yazılariktibasMarx’ın Başyapıtının Kalıcı Etkisi – Wendy Brown
diğer yazılar:

Marx’ın Başyapıtının Kalıcı Etkisi – Wendy Brown

279 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıthenation.com
alıntı yapılan kaynakbirdunyaceviriblog.wordpress.com
Çeviri: Yener Çıracı
Illustration by Ludwig Hurtado

Sadece birkaç yüzyıllık bir geçmişe sahip olan kapitalizmin insan ihtiyaçları için üretim yapma ve zenginlik yaratma konusundaki eşi benzeri görülmemiş tarzı, yeryüzündeki varoluşun şimdiki ve gelecekteki koşullarını insanların yarattığı diğer her şeyden daha yaygın ve derin bir şekilde şekillendirmektedir. Kapitalizm, gezegenin yüzeyinin tamamını etkiler ve üzerindeki tüm yaşam için hem olasılıklar hem de zorluklar yaratır. 8 milyar homo sapiens’i çılgınca dengesiz bir zenginlik, konfor, yoksulluk ve çaresizlik yelpazesi boyunca dizer. Çalışma ve boş zaman pratiklerinden akrabalık, yakınlık ve yalnızlık düzenlemelerine kadar tüm toplumsal ilişkileri ve öznellikleri şekillendirir. Sınıfa ek olarak, ırk ve toplumsal cinsiyeti sürekli değişen ancak ısrarla sömürülebilir yollarla inşa eder ve harekete geçirir. Teknolojik devrimlere güç verir ve geçmiş devrimlerin kalıntılarını dünyanın her yerine ve onu çevreleyen yörüngelere saçar. İnsan ve “doğal” tarihlerin artık kalıcı ve dinamik bir şekilde iç içe geçtiği çağ olan Antroposen’i ve onun içinde Büyük İvme’sini doğurmuştur: yani fosil yakıt kullanımının, bilim insanlarının Altıncı Kitlesel Yok Oluş olarak adlandırdığı şeyi başlatacak kadar radikal bir şekilde yoğunlaştığı kısa yarım yüzyılı. Ve finans, yapay zeka ve dijital teknolojiler tarafından canlandırılan diğer uygulamaların gelişimini teşvik ederek, bunları icat eden türlere hem hizmet etmek hem de onlara hükmetmek için her zamankinden daha yoğun ve paradoksal yolları beraberinde getirmiştir.

Ana akım sosyal bilim kapitalizmi serbest rekabetin örgütlediği ve kar güdüsünün teşvik ettiği piyasalara dayalı bir ekonomik sistem olarak tanımlar. Ancak bu formülasyonda dünyaları yapma ve yok etme, her şeyi yörüngesine çekme, dünyevi yaşamın her fiziksel ve psişik hücresine nüfuz etme ve dönüştürme gücü nerededir? Marx’a göre, ana akım açıklamanın inceliği ve yüzeyselliği sadece sermayenin gücünü ve yağmasını örtmekle kalmaz, aynı zamanda onun varoluş koşullarını, onu oluşturan ve onun tarafından oluşturulan toplumsal ilişkileri, yarattığı, dönüştürdüğü, yok ettiği, terk ettiği protean düzenleri de görmezden gelir. Gerçekten de Marx’ın çalışmalarının ebediyen meydan okuduğu şey, yalnızca kapitalizmin sömürücü doğası ve metalaştırıcı etkileri değil, aynı zamanda ekonominin piyasalara ve dolayısıyla toplumsal ilişkilerden, tarihlerden, yasalardan, aile biçimlerinden, siyasetten, polislikten, dinden, dilden, temsilden ve ruhtan bağımsız olduğu düşünülen bir bilgi ve uygulama alanına indirgenmesidir. Bunun yerine Marx, tekil işbirliği güçlerimiz aracılığıyla -doğayı dönüştürerek, iş bölümlerini ve mülkiyet örgütlerini detaylandırarak, zenginlik üreterek, yaşam biçimleri, kurumlar, toplumsal biçimler, özneler ve öznellikler yaratarak- tüm dünyaları inşa ettiğimiz ayırt edici bir tarz olarak ekonomi politik anlayışı geliştirmiştir. Ekonomi disiplini, o zaman da şimdi de piyasaları bu dünyalardan kesip çıkarır ve sanki bağımsız bir davranış ve bilgi alanıymış gibi inceler.

Marx için kapitalizmi anlamak, onun tüm koşullarını, gerekliliklerini, dürtülerini, mekanizmalarını, dinamiklerini, çelişkilerini, krizlerini, yinelemelerini ve hepsinden önemlisi dünya kurma ve yok etme kapasitelerini, yaşam ve ölüm dürtülerini kavramak anlamına gelir: Sermaye, daha doğuşunda bile, daha sonra dağınık küresel üretim çağında boşaltacağı fabrikaları ve şehirleri doldurmak için emeği topraktan koparırken bu gücü sergilemiştir. Geliştikçe, insanların ihtiyaç duyduğu her şeyi önce bir mübadele değeri kaynağına, sonra da finansallaşmayla birlikte spekülatif bir değer kaynağına dönüştürecektir. Her fırsatta yeni yaşam biçimleri üretirken, yeryüzündeki canlı ve fosilleşmiş her unsuru çıkarma, metalaştırma ve paraya çevirme dürtüleri de tüm bölgeleri, rejimleri, insan dışı türleri ve manzaraları yerle bir etmiştir.

