Devlet Bahçeli, Meclis açılışında DEM Parti sıralarına el uzattığından bu yana tutarlı biçimde Kürt sorununda çözüme dair tartışmaları güçlendiren açıklamalarda bulunmayı sürdürüyor. Bu açıklamalardan en şaşırtıcı bulunanı ise Bahçeli’nin bu haftaki Meclis konuşmasında tecridin kaldırılması halinde PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “Umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması” için çağrı yapması oldu.
Bu çağrıya kadar tek taraflı yapılan değerlendirmelere karşı tarafın yanıtının ne olduğu bilinemedi. Bahçeli’nin çağrısının ertesi gününde, yakınları ve avukatları ile görüşme hakkı ihlal edilen Abdullah Öcalan, dört buçuk yıl aradan sonra nihayet ilk yüz yüze görüşmesini yeğeni Ömer Öcalan’la yaptı. Ömer Öcalan’ın aktardığına göre çağrılara Abdullah Öcalan’ın yanıtı “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” biçiminde idi. Yani Öcalan Bahçeli eliyle devletin başlattığı bu sürece koşullar oluşursa bir muhatap olarak dahil olmayı kabul ettiğini duyuruyordu. Ardından KCK tüm yapı ve bileşenleri ile Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacağını belirtti. Böylece PKK cephesi Öcalan’ın örgüt üzerindeki inisiyatif ve otoritesinin hala ne denli güçlü olduğunu da ilan etmiş oldu.
Üç hafta önce başlayan süreç nihayet muhatabından gelen sesle karşılıklılık esasına doğru evrilmeye başladı. Her ne kadar Devlet Bahçeli “Türkiye’nin yeni bir çözüm sürecine değil, ortak aklı çalıştırmaya, dürüst ve samimi adımlara, dış dayatmalara kapalı durmaya, 1000 yıllık kardeşliği daha kuvvetlendirmeye ihtiyacı vardır, olmalıdır” dese de 1000 yıllık kardeşliği kuvvetlendirmek için Türkiye’nin ivedilikle işleyen bir çözüm sürecine ihtiyacı olduğunu o da biliyor. Bahçeli’nin 3 haftadır bu cümleleri kurmasını sağlayan devlet de biliyor. Aslına bakarsanız soluyla sağıyla muhalefet de biliyor.
Herkesin bildiği bir gerçeğin bir türlü hayata geçemiyor olmasında ise küçük hesapların, dar ideolojik prangaların, gereksiz iktidar heveslerinin, rekabetlerin, alışkanlıkların, politik körlüklerin ve aslında önemli miktarda cehaletin etkili olduğunu ilk elden söylemek gerekiyor.
***
İşte tüm bunları kıracak bir süreç hiç umulmadık bir hızla kapıda görünüyor. Zira Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gidip el sıkıştığı günden bu yana gündem baş döndürücü hızda ilerliyor. Söylenen her yeni söz bir öncekini tartışılamadan aşıyor. Toplum her defasında bir öncekini aşan yeni bir söz veya atılması muhtemel yeni bir adıma kulak kabartmış görünüyor. O yüzden “ne dediler?”, “ne oldu?” dan çok “ne diyecekler, ne olacak?” diyenlerin çoğaldığı bir hava kol geziyor.
Bu iyi mi kötü mü, tartışılır. Ancak toplumun yeni bir başarısız süreci kaldıracak mecali bulunmuyor, her başlayan sürecin ardından yaşanan kırılma derinleşen bir güven bunalımının ötesinde bir çözümsüzlüğü ve ortak geleceksizliği biriktiriyor.
Öte yandan sürecin hızlı ilerlemesine şaşmamak gerekiyor, çünkü her süreç öncekilerin biriktirdikleri üzerinde gelişiyor.
***
Nihayetinde Kürt meselesinde çözüm ve barış tartışmaları 1993’den bu yana Türkiye gündeminde. 1993’den bu yana sayısız tek taraflı ateşkesler, dolaylı temas ve görüşmeler, nihayet 2009 Oslo süreci ile beraber aracılı ve aracısız görüşmeler gerçekleşti. Temastan, diyaloğa, görüşmeden müzakere koşullarına doğru uzanan toplantılara kadar pek çok deneyim yaşandı.
2013-2015 süreci müzakereye en yakın süreçlerdendi, olmadı, bir türlü müzakere aşamasına geçmenin koşulları sağlanamadı. Bahçeli’nin başlattığı süreç barış ve çözüm adına müzakere koşullarının oluştuğu ve hatta müzakerelerin gerçekleştiği bir süreç olur mu henüz bilmesek de, devlet de, Öcalan’da, PKK de kuşkusuz 31 yıllık bir deneyimin üzerinde birbirlerine ve topluma sesleniyor. O yüzden hızlı ilerlediği düşünülen söylem süreçleri, aslında 31 yılın sonuçlarının taraflarca ne kadarının kabul gördüğü, ne sonuçlar çıkarıldığı ile ilgili önermeler içeriyor.
