Siyonist İsrail güçlerinin Filistin’de ve Lübnan’da sürdürdüğü soykırım savaşı her geçen gün şiddetini arttırarak devam ediyor. Gazze’de ve Batı Şeria’da işlediği savaş suçlarına her geçen gün bir yenisini ekleyen Tel Aviv yönetimi, Lübnan’ın güneyinde, başkent Beyrut’ta ve Beka Vadisi’nde yerleşim yerlerini yerle bir ediyor. Beş milyonluk Lübnan nüfusunun bir milyondan fazlası evlerini terk edip belirsizliğe sürükleniyor.
İsrail’in saldırılarına yanıt veren en önemli güç elbette Lübnan Hizbullah’ı. Halihazırda hassas dengelerin hüküm sürdüğü Lübnan’da bu direniş elbette pek çok şeyi değiştiriyor ve bu durum Lübnan’a uzak biz üçüncü gözler için pek çok soru işareti doğuruyor. Örneğin ordusu son derece zayıf bir ülke olan Lübnan’da toplum Hizbullah’ı İsrail’e karşı bir savunma gücü olarak görüyor ve destekliyor mu? ABD’nin dile getirdiği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 Kararı ne ifade ediyor, gerçekten bir çözüme işaret ediyor mu? Washington’ın İsrail yanlısı tavırlarının ardından Lübnan’da ABD’nin nasıl bir meşruiyet ve güvenilirlik zemini var?
Sahada yaşanan gelişmeleri ve aklımızda canlanan soruları biz de Lübnanlı Araştırmacı Rania Masri ile konuşma ihtiyacı hissettik. Uzun yıllar savaş karşıtı eylemlerin içerisinde bulunmuş Masri ile hem Lübnan’daki gündemi konuştuk hem de kimi aktörlerce çözüm olarak sunulan önergelerin gerçekliğini tartıştık.
‘YETMİŞ ALTI YILLIK BİR DOKUNULMAZLIK HİKAYESİ’
Öncelikle belki şu an içerisinde bulunduğumuz durumu gözlemlerinizden yararlanarak konuşmaya başlayabiliriz. Filistin’de olduğu gibi Lübnan’da da yaşanan siyonist saldırıların ve işgalin vardığı noktayı nasıl tanımlıyorsunuz
İşlediği korkunç suçlara rağmen bugün ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin desteği ile 76 yıllık bir dokunulmazlık hikayesi ile karşı karşıyayız. Saydığımız ülkeler gibi İsrail halkının (Yahudi İsrailliler) ezici çoğunluğunun da desteği ile bir yıldır Filistinlilere yönelik bir soykırım uygulanıyor. Kamuya yapılan açıklamalarda net bir şekilde görüldüğü üzere bu soykırım, 2014’ten beri Gazze’de uygulanmak isteniyordu!
Gazze’deki Filistinlilere ve aynı zamanda kaçırılıp tutuklanan Filistinlilere yaşattıkları korkunç şeylere dair söyleyecek bir söz yok. Hastanelerin, okulların, üniversitelerin yıkılışı… Mülteci çadırlarına atılan bunker buster(1) bombaları ve beyaz fosfor… Kasti uygulanan açlık. Yürümeye yeni başlayan çocukların kafalarına ateş edilmesi… Tutukluluk merkezlerinde erkeklere, kadınlara ve çocuklara yönelik kitlesel tecavüzler… Yapılan tahminlere göre Gazze’de 300 binden fazla Filistinli öldürüldü, öldürülmeye de devam ediyor.
Siyonist saldırganlığın bugünkü durumu, onların 76 yıllık saldırganlığının ve sömürgeci yerleşimci projesinin bir uzantısı ve genişlemesidir.
‘İNSANLAR HİZBULLAH’I İSRAİL’E KARŞI TEK SAVUNMA GÜCÜ OLARAK GÖRÜYOR’
Çoğu zaman vurgulandığı üzere Lübnan’da siyonist saldırganlığa karşı Hizbullah öne çıkan bir güç. Elbette daha önce Hizbullah’a dair ülke içerisinde çeşitli açılardan eleştirilerde bulunanlar vardı. Ancak konu siyonist saldırganlığa karşı savunma/direniş olduğu zaman Lübnan toplumunun Hizbullah’a bakışında bir değişim gözlemlediniz mi? Bugün insanlar, özellikle de daha önce siyasi olarak kendilerini uzak konumlandıranlar, Hizbullah’ı nasıl görüyor?