Marx, bu eşi benzeri görülmemiş üretim ve yıkım, çıkarma ve sömürü düzenini görmenin ya da anlamanın kolay olmadığını biliyordu. Bu durum özellikle de özgür piyasalar, özgür insanlar ve emek, sermaye ve metaların serbest dolaşımı altında gerçekleştiği için böyleydi. Dolayısıyla sermayenin gücünü ve erişimini kavramak, ekonomi politiğin kapsamını genişletmeyi ve derinleştirmeyi, ekonomistlerin hesapçı ekonomik çerçevelerinden tarihsel, felsefi, sosyal-teorik ve hatta teolojik çerçevelere geçmeyi gerektiriyordu. Bu, sadece zenginliğin nerede üretildiğini görmek için fabrikaya (“İşi olmayan giremez” tabelasıyla asılmış) girmek için piyasanın “gürültülü alanı” dediği yerden çıkmayı değil, aynı zamanda piyasaların bütünü temsil etmeye başlamasının sapkınlığını ve yanılsamasını açıklayan bir çerçeveyi benimsemeyi gerektirir. Sermayenin karmaşık ve dağıtılmış işleyişinin neden önceki ekonomi politik yöntemlerine göre daha az görünür olduğunu, özgürlüklerinin onu insanlar tarafından yapılmış ya da yaşanmış en büyük tahakküm sistemi haline getiren dürtüleri ve etkileri nasıl gizlediğini anlamayı gerektirir. Tüm bu gereklilikler, kapitalizmi alıcı ve satıcıların, arz ve talebin, para ve fiyatın temel ve görünür olan tek şey olduğu piyasalarla özdeşleştirenler için mantığa aykırıdır.

O halde sermayenin genişliğini, gücünü, karmaşıklığını ve opaklığını yakalamak ve analiz etmek için gerekli olan şey, yalnızca onun yeni bir tanımı değil, Kapital‘in alt başlığı olan “ekonomi politiğin eleştirisi”dir. Ekonomi politiğin kendisi Marx için ikili bir yere ve anlama sahiptir: Pratik düzenlemelere, bilgi pratiklerine ve göreceğimiz gibi bunların karmaşık bir şekilde birlikte üretilmesine ve iç içe geçmesine atıfta bulunur. Pratik düzenlemelerin eleştirisi, kapitalizmin nasıl işlediğini ve işlemediğini, motorlarını ve itici güçlerini, yapısal krizlerini ve piyasaların ötesindeki geniş dallanmalarını ve etkilerini ayırt etmeyi gerektiriyordu. Ekonomi politiğe ilişkin bilgi pratiklerinin eleştirisi, hem popüler hem de bilimsel biçimlerini içeriyordu – kapitalistlerin dili, akademisyenlerin dili ve sol polemikçiler ve gazeteciler gibi arada kalanların dilini. Bilginin eleştirisi ise içerik kadar kapsam, yöntem ve kavramsallaştırmayı da içeriyordu. Marx’ın Kapital‘deki görevi muazzamdı.

Bununla birlikte, eleştiri Marx’ın üniversite günlerinden beri geliştirdiği bir şeydi, ancak Paul North’un belirttiği gibi, hayatının sonlarında ekonomi politik çalışmasında yeni bir biçim aldı. Marx arşivlerin ne olduğunu ve onlarla nasıl başa çıkılacağını biliyordu. Politik iktisatçıların öncüllerini veya yüklemlerini keşfetmek için kullandıkları kavramların altına ve içine nasıl bakacağını, kabul edilen formülasyonları ve antimonileri nasıl ustaca tersine çevireceğini (veya North’un önerdiği gibi “tersyüz” edeceğini), ekonomi politiğin görünüşte basit veya birleşik unsurlarının çok yönlülüğünü nasıl ortaya çıkaracağını biliyordu. Ve görünüşte hareketsiz olan şeylerin içindeki ilişkileri ve süreçleri, tarihleri, şiddeti ve kapasiteleri nasıl keşfedeceğini, hatta şeyleri bir sistemdeki fail unsurlar olarak görünebilecekleri şekilde nasıl “konuşturacağını” biliyordu.

Marx gençliğinden beri, hem popüler hem de bilgin burjuva temsillerinin, içinden çıktıkları ve tasvir ettikleri dünyayla sapkın da olsa yakın bir ilişki içinde olduğunu ve bu ilişkinin, iktidarı ve onu koruyan yanılsamaları ortaya çıkarmak için araştırılması gereken şeyin bir parçası olduğunu savunmuştu. Dolayısıyla eleştiri her zaman üçlü bir hamleyi gerektiriyordu: düşüncenin ya da temsilin eleştirisi, iktidarın fiili düzenlemelerinin ve dinamiklerinin eleştirisi ve entelektüel ile pratik arasındaki ilişkinin ya da Marx’ın terimlerini kullanırsak ideal ile maddi yaşam arasındaki ilişkinin eleştirel ya da semptomatik bir okuması. Sadece bu üçlü hamle, burjuva ekonomi politiğinin ve siyaset teorisinin çarpıtılmış biçimde temsil ettiği şeyin önemli özelliklerini, çarpıtmanın kendisini de içeren özelliklerini barındırdığını ortaya çıkarabilirdi. Bu nedenle klasik politik iktisatçılar Marx’ın düşüncesi için çok değerli yapı taşlarıydı. Bir yandan, sermaye hakkındaki en temel sorulara cevap veremeyen (emek ve sermaye arasındaki kurucu ilişki nedir? Kar nereden gelir? Tüm sistemin hareket etmesini, genişlemesini, bocalamasını ve çökmesini sağlayan şey nedir?) Öte yandan bu eksiklik, sermayenin dünyada kendini gizleme biçimine işaret ediyor ve onun gerçek doğasını ortaya çıkarmak için gereken eleştirel teori hakkında ipuçları veriyordu.