Türkiye’de milliyetçiliğin kıblesi olan bir partinin “içerde barış” söylemi, Abdullah Öcalan’ı muhatap olarak işaretlemesi, hatta Meclis’te konuşma yapacak koşullara sahip olmasını talep etmesi edinilen tecrübeden çıkardığı sonuç. O yüzden “ne sorunu, ne barışı, Öcalan’la barış konuşulmaz, terörle pazarlık olmaz…” gibi retorikler şimdilik tedavülden kalkmış görünüyor.
Ancak söylem barış ve çözüm olmakla birlikte Bahçeli nezdinde, devletin çözüm ve barış algısının hala ve henüz Kürt meselesinin tarih, mekân, kimlik ve kültür parametrelerini öncelemediğini, silahlı gücün lağvedilmesini yani tasfiyesini öncelediğini yeniden öğrenmiş bulunuyoruz.
Yılların hatalı bakışlarından biri olan; şiddeti, savaşı, isyanı Kürt meselesinin bir sonucu olarak değil sebebi olarak gören algı hala sürüyor. Şiddet kalkar, isyan bastırılır veya teslim alınır ise Kürt meselesinin biteceği, bu meseleden kaynaklı gerilim hatlarının kalkacağı sanılıyor.
Oysa çatışma çözümlerinde silahsızlanmanın çözüme paralel olarak sona bırakıldığı deneyimler en başarılı deneyimler olarak karşımızda duruyor. Çünkü görüşmelerin ve müzakerelerin esasını sorunun kendisi oluşturuyor, sorunun sonucu değil.
Yok mu tersi deneyimler? Var elbette. Bunlardan ilk akla gelen deneyim Sri Lanka deneyimidir. Tamil soykırımı ile sonuçlanan bu süreç çatışma çözümünde kötü bir örnektir. Yine Kolombiya’da FARC 52 yıllık bir savaşın ardından silah bıraktı ama çözüm görüşmeleri silahsızlanma anlaşması ile uyumlu yürümedi.
Kürt meselesinde de 2013-2015 yılları arasında “önce silahlar bırakılsın” tartışmaları anımsanacağı üzere çokça yapıldı. Bu konuda aslında bir dizi gelişme de açığa çıktı. Silahsızlanma kongresinin eşiğinde ne yazık ki süreç bozuldu. Hasan Cemal’in deyimi ile “atın önüne araba koşan” durumlar o dönemde süreci ciddi anlamda tıkadı.
Bu defa başlayacak olası bir sürecin aynı sorunlara muhatap olup olmayacağını bilmiyoruz. Atılan adımla Kolombiya -FARC deneyiminin bir benzeri mi, Sri Lanka-Tamil Kaplanlarının yaşadığı sürecin bir benzeri mi, İngiltere-İRA ya da Apartheid rejiminin önemli isimlerinden olan ve Mandela’yı şartsız serbest bırakan De Klerk ile başlayan çözüm deneyimi mi, yoksa bambaşka bir Türkiye modeli mi devrede henüz bilmiyoruz. Belki de Bahçeli ile başlayan ama süreci sahiplenenlerle ortaya çıkacak olan özgün bir deneyime tanıklık edeceğiz, kim bilir!
Kullanılan lügat kuşkusuz temsil edilen siyasetle ilişkili ve bu konuşmaların bir kısmı partisinin tabanına, içeriye dönük iken bir kısmı dışarıya ve örgüte ithafen gerçekleşiyor. Ancak söylemler Kürt meselesi ile şiddet bağlamı arasındaki ilişkinin hala klasik bakıştan kurtulamadığını, Bahçeli’nin süreci bu parametrelerle açmak istediğini de düşündürüyor.
Üç haftalık konuşmaların bütününe baktığınızda; içerde ve dışarda ortaya çıkan kimi riskleri bertaraf etme ve ortaya çıkan olanaklara mümkünse hiçbir şey vermeden yada çok az vererek sahip olma isteğinin izlerine rastlıyorsunuz.
Bu istek devletin ve iktidarın egemen karakteri ile uyumlu görünüyor. Burada önemli olan ise şu; İktidar kendi çıkarına ve hesabına uygun olarak bir süreç başlatmak istese de önemli olan barışı ve çözümü konuşulabilecek bir sürecin ortaya çıkmış olmasıdır. İktidarlar mecbur kalmadıkça, daha çoğunu kazanma olasılığı ortaya çıkmadan beslendikleri sorunları çözmek istemez.
Bu mecburiyetler veya olasılıkların doğurduğu süreçleri halkın lehine, özgür ve demokratik gelecek lehine bükmek ise bunun kaygısını duyanlara, bu kaygıyı taşıyanlara düşer..