İnsanlar Hizbullah’ı İsrail’e karşı tek savunma gücü olarak değerlendiriyor. Hem şu anda hem de geçmişte İsrail’e karşı ana savunma gücü Hizbullah’tı. Bu yüzden insanlar, Mayıs 2000’de Lübnan topraklarının büyük bir çoğunluğunun İsrail işgalinden kurtarılmasının ve 2006’da askeri olarak İsrail’in yenilmesinin ana pay sahibi olarak Hizbullah’ı görüyor.
Lübnan’da İsrail’in bu ülke için varoluşsal bir tehdit olduğunu kabul etmeyenler -kendi ırkçılıkları ve tarihi retleri nedeniyle- Lübnan’ın ne Hizbullah ne de Lübnan Ordusu tarafından savunusunu desteklemeyeceklerdir.
‘ANA AKIM BASIN SUÇLARA DESTEK OLUYOR’
ABD’nin konumundan bahsetmek gerekebilir. Bir yıldır Beyaz Saray, İsrail’in sürdürdüğü soykırım savaşına dair yüzlerce çelişkili açıklama yaptı. Örneğin kısa bir süre önce sözcüleri ‘Ateşkesten yana olduklarını ancak askeri baskının Hizbullah’ı ateşkese ikna etmek için bir araç olarak kullanılabileceğini’ dile getirdiler. Son bir yıldır sahada tek gördüğümüz ise devam eden yıkım ve ölüm. Tel Aviv’in sebep olduğu sivil ölümleri binlerle, yerlerinden edilenler milyonlarla sayılıyor. Yani ABD’nin ikiyüzlü açıklamalarını görmek pek de zor değil. Fakat artık yapılan açıklamalar da alınan tavırlar da ayrı ciddiyetsizlik seviyesine ulaşmış durumda. Sizce ABD’nin ve onların küçük ortaklarının yaptıkları açıklamaları nasıl okumak gerek?
ABD birçok yönden İsrail’in kendisi gibi davranıyor: Davranışları hiçbir sonuç doğurmuyor. Hem askeri-endüstriyel kompleksin -yani silah üreticilerinin- hem de İsrail yanlısı lobi AIPAC’in(2) ABD Kongresi üzerindeki etkisini fark ettiğimizde söz konusu eylemler hiç şaşırtıcı değil. Ancak yine de tiksindirici. Bununla birlikte, mevcut yönetim ABD’nin gördüğü en İsrail yanlısı yönetimdir. Buradaki pay tek başına lobi gruplarının omzunda olamaz. ABD’de başkan seçilirken her dört yılda bir ‘ehvenişer’ ikiliğini kabul eden herkesin de üzerine yüklenmesi gereken bir suç var. Zamanla Demokratlar politikalarında o kadar sağa kaydılar ki, şimdi Harris/Walz zemininde Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin ana politikaları arasından ışık sızmıyor. Demokrasi, ABD’de tamamen başarısız oldu.
Beyaz Saray’daki basın sekreterinin açıklamalarına gelince, aklı başında olan herkes için gülünç bir konu haline geldiler.
Dürüst olmak gerekirse işin daha da şaşırtıcı tarafı şu: Almanya, Fransa ve İngiltere, apartheid’ı yani İsrail’in yerleşimci kolonisini yerlere kapanarak desteklemek için toplanma özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü ve uluslararası yasaları yok edip son derece geriye düştüler.
Bahsettiğimiz hükümetlerin suçlarıyla el ele, ana akım basının BBC’den The Guardian’a, New York Times’tan Washington Post’a, National Public Radio’ya… hepsinin bu suçlara desteği söz konusu. İsrail’e yönelik taraflı yaklaşımları kapsamlı bir şekilde belgelendi. Üstelik bu yayınların taraflılığı, aphartheid devletinin suçlarındaki korkunçluk ile doğru orantılı bir şekilde gittikçe daha da aşırı bir hale geldi.