Marx’ın büyük eserinin temel bir keşif üzerine odaklandığı yaygın olarak anlaşılmaktadır: Sermaye, sömürdüğü emeğin pıhtılaşmış etkisidir ve kapitalizm bu sömürüyü zaman ve mekân içinde durmaksızın dallanıp budaklandırır. Ünlü ifadesiyle, “Sermaye vampir gibi, ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar çok canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir.” Sermayenin zaman içinde artan emek sömürüsü gereksinimleri – daha fazla işçiyi sömürmek ve onları daha yoğun bir şekilde sömürmek – ve metaları için sürekli genişleyen pazarlar – kapitalizmin yaşam ve ölüm dürtülerini, sürdürülemez oldukları kadar doyumsuz olan dürtülerini oluşturur. Kitleleri yoksullaştırır, zenginliği azınlık arasında yoğunlaştırır ve sistemin nihai çöküşünü, devrilmesini ya da daha sonra öğrendiğimiz gibi sosyal devlet, borç devleti, neoliberalizm, finansallaşma ve varlık artırıcı ve riskten arındırıcı devlet yoluyla yeniden icat edilmesini ifade eden krizleri biriktirirler. Büyüme, Marx’ın “artı-değerin gerçekleştirilmesi” ya da kâr olarak adlandırdığı şey için gerekli olduğundan, kapitalist gelişme, kendi son dönemleri de dahil olmak üzere tüm yaşam biçimlerinin ve pratiklerinin yüce bir parçalayıcısı haline gelir. Küçük dükkanlardan, aile çiftliklerinden ve şehirlerden devasa endüstrilere, yağmur ormanlarına ve hatta devletlere kadar, sermayenin yaptığı veya ihtiyaç duyduğu her şey eninde sonunda yok olacaktır. Marx’ın özetiyle, “Kapitalist üretim böylece… ancak tüm zenginliğin kaynağına, yani toprağa ve işçiye zarar vererek ilerler.”

Eğer sermayenin temel yaşam ve ölüm dürtüleri – ucuz işgücü ve malzeme için küresel arayışlar; düzenlenmemiş, vergilendirilmemiş üretim ve yatırım; ve metaları için yeni pazarlar, ki bunlar eninde sonunda sistemik krizler yaratır – temel hikayeyse, Marx neden bunu basit ve açık bir şekilde anlatmadı, özellikle de işçi sınıfı okuyucu kitlesine yönelik tutkusu göz önüne alındığında? Bunun yerine Kapital neden yüzlerce sayfalık karmaşık formülasyonlardan, zor soyutlamalardan ve metanın doğasından paranın doğasına ve değerin doğasına kadar her konuda uzun teorik dolambaçlı yollardan oluşuyor? Ve neden klasik iktisat ve siyaset kuramcılarıyla bu kadar içli dışlı? Neden kapitalizmin üretken ve yıkıcı güçlerinin cesur bir açıklaması yerine, kapitalizm üzerine yoğun bir bilimsel inceleme?

Bu şekilde cevap vermeye başlayabiliriz. Kapital yalnızca bir ekonomi politik eleştirisi değil, aynı zamanda bir ekonomi politik felsefesidir ve daha doğrusu sermayenin anlaşılması için felsefenin neden gerekli olduğunun bir açıklamasıdır. Kapital, ekonomi politiğe felsefi olmayan yaklaşımların, piyasaların ötesindeki birçok unsura (hukuk, siyaset, milisler ve polisin yanı sıra dil, mistifikasyon ve teoloji dahil) karşı uyanık olmayanların, ekonomi politiğin temellerini (emek, sermaye, değer, para, devlet) doğuşlarını, doğalarını ve birbirleriyle kurucu ilişkilerini keşfetmek için sorgulamayanların ve sermayenin yüzeyleri ile derinlikleri arasındaki ilişkiyi incelemeye uygun olmayanların felsefi bir eleştirisidir.

Kapital’in felsefi yönelimi, Marxın nesnesinin gerçek doğasına ulaşmak için parçalarına ayırmak ve analiz etmek zorunda kalacağı bir görünüm düzenini tanıttığı açılış satırlarında mevcuttur. Marx şöyle başlar:

Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği “muazzam bir meta yığını” olarak görünür; bunun basit biçimi tek bir metadır. Bu nedenle, incelememiz, metanın analiziyle başlıyor.

