Kıbrıs adasının Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birbiri ile kesiştiği noktada olması, günümüzde stratejik önemini ortaya koymakla birlikte, ticaret yollarının üzerinde olması ve Kudüs’e yakınlığı nedeniyle tarih boyunca sürekli olarak değişik ulusların işgaline uğramıştır.
Adamızı işgal eden her devlet, burada kendine ait birtakım özellikleri geride bırakarak, bugünkü Kıbrıs kültürünün oluşmasına katkı koymuştur.
Bu yaşananlar Afrodit’in adası Kıbrıs’ın “Akdeniz’in fahişesi” olma unvanını hak ettiğini göstermektedir.
Rumca konuşan ve Türkçe konuşan Kıbrıslılar bu medeniyetlerin mirasçısı olmakla birlikte, ülkelerine sahip çıkma yerine, işgalcilere davetiye çıkarmayı tercih etmişlerdir.
Kıbrıslı Rumlar Yunanistan ile birleşme (ENOSİS), Kıbrıslı Türkler de adanın bölünmesini (TAKSİM) talep edip, bugünkü statükoyu yaratmışlardır.
Avrupa Birliği yolu ile Kıbrıs 2004 yılından beri Yunanistan ile birleşmiş ve 1974’te Türkiye’nin askeri müdahalesi ile ikiye bölünen adamızda Taksim de gerçekleşmiştir.
Dış güçlere hizmet etmekte kusur etmeyen Kıbrıslılar, Enosis ve Taksim ideallerine kavuşmalarına rağmen mutlu olmadıklarından, 1968 yılından beri dış güçlerden kendilerini tekrar bir araya getirecek bir çözüm talep etmektedirler.
Oysa Enosis’i de Taksim’i de bize aşılayan, başta Yunanistan ve Türkiye gibi emperyalizmin taşeronu ülkeler ve onları da yönlendiren İngiltere ve ABD olduğunu, Kıbrıslılar göremeyecek kadar çıkar düşkünü olmuşlardır.
Kıbrıs küçük bir yerdir ve küresel güçlere kafa tutacak ne askeri ne de siyasi gücü vardır.
Bu gerçekten hareketle, Kıbrıslılar kendi çıkarlarını “gücü güçle” dengeleme politikasına dayandırarak varlıklarını ve bağımsızlıklarını devam ettirebilirler.
Bunun en güzel tarihi örneğini Salamis Kralı Evagoras’ın (M.Ö 410 – 374) izlediği siyasette görürüz.
O dönemin süper güçleri olan Mısır Devleti, Persler ve başta Atina olmak üzere Yunan şehir devletleri ile birine karşı diğeriyle yaptığı ittifakları kullanan Kral Evagoras, Kıbrıs’ın bağımsızlığını korumuş hatta güney Anadolu’daki birçok şehri bile egemenliğine almıştır.
2 bin 500 yıl önce bir Kıbrıslı bunu başardığına göre, başka örnek aramaya gerek var mı?
Makarios, bu stratejiyi izleyerek “Bağlantısızlar Grubu”nun en önemli aktörlerinden biri olmuştur.
Kıbrıslı Türkleri, Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altına almak için çaba göstermeyip, Türkiye’ye bağımlı olmalarına zemin yaratması, Kıbrıs’ın NATO egemenlik alanında olduğunu unutarak, Sovyetler Birliği’ne yaklaşması, 1974’teki trajediyi getirmiştir.
NATO üyesi ülkeler, kendi aralarında antlaşarak, faşist Yunan darbesini ve arkasından gelen Türkiye’nin askeri müdahalesini organize etmişler, buna da ne ABD ne Sovyetler Birliği ne de İngilizler seslerini çıkarmamışlardır.
Kıbrıslılar ölüp, öldürür, acılar çeker ve göçmenlik yaşarken, bu trajedinin planlayıcıları barış meleği kesilip bize çözüm yapacakları sözü vermekte, öneriler sunmakta, paralar verip, barış ve yakınlaşma eğitimleri sağlamaktadırlar.
Kıbrıslılar ise birbirlerini suçlayarak, ırkçılığın ve milliyetçiliğin şekillendirdiği beyinlerinde, birbirlerini düşman görerek, bu kötülükleri yapanların ekmeğine yağ sürmektedirler.
2004 yılında, Avrupa Birliği’nin Kıbrıs’ı üye yapması, bizim için çok önemli bir fırsat penceresi doğurmuştur.
Yüzyıllar boyu birbiri ile savaşan Avrupa milletlerinin, güçlerini birleştirip, kendi aralarında yarattıkları bu sistemden, Kıbrıslılar yararlanmalı ve bu aile içinde yer alan demokratik güçlerle en üst düzeyde iş birliğine gitmelidirler.
Kıbrıs’ın yaşadığı trajedinin çok daha kötüsünü yaşayan İrlanda bize en güzel örnektir. Birliğin gücünü, Kıbrıs’ın kuzeyinin devam eden işgalinin sonlandırılması ve iki toplumun adanın yönetimini ve refahını ortak paylaşması için kullanmalıyız.
Bunun için de tüm Kıbrıslıların ve Kıbrıs’ın çıkarlarını ön planda tutarak, ortak hareket etmeleri kaçınılmazdır.