Geçenlerde bir sanat sohbeti ve şiir dinletisi etkinliğindeydim.
Yaratım süreci üzerine konuşuluyordu.
Şair bir arkadaş, “yaratım süreciniz nasıldır?” diye bir soru sordu.
Orada konuşmak istemedim böyle ortamlarda dinlemeyi daha çok sevdiğim için.
Her yaratım süreci farklı bana kalırsa.
Bende nasıl gelişir bu süreç biraz anlatabilirim sanırım.
Bazen bir şeyden etkilenirim ve kafamda döndürüp dururum o konuyu.
Bazen kendimi beyaz bir sayfanın karşısında bulurum ve bazen ona boş boş bakarım bazen de doğrudan içine dalıp çizmeye ya da boyamaya başlarım.
Bazen ağaçların arasında gezerken aklıma bir şey düşer ve oradan ilerlerim.
Bazen böyle ne ararsan bulabileceğin, sanayi bölgesi veya boş bir tarla gibi bir yerde ya da sahilde gözüme bir şey çarpar, onu elime alır düşünmeye başlarım.
Ya da onu eve getirir bir kenara koyarım ve günü gelince kullanırım.
Bazen bir yere boyalar dökülür ve oradan çıkan doku bana bir şeyler çağrıştırır.
Sonra o bir işe dönüşür…
Kim bilir, belki de dönüşmez.
Bazen elime bir defter alırım ve onu karalamaya başlarım. O sıralarda hiç fark etmeden ya da son derece bilinçli bir şekilde yolumu çizerim ve konunun özeti ortaya çıkar.
Bir sergiye hazırlanıyorsam o kavrama uygun bir şey çıkarmaya çalışırım.
Okurum, bakarım, düşünürüm üzerine.
Bazen bir fikir üzerine uzunca bir süre düşünmem gerekir; bazen nasıl ilerleyeceğim aniden aklıma geliverir.
İnsan bir şey üretmeye çalışırken kendini de tanır sanırım.
Bir başka değişle tüm bu yaratım süreci insanın kendini tanıma süreci gibi aslında.
İçinden çıkan şeyler kesinlikle tesadüfi değil.
Hepsinin bir sebebi, geçmişi ya da altyapısı var.
Bir sefer bir sergiye katılmıştım.
Serginin bir politikacı tarafından açılacağını gruba katıldıktan sonra anlamıştım.
Söz verdiğim için katılmamam mümkün değildi.
O yüzden bu işin içinden çıkabilmek için bir şey buldum.
Kendimce bir karşı duruş sergilemeliydim.
Bir iş hazırladım ve adını Küçük Sıra Dışı Kadın (Little Ms. Unconventional) koydum ve onun ağzından şöyle bir not düştüm:
“Küçük Sıra Dışı Kadın asi bir kişilik. Geleneksel kasabada alışılmadık olmayı seviyor. Kendi tarzında yaşamayı seviyor. Geleneksel kasaba oldukça yavan, ama o yaptığı her şeye renk katmayı seviyor”
Roger Hargreaves’in kitap isimlerinden esinlenerek koyduğum bu isimdeki karakter hiç çaktırmadan oranın parçası olmayı reddediyordu.
Bu işi sergileyerek kendimce karşı duruşumu sergilemiş oldum, açılış vakti oradan uzaklaştım ve bir daha böyle açılışlı sergilere katılmamaya karar verdim.
Yani diyeceğim o ki, her yaratım süreci biricik ve bu yolculuklar kimi zaman sancılı kimi zaman keyifli olabiliyor.