“Görünür” fiili, sermayenin temsile bağlı olduğunu göstermektedir. Ama ne şekilde bağlıdır? Gerçeğin ortaya çıkması için çıkarılması gereken bir örtüden daha fazlası olan sermayenin dikkat dağıtıcı ve baştan çıkarıcı birçok semiyotik yüzeyi, sermayenin ne olduğunun ve ne yaptığının hayati bir parçasıdır. Ne ayrı ne de tam olarak yanlış, sisteme içkin ama onu gizemli kılan sermayenin yüzeyleri aynı anda hem özseldir hem de yapısını ve dinamiklerini anlamak için ipuçları sunar. Marx’ın elinde bu görünümler ve bunların hakikatle olan güvenilmez ilişkisi, sermayeyi süreçler ve dolayımlar, dönüşümler ve başkalaşımlar, tüketilebilir ve geliştirilebilir olarak kavramak için geniş bir sezgi haline gelir – inatçı bir şey dışında her şey. Ayrıca, dünyayı kaplayıp homojenleştirirken ve özgürlüklerini evrensel olarak ilan ederken bile, sermayenin farklı bölme ve ayırma pratikleri uyguladığına işaret ederler. Farklı ekonomik faaliyet alanlarını (üretim ve mübadele) ve toplumsal ve siyasi iktidar ve kimlik alanlarını (sivil toplum ve devlet) birbirinden ayırır. İnsanları emeklerinden (emek-gücü olarak) ve emeklerinin ürünlerinden (metalar olarak) ayırır. Emeğin kendisini giderek daha ince bir şekilde böler ve sonunda üretim süreçlerini, bugün küresel tedarik zincirleri dediğimiz şeyi yaratacak kadar karmaşık ve kapsamlı bir şekilde böler. Finansmanı üretimden, yönetimi mülkiyetten, mülkiyeti kontrolden ve daha fazlasından ayırır. Hepsinden önemlisi, mülkiyet sahiplerini üreticilerden ayırır. Paradoksal olarak, bu bölünmeler ve ayrışmalar sermayenin tarihsel olarak eşi benzeri görülmemiş zenginlik yoğunlaşmaları yaratma kapasitesinin altında yatmaktadır.

Bu dolayımlar, dönüşümler, bölünmeler ve ayrışmalar birlikte sermayenin her tek taraflı analizini bir serap haline getirir – tam da burjuva siyaset teorisinin ve ekonomi politiğin etrafında döndüğü serap. Yine de Marx, serapların bizi bütünü düzenleyen gerçeğe götürmede hayati önem taşıdığı konusunda ısrar edecektir. Sermayenin “muazzam bir meta yığını” olarak sunulması bir yanıltmaca değildir: Aksine, onun gerçek temel biçimini, yani metalarda pıhtılaşan ve yüzeylerinde görünmeyen emek sürecini anlamak için açıklanması gereken şeyin bir parçasıdır. Aynı şey, alıcı ve satıcının (emek-gücünün kendisi de dahil olmak üzere) her ikisinin de “özgür” göründüğü kapitalist pazar için de geçerlidir, çünkü onları üreten koşullar orada görünmezdir. Kısacası, sermayeyi anlamak, onun üretim sürecine içkin olarak gizemli görünümler yaratmasını kavramayı gerektirir.

Marx, Kapital‘in ilk Almanca baskısına yazdığı önsözde bu ihtiyacı önceden haber verir. Okuyucuyu önündeki zorlu kavramsal çalışmaya hazırlarken şöyle yazar: “Bütün başlangıçlar zordur” sözü, bilim ve akademinin her dalı için geçerlidir. Bu nedenle ilk bölüm -özellikle de benim meta analizimi içeren bölüm- anlaşılması en zor bölüm olacaktır. Tam gelişmiş haliyle para-formu olan değer-formu çok az içeriğe sahiptir ve aslında oldukça basittir. Yine de 2000 yılı aşkın bir süredir insan aklı bunu anlamakta başarısız olurken, çok daha fazla içeriğe sahip çok daha karmaşık formlar en azından bir dereceye kadar başarılı bir şekilde analiz edilmiştir. Neden mi? Bütün bir bedeni incelemek, tek tek hücrelerini incelemekten daha kolaydır. Dahası, ekonomik formları analiz ederken mikroskoplar ve kimyasal reaktifler bize yardımcı olmaz. Soyutlama gücümüz her iki işi de yapmak zorundadır, çünkü burjuva toplumunda emek ürünlerinin meta-biçimi ya da metaların değer-biçimi ekonomik hücre-biçimidir.

