çabalar 1970lere kadar geri götürülebilir. 1970ler bilindiği gibi dünya ekonomisinin kriz dönemiydi. Başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ekonomik anlamda sıkıntılarla boğuşmakta, yükselen enflasyon ve ona eşlik eden işsizlik artışı bu ikisinin birlikte olamayacağı yönündeki Philips Eğrisi zeminindeki açıklamaları yetersiz kılmaktaydı. Tam da bu dönemde Arthur Okun adındaki iktisatçı, daha sonra kendi adıyla anılacak olan Sefalet Endeksini ortaya attı. Dönemin en önemli özelliği olan işsizlik ve yüksek enflasyon toplumun geniş kesimlerinin yaşam koşullarını oldukça güçleştiriyordu. Okun buradan hareketle Sefalet Endeksini, son derece basit bir içerikle ve kabaca işsizlik oranı + enflasyon oranı olarak formüle etti. Politikaya yansıması hiç gecikmedi. 1976 ABD seçimlerinde Demokrat Carter, rakibi Cumhuriyetçi Başkan Ford’u sefalet endeksinin yüksekliği üzerinden topa tutuyordu. Görevi Watergate skandalı sonrasında Nixon’dan devralan Ford seçimi kaybettiğinde sefalet endeksi 12,66 gibi yüksek bir seviyedeydi. Gerçekten de 1973-1977 arası Nixon ve Ford başkanlığındaki ABD’de sefalet endeksi, 2. Dünya Savaşı sonrasında o güne kadarki en yüksek düzeyleri işaret ediyordu. Sonuç Demokratların Carter başkanlığında iktidarı alması oldu. Ancak 1970’ler dünya ve ABD’nin yakasını kolay kolay bırakmayacaktı. Carter’ın seçimi kaybettiği ve yerini meşhur Reagan’a bıraktığı 1980 Kasım’ında sefalet endeksi 20,27’ye çıkmıştı. Sonuç da beklendiği gibi Demokratların seçimi kaybetmesi oldu. Reagan’ın hem birinci hem de ikinci dönemi sefalet endeksi açısından olumlu bir sürece işaret ediyor. Özellikle ilk döneminde endeks değeri 11,25’e kadar düştü. Sanırım onun yeniden seçilmesinde kendisinden önceki akut kriz döneminin endeks verisinden kaynaklanan bir tür baz etkisi de önemli oldu. Zira endeks değeri göreli olarak düşmüş olsa da aslında halen yüksek bir noktadaydı. İkinci dönem sonunda değerdeki gerileme devam etse de bu düşüş ancak 9,65 seviyelerine kadar devam etti. Endeks bağlamında bakarsak yirmilerden dokuzlara yaşanan bu düşüş Reagan sonrası Cumhuriyetçilerin George W. Bush ile yeniden seçim kazanmalarında etkili görünüyor. Hele hele Bush’un Reagan’ın başkan yardımcısı olduğu düşünülürse. Baba Bush dönemi sefalet endeksi açısından bir ilerleme sağlamadı. 10,07 ile aldığı değer başkanlık dönemi sonunda 10,50 olmuştu. Baba Bush’un ikinci dönemki seçim kaybında belki bunun da bir rolü vardır. Demokrat Clinton 1992 seçimlerini rahat kazandı. Clinton 10,56 ile sefalet endeksini ilk döneminde 8,19, ikinci döneminde ise 7,35’e kadar geriletmeyi başardı. Demokratların bu başarısı iki dönemlik Clinton yönetiminde sonra iktidarın yine Demokratlarda kalacağı beklentisini yaratabilir, ama öyle olmadı. Oğul Bush’un başkanlığında iki dönem sürecek Cumhuriyetçilerin iktidar dönemi başladı. Ancak bu durum sefalet endeksine duyulan güveni tamamen yok etmemeli. Zira oğul Bush’un ilk seçiminde yarıştığı Demokrat aday Al Gore gerçekte seçmenden daha çok oy aldı, yani sefalet endeksindeki düşüşün dolaysız beklentisi olan yurttaştan daha çok oy alma durumu bir kez daha gerçekleşti. Bush oyların %47.9’unu alırken Al Gore %48,4’ünü almasına rağmen delege sayısında durumun 271’e 266 olması Bush’a başkanlık yolunu açtı. Bush’un iki dönemlik başkanlığının sefalet endeksi açısından sonuçları olumlu değildir. Endeks bu dönemde 7,93’ten 10,16’ya çıkmıştır. Belki iktidarın Obama başkanlığında Demokratlara geçişinde bu süreç de etkili olmuştur. 2009’dan 2017’ye Obama’nın başkanlık dönemi sefalet endeksini 7,83’ten 6,54’e doğru geriletti. Aynı akıl yürütme ile beklentiler yine Demokratların kazanması yönünde olmalıydı. Ancak iktidar 2016 seçimlerinde Trump ile birlikte Cumhuriyetçilere geçecekti. Sefalet endeksi işe yaramamış görünüyordu. Ama biraz daha yakından bakınca Trump zaferinin tıpkı Al Gore karşısındaki oğul Bush’un zaferine benzediği kolayca görülebilir. Gerçekten de seçim sonunda Demokrat aday Hillary Clinton rakibinden %2.1 fazla oy alsa da delege sayısında oldukça geride kaldı. Ama beklendiği gibi sefalet endeksi en çok oy alacak adayı/partiyi doğru işaret etmişti. Trump döneminde sefalet endeksi 7,3’den 8,01’e çıktı, şüphesiz Trump’ın seçimi Demokrat Biden’a kaybetmesini bununla açıklamak analizi zorlamak olacaktır. Trump’ın genel çizgisinin seçmenin önemli bir kısmı üzerinde yarattığı kaygıların daha etkili olduğu söylenebilir.
Günümüze geldiğimizde, Biden döneminde sefalet endeksinin 7,7’den 6,54’e gerilediği görülüyor. Bu demokratlar için iyi bir haber, yanı sıra Biden’ın aday olarak yerini Harris’e bırakması da öyle. Veriler bunu açıkça gösteriyor. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi borsa da Demokratlar için güzel şeyler söylüyor. Ancak diğer yandan Clinton ve Obama’nın ikinci dönemlerini takip eden seçimleri de hatırlamamak mümkün değil. Demokratların yüzde olarak daha çok oy alsalar bile delege sayısı açısından seçimi bir kez daha kaybetme ihtimalleri çok da olanaksız görünmüyor.