Sahneye çıkmak, kalabalık karşısında laf etmek kolay değil. Bir de peşinizde siyasi iktidardan güç alan, siyasileşmiş hukuk sisteminden faydalanan hem ulusal hem uluslararası sermayeden oluşan koca bir koalisyon varsa daha da zor. Sizin, sevdiklerinizin canını hiçe sayan, ne milyon yıl geçmişiyle doğaya ne de gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluk duyan, sorumluluk ne kelime, rant için her değerin yok edilmesine böylesine açık, örgütlü bir çete… 5 Ekim’de Çanakkale’nin Cumhuriyet Meydanı’nda galiba şimdiye kadar madenciliğe karşı yapılan en geniş katılımlı mitingde köylüler sahneye çıktığında çok heyecanlıydılar. Önceden düşündükleri cümleler, sloganlar vardı, “Ormanlarımızda mantar toplamak istiyoruz” diyorlardı, lafı hiç uzatmadan malum holding için “Cengiz defol” diyorlardı ama mikrofon sırası gelip de bir an kelimler zihinden uçtuğunda ya da kelimelerin duygularına yetmeyeceğini düşündüklerinde böyle “Hayıııır” ya da “Defooool” diye bağırdılar sahneden.
Asıl vahşi olan kim?
Kazdağları Ekoloji Platformu ile Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği’nin çağrıcısı olduğu “Vahşi Madenciliğe Hayır” mitingine katılan herkesi saymak olanaklı değil, kusur görmesinler. Öncelikle Kazdağları çevresinden Hacıbekirler, Yanıklar, Muratlar, Arıklı köylerinden gelenler vardı. Gökçeyazı, Karadeniz Ereğli, Artvin gibi aynı can acısını duyarak daha uzak yolları tepenler oldu. Ege bölgesinde çevre, ekoloji mücadelesi veren birçok oluşum alandaydı; Alpagut-Atalan’da Madene Hayır Platformu, Agonya Dayanışması, Ayvalık Tabiat Platformu, Balıkesir Çevre Platformu, Balya Orhanlar Dayanışması, Biga Ekoloji Platformu, Burhaniye Çevre Platformu, Çan Çevre Derneği, Gökçeyazı Türkmen Dağı Çevre Koruma ve Dayanışma Derneği, Gülpınar Sürdürülebilir Yaşam Derneği, Kazdağları Kardeşliği, Polen Ekoloji Kolektifi, Yenice Dayanışması sadece bir kısmı. Bunun ancak farklı politik katmanlarda bir mücadeleyle yürütülebileceğini bilen muhtelif toplumsal dernek, oda ve birlik, sonra kadın örgütleri, sendikalar ve hükümet ortağı olanlar dışındaki partiler oradaydı. Eski Salı Pazarı tarafında toplanıp yola çıkan uzun kortej akşam 18.00 civarında isimleri tek tek anons edilerek alana girdi. Kimi bir ozalitçiden çıktı alınmış dövizler, bez afişler taşıyordu ama çok fazla da kartona elle yazılmış pankart vardı. Ancak tehlikenin yaygınlığını gösteren bir veri olabilir bu, bir dolu “x İliç olmasın” pankartı dolanıyordu ortalıkta. Herkes kendi köyünün adını yazmış öncesine, herkesteki korku Erzincan İliç’teki felaketin tekrarlanması.
Genelde kullanılan kalıp “vahşi doğa”dır. Oysa gerçekten vahşetten konuşacaksak doğanın yabanında böyle bir şiy yok. Mitingde Füsun Kayra’nın seslendirdiği etkileyici ortak deklarasyonda doğayı yaşayan bir sistem olarak değil rant kaynağı olarak gören kapitalizmin bu anlamda “vahşetinden” söz ediliyordu. Madencilik de, yağmanın, sömürgeciliğin, doğa üzerinde tahakkümün özünde bulunduğu bu hegemonyanın en yıkıcı yanlarını taşıyor.
Kazdağları, yaban hayatı için çok önemli bir coğrafya; yayıldığı 1 milyon 697 bin hektarda doğal sit alanları, gen koruma alanları, milli parklar, kent ormanları, tabiat parkları da içeriyor. 72’si endemik olmak üzere 1400’ün üzerinde bitki türünün ve sayısız hayvanın yuvası. Buna karşılık mitingde vurgulanan gerçeğe gelirsek: Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan verilere göre bu alanın yüzde 79’u madencilik faaliyeti için ruhsatlandırılmış durumda. Bu inanılmaz bir veri. Yerli ve yabancı 90 civarında şirketin aldığı bu ruhsatlardan yaklaşık yarısı aktif. Bugün Bayramiç, Çan, Lapseki, Ayvacık,Yenice, Balya, Havran, İvrindi, Burhaniye, Ayvalık, Sındırgı, Dursunbey kendini sırada hissediyor. Bayramiç ve Çan’a yayılan Halilağa Bakır Madeni projesinde Cengiz Holding’e ait Truva Bakır Madencilik 1 milyona yakın ağacı çarpılarla işaretlemiş durumda.
Yavaş şiddet, yavaş ölüm
Altın madenciliği ölümcül etkisi uzun zamana yayılan, her evresinde çok yönlü yıkım getiren bir faaliyet. O gün temsilcileriyle alanda bulunan Polen Ekoloji Kolektifi’nden doğan Polen Ekoloji Enstitüsü Haziran ayında “Altın Madenlerı̇ Kapatılsın! Sı̇yanürle Ölümün Ekolojı̇sı̇” başlıklı bir rapor yayınladı. Altın madenciliğinin yarattığı çok boyutlu yıkım anılıyor: Su varlıklarını kirletiyor ve zaman içinde tükenmesine yol açıyor. Toprağı, tarım alanlarını, meraları zehirliyor, ormanları yok ediyor. Madende çalışan işçilerde sağlık sorunları yaratıyor, düpedüz erken öldürüyor. Keza maden çevresinde yaşayanlarda ölümcül hastalıklara neden oluyor. Yaşadıkları sürede halihazırdaki geçim ekonomisini sakatlıyor, birçok durumda insanları yerlerinden ettiği için mülksüzleştiriyor. Üretim süreci o kadar çok sayıda yüksek risk barındırıyor ki en ufak bir kazanın etkisi geniş coğrafyaya yayılıyor, can kaybına neden oluyor. Maden alanlarının çevre sakinleri için istihdam yarattığı iddiası hiç gerçekçi değil. Diyelim işletme faaliyete son verdi, yine bu bir son anlamına gelmiyor, maden sahasındaki tehlikeli atıkların çevreye zararlı etkisi yüzlerce yıl sürüyor.
Raporda atıksu barajları etrafında ve çevre yerleşim alanlarında serbest hidrojen siyanür ölçümü yapılmaması, yapılsa bile halka bilgi verilmemesi, halkın ve tabii madende çalışanların hayatlarının tamamen gözden çıkarılmasının işareti olarak ele alınıyor. Bu da “yavaş şiddet” demek; etkisi orta ve uzun vadeye yayılan bir şiddet türü. Hatta nihai etkiler göz önüne alındığında madencilik faaliyetinden kâr edenlerin halkı “yavaş ölüm”e ittiğinin işareti bu.
Vaziyetin vahşetini gösteren verilere bakarsak: Türkiye’de altın madenciliği 2001’de Bergama Altın Madeni’yle başlamış, 1990’lı yılların sonu Bergamalı köylülerin buna karşı verdiği efsanevi mücadeleyi de bir milat gibi direniş külliyatımıza eklemişti. İşte o zaman altın üretimi 1.4 tonla başlamıştı, 2023’te ise bu rakam 35,5 ton’a yükselmiş. TÜİK istatistiklerine göre 2018’de 11 milyon ton civarında olan tehlikeli atık miktarı 2020’den sonra iki katına çıkmış görünüyor. Yarısından fazlası uluslararası şirketlerin faaliyeti ve Doğu Karadeniz ile Ege Bölgesi projelerin en yoğun olarak yer aldığı bölgeler. 2. Kalkınma Planı’nda madencilik sektörü hedefleri arasında, 2022’de 4,6 milyar dolar olan maden ihracat gelirinin 2028’de 10 milyar dolara çıkarılması yer alıyor. Bu ekolojik anlamda kırım demek, cinayet demek.
Çanakkale’deki ilkiydi, “Vahşi Madenciliğe Hayır” mitingi madencilik tehdidi altındaki diğer kentlerde sürecek.