Eğitimsiz bir göz için bu biçimleri analiz etmek, kılı kırk yarmak gibi görünür. Ve aslında bu, mikroskobik anatomi gibi bir alıştırmadır. Sermaye sahiplerinin zengin yaşamlarıyla yan yana duran emekçi kitlelerin sefaletine ne kadar bakarsak bakalım, ancak Marx’ın soyutlama gücümüz dediği şey sayesinde bu durumun neden var olduğunu, onu neyin ürettiğini ve sürdürdüğünü anlayabiliriz. Marx, bu kendine özgü ve belirgin bir şekilde insana özgü soyutlama gücünün, açığa çıkarma kapasitesi açısından mikroskoplar ve kimyasal reaktiflerle paralellik gösterdiğini, ancak tamamen entelektüel olduğunu, dışsal araçlara bağlı olmaktan ziyade zihnin bir başarısı olduğunu söyler. Dahası, soyutlama, laboratuvar aletlerinin yaptığı gibi bileşenleri büyütmez ya da ayırmaz, nesneyi oluşturan süreçleri eleştirel bir şekilde temsil etmek için açık olanlardan başka kayıtlar geliştirir. Ve sosyal bilimsel modellemenin aksine, bütünün hakikatine ulaşmak için somut (hayali) ve soyut (gerçek) arasındaki ilişkiyi tersine çeviren ve teorileştiren formülasyonlar üretmek için dilsel icatlar gerektirir. O halde Marx soyutlama ile sadece sermayenin kendi temsillerinin – “muazzam meta birikimi” ya da “aslında insanlar arasındaki ilişkiler olan metalar arasındaki ilişkiler”in- altına inmeyi amaçlamaz. Soyutlama daha ziyade sermayenin somut unsurlarını ve dinamiklerini, tarihsel ve toplumsal oluşumlarını ve birbirleriyle kurucu ilişkilerini ortaya çıkarır. Marx’a göre bu, eleştirel teorinin işidir ve Kapital‘i böyle bir teori olarak anlamak ve ekonomi politiği bunu gerektirdiği için takdir etmek çok önemlidir. Başka bir deyişle Marx, eleştirel sermaye teorisinin temeline felsefi bir nesne hakkında neyin doğru olduğuna dair felsefi soruyu yerleştirir. Sermayeyi açıklamak ve önceki açıklamaları eleştirmek için felsefeyi maddi alana getirmek hem materyalizmin kaba anlayışlarını hem de felsefenin anlamını ve pratiğini değiştirir, böylece eleştirel teori haline gelir.

Elbette Kapital sadece bir teori değildir; muhteşem sayfalarında çeşitli türlerde tarihler, ekonomik formüller, sosyal betimlemeler, edebi göndermeler, polemikler, şakalar ve daha fazlası yer alır. Ancak Marx, sermayeyi durmaksızın teorik bir konu ve teorik gereklilikleri yeni ve zorlayıcı olan bir konu olarak sunar. Bunun nedeni yalnızca sermayenin karmaşık temsiller ve taklitler içermesi değil, aynı zamanda yüzeylerinin altında akan karmaşık toplumsal ilişkiler ve güçler sistemi olmasıdır. Gözlerimizle fabrikaları, işçileri, kapitalistleri, bir kile buğdayı ya da parayı görürüz. Kapitalistleri ve işçileri, zenginliği ve yoksulluğu, konforu ve zahmeti görürüz. Tüm bunları var eden şeyi, bu şeyler arasındaki ilişkileri ya da tüm sistemin öncüllerini, koşullarını, dinamiklerini, çatışmalarını ve krizlerini görmeyiz. “Özgür emek” (bir ücret karşılığında çalışmak dışında kendini idame ettirme kapasitesinden yoksun emek) üretimini görmüyoruz; toplumsal olarak gerekli ve artı emek-zamanı, sömürüyü ya da yabancılaşmayı görmüyoruz. Sermaye ve emeği içeren ve onları sınıflar olarak var eden tarihleri ya da toplumsal ilişkileri görmüyoruz. Her metada pıhtılaşmış “ölü emeği” görmüyoruz. Sermayenin doymak bilmez bir şekilde ve durmaksızın genişlemesini sağlayan dürtüleri görmüyoruz. Kapitalizmin ne olduğu ve ne yaptığının bütününü birlikte üreten tarihleri, mekânsallıkları, bağlantıları ve etkileri görmüyoruz.

O halde sermayeyi anlamak için başka türlü görmemiz gerekir. Bu, bize Yunanca theoria‘dan gelen bir terim olan teorinin işidir – entelektüel veya fiili bir mesafeden görmek veya izlemek anlamına gelir – yani şeylerin ortasında gördüğünden daha fazlasını veya başka bir şeyi görmek. Teorik çalışma, ekonomi politiği anlamak için yardımcı ya da isteğe bağlı değil, tam da paradan piyasalara, kardan üretkenliğe kadar hiçbir şey onun kurucu tarihçesini ya da süreçlerini, diğer bileşenlerle ilişkisinin doğasını ve ayrıştırıcı görünümlerini ortaya koymadığı için temeldir. Her unsur nesneldir, ancak hiçbiri kökenini, sistemdeki yerini, yapısını ya da gücünü olgusallığıyla ifade etmez.

Sermaye kısmen teoriye ihtiyaç duyar çünkü o usta bir ayırıcıdır; gücü, verimliliği ve hatta düşmanlarından korunması, böldüğü ve ayırdığı her şeyden kaynaklanır. Yine, işçileri üretim araçlarından (çitleme hareketleri yoluyla), ürünlerinden (yabancılaştırma yoluyla) ve birbirlerinden (geniş ölçüde bölünmüş özgür emek yoluyla) ayırır. Üretim alanını mübadele ve tüketim alanlarından ayırır. Sermayeyi topraktan, finansı sanayiden, devleti sivil toplumdan, kenti kırdan ayırır. Bu ayrımlardan doğan ve bu ayrımları güvence altına alan dolayımlar, sermayeyi a priori olarak tüm zenginliğin kaynağı olarak konumlandırmaktan, sivil toplum yerine devleti özgürlük ve eşitliğin odağı olarak konumlandırmaya kadar, üretim ve bağımlılık ilişkilerini sistematik olarak tersine çevirir.

