Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasındaki çatışmalar geçen yıl 8 Ekim’de başladı. Güney Lübnan’da ve sınırlı bir bölgede 11 ay süren çatışmalar nedeniyle 100 binden fazla insan köyünü, evini terk etmek zorunda kalmıştı. Ancak son bir ay ve özellikle son iki hafta Lübnan’da art arda küçük kıyametler yaşanmasına sebep oldu. 11 ayda 100-150 bin civarında insan evini terk etmek zorunda kalırken sadece birkaç hafta içinde 1 milyondan fazla insan evsiz kaldı.
Beyrut başta olmak üzere Lübnan ordusunun kontrolündeki bölgelere kaçan insanlar okullarda, yurtlarda, spor komplekslerinde, tamamlanmamış inşaatlarda, meydanlarda, yol kenarlarında, parklarda; velhasıl iki kilim serilebilecek her yerde artık.
Birazcık maddi gücü olanlar ise ev ya da oda kiraladı. Beyrut’ta 2 odalı bir dairede birkaç ailenin yaşaması artık çok normal ve hatta şanslı olarak yorumlanıyor. Beyrut’ta sadece birkaç hafta içinde yollardaki araç ve insan sayısında çarpıcı bir artış var. Tıka basa doldurulmuş bagajlar, araçların üstüne istiflenmiş sünger yataklar, yol kenarında PET şişede çocuklarını yıkayan kadınlar…
2019 yılında resmi olarak iflas etmiş olan Lübnan’da resmi kurumlar, gönüllüler, yerli ve yabancı yardım kuruluşları, Birleşmiş Milletlere bağlı ajanslar, Lübnan Kızılhaç’ı elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ancak her 5 kişiden birinin evsiz olduğu ve sadece 2 hafta içinde yüz binlerce insanın can derdiyle yollara düştüğü bir akınla baş edilebilmesi mümkün değil. Üstelik evsiz kalan insanların büyük bir kısmı tarımla uğraşıyor ya da esnaf. Yani yüz binlerce insan aracının alabileceği kadar eşyayla kalakaldı. Özellikle tarımla, zeytincilikle uğraşanlar endişeli. Çünkü zeytinlerin toplanma zamanı geçmek üzere, tarlaların hasat edilmesi lazım…
Ben de Güney Lübnan’dan kaçmak zorunda kalan iki aileyle birlikte aynı dairede yaşıyorum. Evde bebek dahil her yaştan insan var ve her gün sabahın erken saatinden itibaren televizyonlardan, sosyal medyadan ve yakınlarından evlerinin, köylerinin durumunu öğrenmeye çalışıyorlar. Önceki gün birlikte yaşadığımız kadınlardan biri elinde telefon, köyünden gelen fotoğrafta İsrail tarafından vurulmuş evlere bakıyordu. “Benim köyüm ama bu ev kimin, benim mi; tanıyamıyorum” dedi.
Elbette iç göçmenler açısından kalacak yer, düzenli yemek, temizlik, banyo, sağlık hizmetleri gibi temel ihtiyaçlarının temini en önemli sorun. Ancak hepsinin aklında aynı soru var; ne zaman bitecek bu? Aslında bu soruyu sadece iç göçmenler değil yardım kuruluşları da soruyor. Çünkü 11 ay kontrollü bir şekilde ve sınırlı bir bölgede devam eden çatışmalar artık savaşa dönüşmek ve daha da kötüsü Lübnan’ı topyekûn içine çekecek kadar büyüdü.
Lübnan’da cumhurbaşkanlığı koltuğu iki yıldır boş, hükümet iki yıl önce atanan geçici bir hükümet, kamu kurumları tıkanmış durumda, ekonomik kriz ordu dahil bütün kurumları derinden sarsmış. Bu şartlara rağmen Lübnanlı siyasetçiler sürekli uluslararası topluma siyasi çözümün ve bir ateşkesin sağlanması için destek çağrısı yapıyor.
Evet, uluslararası toplum da aylardır devrede ve son birkaç haftadır diplomasi trafiği oldukça hızlandı. Ancak Netanyahu Hükümetinin durmaya da bir ateşkesi kabul etmek bir tarafa müzakere etmeye bile niyeti yok.