ABD, Lübnan siyasetinde önemli bir aktör. Sizce İsrail’den yana aldıkları bu tavır, Lübnan’daki meşruiyetlerini ve inandırıcılıklarını nasıl etkiliyor?
Bahsettiğimiz gibi, mevcut ABD yönetimi, ABD tarihindeki en İsrail yanlısı yönetimdir. Böylesine zalim bir politikaya karşın -ki bu politika hâlâ devam etmekte olan soykırıma verilen tam destektir- ABD’nin adalet ya da kurtuluş için yani başka bir deyişle Lübnan veya Filistin için herhangi bir meşruiyeti veya güvenilirliği olduğunu düşünmek için kör ve cahil olmak gerekir. Yani, kimsenin fikrinin değiştiğini sanmıyorum -çünkü bilinçli olanlar zaten ABD’nin herhangi bir güvenilirliği olmadığının ayırdındaydı.
‘BMGK KARARI İSRAİL’İN KARA HAREKATI İÇİN BİR GEREKÇE’
Lübnan’daki savaşta, farklı cephelerden sürekli BMGK’nın 1701 sayılı Kararı dile getiriliyor. Sizce bu karar, bölgedeki sorunları çözmek için gerçekçi bir öneri mi?
Bu konu hakkında geçtiğimiz günlerde bir paylaşımda bulunan Dr. Germani’nin şu değerlendirmesine katılıyorum: ABD, Lübnan ve İsrail için bir ateşkes önerisi sundu. Bu öneri, BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı Kararı’na dayanıyor. Ancak bu İsrail’in kara harekatının engellenmeden gerçekleştirebilmesi için kurulmuş bir cepheden başka bir şey değil. Dr. Germani şöyle söylüyor:
“BMGK’nın 1701 sayılı ölü kararı yeniden diriltildi ve bugün İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırganlığını durdurmanın tek çözüm yolu olarak pazarlanıyor. Ancak bu hiçbir işe yaramayacak. Neden mi? Şöyle açıklayalım: 1701 sayılı karar, 2006 yılında 33 gün süren ve İsrail’in çok kayıp verdikleri Lübnan’daki savaşı en kârlı bir şekilde bitirme isteğiyle birlikte İsrail tarafından ABD’ye yapılan talep doğrultusunda kabul edildi. Yani Lübnan’ın fiilen savaşı kazanmasına rağmen -ki bunları İsrailli askeri analistler dile getiriyor- 1701 Kararı, İsrail’in çıkarını koruyor. Tüm Lübnanlı fraksiyonların -yani Hizbullah’ın- silahsızlandırılıp bir silah ambargosu uygulanması gerektiği dile getiriliyor ve Güney sınırına Lübnan Ordusu ile UNIFIL güçlerinin konuşlandırılması şart koşuluyor. Bunun karşılığında İsrail’in Lübnan’a yönelik uyguladığı saldırıları derhal sonlandırması, Lübnan topraklarından çekilmesi ve Lübnan’ın egemenliğine saygı duyması bekleniyor.
Açıkça görüldüğü üzere bu koşulların hiçbiri karşılanmadı. Çünkü İsrail 2007’den bu yana Lübnan hava sahasını 22 binden fazla kez ihlal ederek saldırgan tavrını sürdürdü ve işgal altındaki Lübnan topraklarından çekilmedi(3). Diğer yandan 2006’nın galibi olan Hizbullah, tüm bu şartları reddeden bir konumdaydı. Çünkü galip, mağlubun koyduğu kurallara bağlı kalamaz.
Bugün, 1701 Amerikalılar tarafından ateşkes anlaşmasının temeli olarak yeniden masaya konuldu. Ancak bu iki ana nedenden dolayı başarısız olacaktır. Öncelikle Lübnan Ordusu’nun durumu, özellikle 2019’dan bu yana ciddi şekilde kötüleşti. Birçok asker, paranın değer kaybetmesiyle birlikte maaşlarında yaşanan düşüşün ardından orduyu terk edip daha farklı iş fırsatlarına yöneldi. Ayrıca, mevcut ordunun maaşları bugün Katar ve Amerikan yardım paketleriyle destekleniyor ve bu da yapısını çok daha kırılgan bir hale getiriyor. Buna karşın Hizbullah’ın kapasitesi 2006’dan bu yana katlanarak arttı. Suriye, Irak ve Yemen’de savaşa katılımları sayesinde bolca deneyim kazandılar. Daha da önemlisi Hizbullah balistik füzeler edindi. Bu balistik füzeler, konumları ne olursa olsun, İsrail’in en uzak noktalarına ulaşabilir. [BMGK Kararı’nda geçen] Litani Nehri’nin arkasına çekilseler bile, yine de İsrail’in önemli altyapılarına ulaşabilirler. Ve bu, Hizbullah’ın birkaç hafta önce Fuad Şükr suikastına misilleme olarak Tel Aviv’deki Mossad karargahını hedef almasıyla birlikte kanıtlandı.
O halde bu karar neden tekrar masada? Basitçe söylemek gerekirse, daha iyi bir seçenekleri olmadığı için. Bir yandan Netanyahu, Hamas ile oynadığı oyunu oynamak istiyor. Müzakerelere devam ediyormuş gibi yapıyor -ki bu örnekte zaten olan da bu- ardından sona gelirken ateşkesi uygulamak için son dakikada imkansız bir madde ekleyerek anlaşmayı baltalıyor. Yani bu zaten gördüğümüz bir şey. Ve Hamas bu oyunu oynamayı çoktan bıraktı, Yahya Sinwar İsrail ile tüm müzakereleri masadan kaldırdı, çünkü Sinwar’a göre İsrail kötü niyetli bir şekilde müzakere ediyor. Öte yandan Lübnan Başbakanı Necip Mikati, New York’a gittiğinde müzakerelere temel olarak 1701 sayılı karar çerçevesini kabul ettiğini söyledi. Ancak, o da sadece oyun oynuyor çünkü ateşkesi, ateşkes müzakerelerini bozan kişi olarak gösterilmek istemiyor.”
Yani özetle, söz konusu karar Lübnan’ı ya da barışı ve adaleti desteklemiyor.
BMGK Kararı, Lübnan özelinde İsrail ve ABD gibi aktörler tarafından dile getiriliyor ancak aynı Birleşmiş Milletlerin diğer kararları Tel Aviv ve Washington tarafından yok hükmünde sayılabiliyor. Bunun uzun soluklu örneği işgal altındaki Batı Şeria’da BM kararlarına rağmen devam eden yerleşimci yayılmacılık ya da Gazze’deki soykırım. Hal böyle olunca gerçekten de BM’ye referans olarak sırtımızı yaslayabilir miyiz?
Hukukun ancak onu uygulama kabiliyeti oranında güçlü olabileceği görülüyor. Uluslararası Adalet Divanı’nın kararları uygulanamıyorsa, Uluslararası Ceza Mahkemesi tehdit edilip sindiriliyorsa, o zaman BM Güvenlik Konseyi’nden neden daha farklı bir yaklaşım bekliyoruz ki?
Adalet kanunlardan değil, halkın ta kendisinden gelecektir.
Son olarak sözlerinize eklemek istediğiniz bir şey var?
Yaşasın silahlı direniş.
**
İlgili haberler:
https://www.gazeteduvar.com.tr/direnis-ekspertizleri-makale-1724459
NOTLAR:
(1) Yeraltı sığınaklarını hedef almada kullanılan, büyük imha gücüne sahip bomba türü. İsrail, Filistin ve Lübnan’da bu tür bombaları sık sık hava saldırılarında kullanıyor.
(2) Amerikan İsrail Halkla İşleri Komitesi (American Israel Public Affairs Committee, AIPAC)
(3) Lübnan’ın güneyindeki Şeba Çiftlikleri, bölgenin ‘stratejik konumu’ gerekçe gösterilerek hâlâ İsrail işgali altında.