Sermaye aynı zamanda teoriye de ihtiyaç duyar çünkü aynı anda hem kitleselleştirir hem de dağıtır: Üretim sürecini toplumsallaştırır ve emeği dolaylı olarak kolektifleştirir, ancak işçinin kendi emek-gücünden vazgeçmekte özgür olduğu ve hayatta kalmak için kendi araçlarına (ücretlerine) atıldığı, belirgin bir şekilde atomize edilmiş bir özgürlük biçimi üretir ve buna bağlıdır. Proleterleşme işçileri feodal ya da köleci efendilerin açık denetiminden kurtardıkça ve burjuva devrimleri onları hak sahibi yurttaşlar haline getirdikçe, işçiler yalnızca kölelikten ve biçimsel siyasi tabiiyetten kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda her türlü bağımlılıktan ve korumadan da kurtulurlar. Sermayenin ve emeğin serbest dolaşımı ve meta temelli hayatta kalmanın ortaya çıkışı, yaşamı karşılıklı bağımlılık yoluyla sağlayan birliktelik biçimlerini parçalayarak yerine atomize tüketim toplumu üretir. Ancak bu “özgürlük”, zengin ve güçlülerin bile kontrolünden kaçan bir kapitalist tahakküm mekanizmasının içine yerleştirilmiştir. Atomizasyon tahakkümü mümkün kılar; tahakküm atomizasyonu üretir; “özgürlük” bunların birlikte üretimi için gereklidir. Böylesi bir iktidar işleyişi tarihsel olarak yenidir ve ekonomi politikteki pek çok ayrım ve bölünmede olduğu gibi, teorinin gün ışığına çıkardığı şeydir.

Siyasetten en iyi anlayanların bile dikkatini dağıtan (ve kukla iplerini ortaya çıkarabilmek için Marx’ın eserini kirleten) iktidar oyununda rol alanların arkasına bakmayı öğrendiğimizde, nihayet ekonomi politiğin ne olduğunu görürüz; yani, tarihi canlandıran ve kolektif mülkiyet ve kontrol içeren yeni bir biçim geliştirene kadar ve geliştirmediğimiz sürece bize hükmeden toplumsal ve politik düzenleri organize eden ilişkiler ve güçler içeren üretim biçimlerine. Başka bir deyişle Marx’a göre sermayenin opak yüzeyleri (şeyleştirmelerin ve fetişizmlerin devrede olduğu yerler), etkileri daha önce görülmemiş ve yalnızca teorik olarak kavranabilen bu görülemez ilişki ve güçlerden oluşan bir bütünlüğe dönüşmüş bir ekonomi politik düzenine işaret eder. Bu, Marx’ın kitabın ilk yarısında okurlarını içine soktuğu karmaşık gerçektir. Bu gerçek, sermayenin nasıl göründüğü ile gerçekte nasıl işlediği arasındaki kopukluğu, sermayenin kendisi tarafından üretilen bir kopukluk ve önceki politik iktisatçıların başarısızlıklarının bir açıklaması olarak ortaya koyar. Marx’ın kendi sözleriyle:

Kabul edilmiş düşünce biçimleri olarak, görünüş biçimleri kendiliğinden ve aracısız olarak yeniden üretilirken, gizli temellerinin bilim ve akademi tarafından keşfedilmesi gerekir. Klasik ekonomi politik, gerçek durumun farkına varmaya çok yaklaşmıştır, ancak bulduğu şeyi bilinçli bir şekilde formüle etmemiştir ve burjuva derisi içinde kaldığı sürece de etmeyecektir.

Peki ya pratik devrimci vaat? Kapitalizmin yüklemleri ve dürtüleri, ilişkileri ve dolaşımlarının kavranması, üstesinden gelinmesi gereken şeylere işaret eder: Sömürü, yabancılaşma, yaşamak için çalışmak yerine çalışmak için yaşamak ve hiç kimsenin kontrolü altında olmayan bir makine tarafından her yerde tahakküm altına alınmak. Somut olarak, bölünmüş alanlar ve ayrılmış faaliyetler arasında bağlantı, atomizasyonun hemen altında gezinen işbirliği ve sermayenin, geçim kaynağı olan emeğin örgütlü direnişine karşı büyük kırılganlığı vardır. İşçiler yalnızca zenginliği yeniden dağıtmak için değil, birbirinden kopuk faaliyet alanlarını birleştirmek ve yaşamı işle, işçileri birbirleriyle, üretimi ihtiyaçla, insanları dünyada serbest bıraktıkları güçlerle yeniden bağlamak için birleşirler. Bu noktada, gizemli olan şey şeffaflaşır ve teorinin artık çok fazla mücadele etmesi gerekmez:

Gündelik dünyanın pratik ilişkileri, insanlar arasında ve insanlarla doğa arasında tutarlı bir şekilde şeffaf, rasyonel ilişkiler haline gelene kadar gerçek dünyanın dini yansıması ortadan kalkmayacaktır. Toplumsal yaşam sürecinin biçimi, yani maddi üretim süreci, özgürce ilişki kuran insanların ürünü haline gelene, onlar tarafından planlanana ve kontrol edilene kadar sisli gizem örtüsünden kurtulamayacaktır.

Marx’ın kapitalizm anatomisinin parlaklığı ve kalıcı geçerliliği, nesnesini aynı anda hem teorik hem de maddi, insan yapımı ancak insan kontrolünün ötesinde, tüm gezegensel yaşamın koşullarını belirleme gücü türün şimdiye kadar serbest bıraktığı her şeyden daha fazla olan bir nesne olarak formüle etmesinde yatmaktadır.

