İsrail’in Hizbullah lideri Nasrallah’ı öldürmesi ardından, tüm dünyada doğal olarak gözler Lübnan’a çevrildi. Ardından İsrail’in Güney Lübnan’a düzenlediği askeri operasyon ile Lübnan dikkat odağı haline geldi. Bizim medya aleminde neler oluyor merak edip baktım. Televizyonlarda Lübnan analizleri, yorumları havada uçuşuyor. Lübnan’dan haber yapmaktan ziyade savaş, yıkım çığırtkanlığı yapan muhabirlere bağlanılıyor. Son durum değerlendirmeleri son dakika haberlerden, 1400 yüzyıllık Sünni-Şii ayrışmasına sıçrıyor. İç savaş senaryoları yazılıyor. Uzatmayalım ama inanın, pek çoğunu izlerken konuşanlar adına ben utandım.
‘İşte medyanın geldiği nokta’ diyemeyeceğim, bizim ‘ana akım medya’ hep bu noktadaydı. Ana akım dışı medya da daha iyi durumda değildi, halen de değil. 2005 yılında Hariri’nin öldürülmesi sonrası yapılan protestolara ‘Sedir Devrimi’ adı verilmiş, bizimkiler de bunu haber yapmıştı ama Lübnan bayrağında sedir ağacı olduğunu bilmeyen kodaman gazeteciler vardı. Malum, bizim seküler kesim, Ortadoğu’yu bilmemeyi marifet sayar, muhafazakâr/İslamcı kesim ise klişeler ötesine geçmekle ilgilenmez. Arapça bilen, Ortadoğu uzmanı sayılır. Bizim nesil için ümit yok, bari bu vesile ile genç gazeteci ve siyaset yorumcularına bir tavsiyede bulunayım; haber ve yorum yaptıkları konular hakkında asgari düzeyde de olsa biraz bilgi edinmeye gayret göstersinler. Bu amaçla, Lübnan’da olan bitenleri anlamak açısından faydalı olacağını düşündüğüm kısa bir özet yapmak istiyorum.
Birincisi, İsrail’in hedef aldığı Lübnan değil, Hizbullah. Yok, İsrail’in iddia ettiği gibi ‘Hizbullah Lübnan demek değil’ de denemez. Bu örgüt, Şii nüfusun çoğunu temsil eden siyasi bir aktör. Dahası, Lübnan içinde mevcut çatışma hatları çerçevesinde, yıllarca Şiiler dışındaki farklı kesimleri temsil eden partiler ile koalisyon yaparak, Lübnan Parlamentosu ve hükümetinde yer aldı. Diğer taraftan, Güney Lübnan’da İsrail ile savaşarak, İsrail’i Lübnan sınırları dışına çıkarmış olduğu için fazladan bir prestiji vardı.
Adım adım gidelim, önce İsrail’in Güney Lübnan’da ne işi vardı? Ürdün’den İsrail’e karşı mücadele eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), bu ülkenin ‘başını derde soktuğu’ için, Ürdün ordusunun Filistin kamplarını basıp binlerce Filistinliyi öldürmesi ile (Kara Eylül denilen olay) 1970’de bu ülkeden çıkarılınca, Lübnan’a gitti. FKÖ Güney Lübnan’da konuşlandı, Beyrut’ta büro açtı. O döneme ait pek çok gazetecinin, bu büroda Yaser Arafat ile çekilmiş fotoğrafı vardır. Ancak, FKÖ bu kez Lübnan içindeki zaten hassas olan siyasi dengeleri bozdu. Ayrıca, Lübnan İsrail’in hedefi haline geldi.
O zaman Sosyalist Parti lideri olan Dürzi lider Kemal Canbolat ve diğer ‘solcu Müslüman’ FKÖ destekçileri ile, Maruni Hıristiyan partileri (Falanjist Kataib partisi ve Lübnan Kaplanları) arasında 1975’de patlak veren iç savaş bu zeminde gerçekleşti. O zamanlar, siyaset mezhep ve din üzerinden değil sağ ve sol olarak kodlandığı için, bu çatışma, ‘sağcı Hıristiyanlar ile solcu Müslümanlar’ın savaşı’ şeklinde ifade edilirdi. Detaylarını geçelim. İsrail’in yakından izlediği bu çatışma esnasında, Maruni partileri İsrail ile işbirliği yaptılar. İsrail 1982’de Lübnan’ı işgal edip Beyrut’a kadar geldi. Marunilerin, liderini öldüren FKÖ’ye karşılık olarak, Beyrut yakınlarındaki Filistin kampları olan Sabra ve Şatila’da katliam yapmaları İsrail işgali altında oldu.