Sahadaki duruma ve İsrail’den gelen açıklamalara bakılırsa mevcut gerilimin en azından Amerika’daki başkanlık seçimlerine kadar devam etmesi oldukça muhtemel. Başkanlık koltuğuna Trump’ın oturmasını uman Netanyahu Hükümeti başkanlık seçiminden sonra ellerinin daha da güçleneceğini, uluslararası platformdan daha fazla destek alacağını umuyor ki, bu beklentileri kesinlikle hayalcilik değil.
Sonuçta İsrail’e ‘dur artık’ çağrıları yapılsa da hâlâ caydırıcı bir hamle ile öne çıkan ülke olmadı. Hizbullah’ın ve HAMAS’ın uluslararası toplumdaki yeri belli. İsrail de Hizbullah’a ve HAMAS’a yönelik saldırılarında bu durumun verdiği avantajı sonuna kadar kullanmaktan kaçınmıyor. İsrail saldırılarında hayatını kaybeden sivil sayısı on binlerle ifade ediliyor artık. Ancak İsrail onlarca, yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği binalarda “Hizbullah vardı, HAMAS saklanıyordu” deyip geçebiliyor. Kimse de sorgulamıyor…
Elbette “Ama Hizbullah sivillerle birlikte yaşıyor, HAMAS Gazze’nin içinde” diyenler olabilir. İsrail’in istediği zaman çoluk çocuk katletmeden nokta atışı suikastlar yapabildiği de açık. Kaldı ki, Hizbullah’ın ve HAMAS’ın Arap dünyasında ve özellikle Filistinliler açısından yerini göz önünde bulundurarak durumu anlamaya çalışmak gerek.
“Filistinlilerin resmi ordusu var da insanlar bile isteye mi radikal eğilimleri olan HAMAS’a sığınıyor?” diye bir sormak gerek önce. Filistinlilerin meşru temsilcisi sayılan Filistin Yönetiminin sadece hafif silah taşıma izni olan ve sınırlı bir bölgede görev yapabilen polis gücünden başka silahlı yapılanmaya gitmesine ne uluslararası toplum izin verdi ne de İsrail.
İsrail’in kendini koruma hakkı var ama Filistinlilerin ve Lübnanlıların yok uluslararası topluma göre.
Yine Hizbullah İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal ettiği dönemde ve İsrail işgali ile mücadele edebilmek için kuruldu. Evet, İran desteğiyle kuruldu ve İran’ın bölgedeki nüfuz mücadelesinin unsurları durumundalar. Ancak şu da unutulmamalı ki Lübnan’da bütün dini, siyasi ve mezhebi yapıların sırtını dayadığı bir ülke var. Bugün Fransa’nın İsrail’i kızdırma pahasına girişimlerini hızlandırmasının sebebi Lübnan’daki yıkımdan dolayı üzülmesi değil elbette.
Lübnan Amerika, Suudi Arabistan, İran, Fransa başta olmak üzere birçok ülkenin bölgedeki nüfuz mücadelesinin ana kumanda odası gibi…
Yazdıkça yazasım var ama yazı da uzadıkça uzuyor, bu nedenle en olası senaryoyu aktarıp yazıyı toparlamak en iyisi…
Yukarıda bahsettiğim çeşitli ülkelerin nüfuz mücadelesi sebebiyle İsrail’in Lübnan ordusu ile savaşa girmesi ve operasyonlarını Beyrut’a kadar yayması pek olası değil. Böylesi bir hamle için İsrail’in Lübnan’da nüfuzu olan her bir ülkenin onayını alması gerekiyor ki en azından mevcut havaya bakılırsa bu pek olası görünmüyor şimdilik.
Ancak İsrail’in sınıra en yakın kent olan Sur’a kadar işgal girişimini yayması ve daha sonra müzakerelerle Litani Nehri’ne kadar çekilmeyi kabul etmesi en muhtemel olasılıkların başında.
Zaten İsrail uzun süredir sınırını Litani Nehri’ne kadar genişletmek istiyordu ve böylesi bir hamle için önünde engel de kalmadı.
En azından şimdilik İsrail ile İran’ın doğrudan savaşa girmesi olası görünmüyor. Yine olan vekalet savaşlarının yürütüldüğü ülkelere ve o ülkelerin halklarına oluyor, olacak!