Bugün içinde yaşadığımız dünya hem sermayesiz hem de Kapitalsiz düşünülemez. Her ikisi de Marx’ınkini değiştirdiği gibi, dünya tahayyüllerini sonsuza dek değiştirdi. Her ikisi de önümüze kalıcı entelektüel görevler koymuştur; Marx’ın düşüncesini, yazılışından bu yana geçen bir buçuk yüzyılda sermayenin karmaşık yinelemelerini ve dönüşümlerini ölçecek şekilde geliştirmek ve gözden geçirmek de buna dahildir.

Bunlardan en belirgin olanlarını saymak gerekirse: Düzenleyici ve sosyal devletin, orta ve profesyonel sınıfların yükselişi (ve düşüşü) söz konusudur. Şirketlerin büyümesi ve bununla birlikte mülkiyetin, yönetimin ve işçiler arasındaki tabakalaşmanın doğasında Marx’ın hayal ettiği her şeyi aşan dönüşümler var. Zenginliğin üretimi ve yoğunlaşmasında, sınıf oluşumu ve yeniden üretiminde, özel ve kamusal, sermaye ve devlet ilişkilerinde radikal dönüşümlere yol açan finansın yükselişi; ulus-devletlerin geleneksel ekonomik ve siyasi dokusunu “delen” binlerce özerk ekonomik bölgenin ortaya çıkışı söz konusudur. Küresel olarak yayılmış üretim ve bununla birlikte, başlangıcından bu yana sermaye birikimine eşlik eden ırksal tabakalaşmaların yeni yinelemeleri vardır. Bakım işinin (her zaman kısmi olarak) metalaşması söz konusudur; bu iş evlerden piyasaya taşınırken toplumsal cinsiyet, akrabalık ve aile biçimlerini yeniden şekillendirmektedir. Meta üretiminin hizmet, bilgi ve platform ekonomileriyle tamamlanması ve her birinin beraberinde getirdiği sermaye ve emek dönüşümleri var. Ve Marx’ın “doğanın özgür armağanı” olarak adlandırdığı, gezegenin sonluluğunun ve kırılganlığının yaygın bir şekilde tanınmasına yol açan, felakete yol açan iklim değişikliği ve türlerin yok olma zincirleri tarafından teşvik edilen bir tanıma var.

Bu ve diğer gelişmelerin yanı sıra sermayenin çeşitli rejimler, teknolojiler, siyasi talepler ve fırsatlarla ilişkili olarak kendini yeniden üretme konusundaki kanıtlanmış yeteneği Marx’ın büyük eserini anakronik hale getiriyor mu? Örneğin, “değerin emek teorisi” artık tüm zenginliğin üretimini açıklamıyorsa veya bugün gezegenin krizi, kapitalizmin bir iddianamesi olarak insan sefaleti ve adaletsizliğine rakip oluyorsa, kitabı hala okumalı mıyız?

Paul North, Kapital‘in yeni çevirisine yazdığı giriş yazısında, “sermaye” teriminin Latince capitalis ve Orta İngilizce caput’tan geldiğini, her ikisinin de “baş” anlamına geldiğini ve sahip olunan servetle (başlangıçta sığır başları şeklinde) bağlantılı olduğunu hatırlatıyor. Marx’ın göreve getirdiği klasik politik iktisatçılar çerçevesinde, sermaye/baş ve emek/beden birbirinden radikal biçimde ayrılmış ve özerktir. Bu ayrılık ve hayali özerklik, kapitalist fabrikada patron (kafa) ve işçiler (bedenler) arasındaki ilişkide ve yine üretimin mübadeleden ayrılmasında tekrarlanır – emekçi bedenler metaların değerini üretir, ancak Marx’a göre piyasada “yalnızca birbirlerine göre” bir değere sahiptirler – konuşan kafalar gibi. Bedenlerden koparılmış kafalar aynı zamanda Marx’ın “ancak maddi ve zihinsel emeğin bölünmesi ortaya çıktığı andan itibaren gerçekten böyle olan” işbölümünün tarihi üzerine düşündüğü çerçevedir. Ve Marx, burjuva devletinin sivil toplumla ilişkisini bu şekilde teorileştirir: Birincisini kelimenin her iki anlamıyla idealizmle, ikincisini ise maddi yaşamla özdeşleştiren bu alandaki maddi-ideal ilişkisi, ekonomi politiğin sermaye-emek ve kafa-beden ilişkisine dair mistifikasyonlarını yineler ve kutsar.

Dolayısıyla baş-beden yabancılaşması ve tersine dönmesi kapitalist toplumların her yerinde ve Kapital‘in teorize ettiği sorunsalın her yerinde mevcuttur. Emekten doğan ve emek tarafından sürdürülen sermaye, ayrı ve kendi kendine yapılmış gibi görünür ve bu imgede bütün bir düzeni oluşturur. Metaların, paranın ve sermayenin piyasalarda dolaşımı, onları üreten yaşamlardan, emekten ve üretimden kopuk görünür. Devletin sivil toplumdan, ürünün üreticilerden, üretimin mübadeleden, ücretli işçinin toplumsallaşmış üretimden ayrıldığı her yerde beden ve kafa birbirinden ayrılır ve bağımlılık ilişkileri tersine çevrilir ya da reddedilir.