Sonuçta, uluslararası arabuluculuk ve anlaşmalar çerçevesinde, İsrail çekilmek ve FKÖ de Lübnan’dan ayrılmak durumunda kaldı. İç savaş düşük yoğunluklu olarak bir süre daha devam etti. Bu arada Güney Lübnan’dan çekilen FKÖ’nün yerini, bu bölgede yaşayan Şiilerin İsrail işgaline karşı savaşmak üzere kurdukları Şii örgütleri (Emel ve Hizbullah) aldı. Lübnan iç savaşı 1990’da Suudi Arabistan’ın öncülüğünde yapılan Taif Anlaşması ile resmen bitti. Bu anlaşma, tüm tarafların silah bırakmasını öngörüyordu. Hizbullah istisna kabul edildi. Zira Lübnan iç savaşında mevcut değildi, Lübnan içinde hiçbir grupla savaşmamıştı ve sadece Güney Lübnan’da İsrail’e karşı ülkesinin savunması yapıyordu. Yani, ‘vatan savunması’ yapmak gibi bir meşruiyeti vardı.
1990 Taif Anlaşması’ndan sonra Lübnan’da siyasi aktörler ve dengeler değişti. Bugün olanları anlamak açısından bu süreç çok önemli. İsrail ile işbirliği yapan Maruniler, 1982 İsrail işgali sonrası büyük itibar kaybetti ve Batı dünyasının Lübnan’daki müttefikleri olarak önemlerini yitirdi. Bu noktada Suudi Arabistan, Lübnan siyasetinde düzenleyici bir rol kazandı. Suudi Arabistan’ın Batı dünyasının (önce komünizmle mücadelede, sonra İran’a karşı) bölgedeki baş müttefiki olduğunu hatırlatayım. Suudi Arabistan Taif Anlaşması’na ev sahipliği ötesinde, zaman içinde siyasi önemini yitirmiş olan eski Sünni siyasetçiler yerine yeni bir aktör alarak beliren Refik Hariri’yi destekledi. O kadar ki, Hariri’yi ‘siyasi aktör’ olarak Suudi Arabistan’ın icat ettiği bile söylenir. Böylece itibarını kaybeden Maruniler yerine Batı dünyasının Lübnan’daki müttefikleri Sünniler/Hariri oldu.
Burada kısa bir not düşelim. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batılı güçlerin güvenlik siyaseti açısından Ortadoğu’da ‘sorun’ teşkil edenler; Arap sosyalizmi, Arap milliyetçiliği, Nasır’ın öncüsü olduğu bağımsızlıkçı akımlar ve rejimler ve Filistin mücadelesi idi. Bölge ülkeleri arasında, Batı müttefikleri ile diğerleri arasında oluşan çatışma hattı, Lübnan iç siyasetine de aynıyla yansımış oldu. Ancak, İran devrimi ve ardından Soğuk Savaş’ın bitişi ile durum değişti. Daha doğrusu Batı müttefiki ve karşıtı rejimler bu kez İran karşıtı veya yandaşı olarak ayrıştılar. Lübnan Hizbullahını sadece mezhep dayanışması olarak değil, aynı zamanda bu genel tablo içinde değerlendirmek gerekir.
Bu noktada, Lübnan’a ilişkin kafa karışıklığına neden olan mezhep, din ayrışmalarına kısaca değinmek gerekir. Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransız nüfuz bölgesinde kurulan Lübnan Cumhuriyeti’nin dini gruplar temelli bir siyasal temsil sistemi vardır. Müslümanlar ve Hristiyanlar arası temel ayrım ötesinde, 17 mezhep grubunun da temsili söz konusudur. Müslümanlar Sünni, Şii ve Dürzilerden, Hıristiyanlar Maruni, Grek Ortodoks, Ermeni (Kilisesi) ve daha küçük gruplardan oluşur. Ancak, Lübnan siyaseti sadece din/mezhep çerçevesinde kavranamaz. Zira, siyasetin sağ-sol ekseninde veya Arap milliyetçiliği ve Batıcılık ekseninde ayrıştığı süreçlerde, ideolojik tercihlerin din/mezhep ayrımını arka planda bıraktığı pek çok durum vardır.
1990 sonrası Hariri’nin öne çıktığı dönemi takiben de, Marunilerin Kataib Partisi müttefiki iken eski Sünni Müslüman siyasi aktörlerin bazısı muhalifi idi. 2005’de Hariri suikastı ardından Lübnan’da siyasi kamplaşma iki grup olarak netleşti. Hariri’nin partisinin başını çektiği 14 Mart grubu, Marunilerin bir kısmını, karşı grup olan 8 Mart grubu ise Marunilerin başka bir partisini kapsıyordu. En ilginci, zamanında babası (Kemal Canbulat) Filistinliler ile birlikte Maruni Falanjistlere karşı savaşmış olan Dürzi lider Velid Canbulad, Maruni Falanjist Partisi ile aynı safta Hariri cephesinde yer alıyordu.