Geçtiğimiz haftalarda kaybettiğimiz, Marksist kültür eleştirisinin en önemli ve özgün isimlerinden olan Fredric Jameson’ın diyalektik yöntemin özünü sunduğu ünlü bir düsturu bulunur: “Daima tarihselleştirin”.
Ne anlamamız gerekir bu tarihselleştirme görevinden? Her bir siyasal, toplumsal, kültürel olguyu tarihsel oluşumu içinde ele alarak, şekillenmesinde belirleyici etkenleri ayırt ederek ve toplumsal bütünün (“totalite”) diğer parçalarıyla olan ilişkilerini açığa çıkararak incelemeyi. Yani bu olguları biricik, flaş, şok birer vaka olarak değil, kendisi de sürekli devinen bir tarihsel-toplumsal bütünün içine yerleştirerek oluşumunu, işlevini ve dolayısıyla yok oluşunun koşullarını irdelemeyi içerir.
Suçun Faydaları
Bunun küçük fakat keskin bir örneğini Marx bize Artı-Değer Teorileri adı altında toplanan (ve Kapital’in 4. Cildi olarak da anılan) metinlerinden birinde sunar. “Bir filozof fikirler üretir, bir şair şiirler, bir papaz vaazlar, bir öğretmen kitaplar, vb. Bir suçlu ise suç üretir. Ancak, bu sözde suç üretimi ile toplumun tüm üretici faaliyetleri arasındaki bağlar daha yakından incelendiğinde, bir dizi önyargıyı terk etmek zorunda kalırız.” Çünkü, der Marx, suçlu aynı zamanda ceza hukukunu, hukuk profesörünü, emniyet ve yargı aygıtını, cinayet edebiyatını da üretir. Ahlaki ve estetik duyguları harekete geçirir, burjuvazide güvensizlik yaratarak rekabet duygusunu kamçılar ve üretici güçlerin gelişimini etkiler. Ve nihayet işsizliği azaltarak ücretlerin düşüşüne ket vurur. Dolayısıyla suç “normal”dir, sahte paranın mikroskobun gelişimini etkilediği gibi, suçlu “faydalı” mesleklerin gelişiminde vazgeçilmez bir rol oynar.
Siyasetin Şeyleşmesi ve Türkevi Vakası
Bu dolayımlı girizgahın ardından güncel bir suç hikayesine dönelim.
Yine birkaç hafta önce bir flaş haber düştü ajanslara. New York Belediye Başkanı Eric Adams Türk iş adamlarından ve en az bir yetkiliden rüşvet ve bağış almakla suçlanıyor. Kendisi yıllardan beri THY’den business class’ta cüzi miktarlara dünyanın dört bir yanına uçmuş, Türkiye’de lüks otel ve mekanlarda ağırlanmış ve daha bir dizi “hediye” kabul etmiş. 2021’de ise onlarca kusuru bulunan Türkevi’nin açılışının Erdoğan’ın gelişine yetişmesi için New York İtfaiyesi’ne baskı yapıp olur raporunun çıkmasını sağlamış. Federal savcılığın iddianamesine ve olayın detaylarına internetten ulaşılabilir. Eski polis ve (bir dönem Cumhuriyetçilere yanaştıktan sonra) Demokrat Parti’den seçilen Adams’ın suçlanmasının sebebi yabancı bir ülkeden bağış almak. Çünkü ABD kanunlarına göre suç teşkil ediyor.
Şüphesiz kamuyu temsil eden bir idari makama sahip bir siyasetçinin satın alınmasının ve bunun bir dizi getirisinin olmasının kabul edilir bir yanı yok. Türkevi meselesinin dışında bu yakınlığın Adams’ın muhalif Türk çevreleriyle ilişkilerini kesmesi ve Ermeni Soykırımı’nı anma gününde Türk devleti aleyhinde konuşmaması gibi getirileri de olmuş.
Siyasetin bilhassa neoliberal devirle birlikte bir toplum tasavvurunu hayata geçirme iradesinden idare tekniklerine indirgenerek profesyonelleşmesi, siyasal alanın sermayenin hükümranlığı altında giderek daha fazla “şeyleşme”, metalaşma dinamiklerine tabi kılınması hiç şüphesiz rüşvetçiliğe daha açık bir zeminin oluşmasında önemli faktörler. Eş-dost yahut ahbap-çavuş kapitalizmi olarak çevirebileceğimiz crony capitalism işte bu durumu tarif ediyor.
Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi
Öte yandan bildiğimiz gibi ABD’de lobby’lerin varlığı yasal olmasının ötesinde siyasetin vazgeçilmez bir unsuru. Hatta “katılımcı demokrasi”nin temel dayanağı sayılıyor. Başta emlak, silah, enerji, sigorta, tütün, ilaç olmak üzere her sektörün onlarca şirketinin yan lobby kuruluşları mevcut. Yüzbinlerce insanın istihdam edildiği devasa bir endüstri. Her yıl milyarlarca dolar, karar alıcıları çeşitli sermaye fraksiyonlarının çıkarları doğrultusunda -ve hiç şüphesiz emekçilerin hilafına- yönlendirmek için harcanıyor (2023 için toplam miktar 4,22 milyar dolar). Trump, başkanlığı döneminde, dünyanın en güçlü silah lobby’si National Rifle Association (NRA) için “aramızdaki bir aşk evliliği” demişti. Böylece siyasal alan adeta bir “yasal düzenlemeler piyasasına” dönüşmüş durumda, en fazla “aşk” sunanın çıkarlarına uygun yasaları çıkarttığı bir piyasa… 2022’de yöneticilerinin yolsuzluk yapması nedeniyle NRA’nın feshedilme talebinin “ifade hakkının engellenmesi” sayılacağı nedeniyle mahkeme tarafından reddedildiğini de eklemek gerekir.
Yabancı ülkeden bağış almanın teşkil ettiği suç ise yabancı devlet ve şirketlerin Amerikalı temsilcileri aracılığıyla yasal ve (iddia edildiği kadarıyla) şeffaf biçimde yaptıkları basınç faaliyetlerinin yanında bir hayli komik duruyor. Bu akçeli ilişkiler ekseriyetle silah alımı ve jeopolitik gerilimlerde destek için gerçekleştiriliyor. 2023 istatistiklerinden 235 milyon dolarla Liberya birincilikle çıkarken, onu Suudi Arabistan (93 milyon) ve Çin (85 milyon) takip ediyor.
İşte burası tam da Bertold Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sında, burjuva ahlakının dayanaklarını bir şimşeğin kudretiyle yerle bir ettiği o meşhur cümlesini anmanın yeri: “Bir banka açmanın yanında banka soymak nedir ki?”
Anomali ve Normalleşme
Buradaki amaç, anlaşılmıştır, siyasetteki rüşvetçi yozlaşmayı yasal lobby faaliyetlerinin karşısında azımsamak yahut bunları meşrulaştırmak değil fakat her ikisinin de kapitalizmin tarihsel gelişimi içine birer anomali teşkil etmediğini vurgulamak. Ortak topraklara el koymadan sömürgeci yağmaya, kölelikten ücretli işçiliğe, ulus-devletlerin kuruluşundan finansal spekülasyona ve elbette ekolojik kırıma suç, hırsızlık, gasp kapitalizmin gelişimine içkindir, sermaye birikiminin “normalidir”. Bunların yasal bir form kazanmış, ahlaki bir haleyle donatılmış olup olmaması sosyalistlerin öncelikli olarak kâle alacağı bir mesele değildir.
Bu çerçevede Türkevi vakası üzerinden Türkiye’deki çete-devletin olağan gayrı-meşru işleyiş tarzını ABD’ye ihraç ettiğine dair muhalefette hasıl olan popüler-politik yanılsamadan kaçınmak gerek. Bunun aslında modern dünyada yeri olmayan “bize özgü”, egzotik bir anomali olarak kavranması analiz olarak yanlış olmanın yanı sıra mücadele edilecek güçlerin de yanlış tarif edilmesi gibi bir sonuç doğruyor.
Ama elbette bu, Türk devletinin kurucu partisinin “solcu” liderinin yaptığı gibi durumu normalleştirmek anlamına da gelmemeli. Sosyalist Enternasyonal’in toplantısı için gittiği ABD’de Özel şöyle konuşmuştu: “Böyle bir binanın kazandırılması sürecinde jest gördüysek fazlasını yapmışızdır. Bunun parayla pulla ölçülecek tarafı yok, güçlü müttefiklik ilişkileri bunu gerektirirdi zaten” (!). Sosyalist Enternasyonal partileri açısından kendi devletinin ve burjuvazisinin yanında durmak zaten tarihsel bir gelenek ancak AKP karşıtı muhalefetin koç başı olma iddiasındaki CHP liderliği normalleşme parolası altında kendi zeminini genişletecek ali cengiz oyunlarının peşinde koşarken daha şimdiden devlet jestlerini aklayıp Erdoğan’ı ayakta karşılarken buldu kendini.
Tüm bu curcuna içinde sosyalistlerin görevi ise Saray Rejimi karşısındaki demokrasi mücadelesinin önemini bir an bile gözden kaçırmadan, yerli veya yabancı, seküler veya İslamcı, sermaye sınıfının her fraksiyonuna, her cephesine karşı emekçilerin ve ezilenlerin taleplerine ses katmak, mücadelelerine güç vermektir, ta ki tarihin bu caniyane akışını kırıp gerçek “olağanüstü hal”i yaratana kadar.