Baş-beden figürü Marx’ın üzerinde durduğu bir figür değildir, ancak analizindeki her şey, zenginliğini neyin ürettiğini anlamadan fabrikanın etrafında kendini beğenmiş bir şekilde kasıla kasıla yürüyen kapitalistin alaycı kişileştirmelerinden, İngiliz işçi sınıfının sefaletine dair anlatılara, insanlar arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki fantastik ilişkilere dönüştüğü meta fetişizmine kadar ondan kaynaklanır. Aynı zamanda Marx’ın sermayenin kendisini hem eleştirel bir teorik nesne (baş ancak onu hayatta tutan beden aracılığıyla açıklanabilir) hem de devrimci bir nesne -baş kesilmelidir!

Kapitalizmin bu derin ontolojik ve epistemolojik eleştirisi ve yok ettiği ya da yok ettiği birçok yaşam biçiminden siyasi, kültürel ve pratik olarak kopması, Marx’ın çalışmalarının, özellikle çağımızın en önemli iki sorunu olan finansallaşma ve ekolojik felaketle ilgili olarak devam eden geçerliliğini barındırmaktadır. Finansallaşma bugün konutları, sağlık hizmetlerini, çocuk bakımını, eğitimi, sendika korumalı işleri, çiftçiliği, mahalleleri, kırılgan toprakları ve suları ve daha fazlasını yağmalıyor. Bunu metalaştırma yoluyla değil, spekülatif para kazanma yoluyla yapıyor. Varlık yöneticileri, özel sermaye fonları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve sürekli çoğalan türevler, devletlerden okullara kadar her şeyin borçla finanse edilmesinden bahsetmeye bile gerek yok, sermayenin yaşamı yağmalamasını ve eşitsizlikleri olağanüstü bir şekilde üretmesini yoğunlaştırırken, uzak yatırımcıları kısa vadeli getiriler için her şeyin kanıyla beslenen vampir güçlere dönüştürüyorlar. İnsani ihtiyaçlar, zehirli üretim ve çıkarım, yoksul bölgeler ya da devletler, doğal ya da doğal olmayan felaketler, diğer finans kurumları, hatta değerleri tüketildikten sonra hızla ölüme sürüklenen “sağlıklı” kapitalist varlıklar, herkesi ve her şeyi ağlarına dolayan finans dünyasında birer oyundur. Ya da baş-beden metaforuna dönecek olursak, finansla birlikte sermaye bir baş daha kazanmıştır; bu baş, kanını emdiği dünyevi yaşamdan kopuşuyla Marx’ın hayal ettiği her şeyden daha korkunçtur.

Peki Kapital 21. yüzyılda ortaya çıkan gezegensel ekolojik felakete nasıl bir ışık tutabilir? Özellikle de Marx’ın insanları “doğa”dan ayırma konusunda çağdaşlarına katıldığı ve Aristoteles ile Hegel’i izleyerek bizi doğayı kendi rahatımız ve yararımız için durmaksızın dönüştürmek zorunda bıraktığı düşünülürse?

Sermayenin kar hırsı, tüketim için üretim ya da varlıkların finansallaştırılması yoluyla büyümesi ve değişim değeri olmayan her şeye kayıtsız kalması; bunlar iklim değişikliğinin, türlerin yok oluşunun, kirlenen toprakların ve suların açık nedenleridir. Araçsallaştırılabilir, sömürülebilir bir kaynak haline getirilen yaşamın kendisi, sermaye birikiminin merkezinde yer alır ve genel bilincin ve genel pratiğin bir özelliği haline gelmiştir. Gelişen bir gezegenin koşullarına kayıtsız kalan gündelik varoluş, sermayenin hem insani hem de insani olmayan yaşamı sürdüren şeylere yabancılaşmamızı üretmesinden kaynaklanmaktadır. Piyasadaki metalar kendilerini üreten toplumsal ilişkileri duyurmadıkları gibi, inşa edildikleri, taşındıkları, kullanıldıkları ve nihayetinde “atık” olarak atıldıkları dünyevi yaşam ihlallerini de yüzeylerinde taşımazlar.

Sonuç olarak, sermayenin yeryüzündeki hükümdarlığının büyük bölümü boyunca, çok az kişi onun acımasız çıkarma, üretim, tüketim ve bertaraf uygulamalarının muazzam ekolojik maliyetlerine karşı uyanık olmuştur. Sermayenin bölünmüş süreçleri, atomizasyonları ve radikal inkârları bilincin özellikleri haline geldikçe, yörüngesindeki herkes kendilerini ayakta tutan çoklu ürünlerin kökeninden ve süreçlerinden koptukça, baş her yerde bedenden ayrılıp onu sömürdükçe, dünyevi yaşamın refahı kaçınılmaz bir kayıptır. Bu sorun, büyük ölçekli tarımdan etkilenen “toprağın verimliliğinin” tükenmesini tartışırken göz önünde bulundursa bile, Marx için birincil odak noktası değildi. Marx’ın 21. yüzyıldaki ekolojik çıkmazımızı analiz etmesinde ve ele almasında daha önemli olan, yabancılaşma ve şeyleşme, onu taşıyan bedenden bağımsız olduğunu hayal eden bir kafa ve sermayenin durmak bilmeyen genişleme ve büyüme dürtüleri gibi eleştirel kuramsal kavramlarıdır; bunlar birlikte yeni ihtiyaçlar ve tüm dünyevi yaşam için yeni yıkımlar üretir.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
322AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin