Basit ezberdir: biraz Kıbrıs analizi yapanlar, işlerine gelince, adanın bazı gerçeklerini, içeriksiz savururlar. Kıbrısın Ortadoğu bölgeli niteliği, AB üyeliği, daha daraltarak, İngiltere sömürge durumu, Türkiyenin Kuzey bölümünde ilhaklaşmap politikası ardarda sıralanır. Daha doğru konuşulan olgunun durumuna göre birileri hemen eklenip, haklılık aranır. Bahane bulmanın da sahte silahı haline sokulur. Fakat, bu ezberleri dahi bazen hatırlayıp tekrarlarken, öteki gerçek sırıtır: olayları içerikleriyle değil de sırf konuşma veya bahane bulma ekseninde kulanınca, özleri hiç değerlendirmelere katılmaz. Bu eksiklik hem yanılmayı hem de anlatılmak isteni anlatamamayı getirdi. Günümüzde olduğu gibi de gerçekten skulanılan imgelerin gerçekleri yaşanırken ve mutlaka katılması önemli olmasına rağmen, sesizlik hakim olur. Konuşan da saçmalar: en başta Ersin Tatar buna katılır. Durumu tam analiz edememe ve teslim olarak sayara gitme sonucu “İsrail K. Kıbrısı vurabilir” lafını havada savurur. Unutur ki simgeli başkandır. Dikkatli konuşması gerektiğini ve diplomatik dil falan da aklından hiç geçmez. Hele de benzeri durumu Erdoğan Türkiyede söyledi ise hemen yalakalaşmanın kukla karşıtından sıyrılır gibi lafı atar. Tabi kimse dikate almaz derken, hem de muhalif geçinen TC medyalarından bazısı bunu önemli analiz diye havada kapar.
Etrafın yanması, savaşın yayılması gerçekleri epey yükseklere doğru tırmanıyor. Ancak, başta bizim medya konuyla hala alakassız. Konuşanlar ise tıpkı öteki olaylarda olduğu gibi, kendine has benzetmeler yaparak savunma efleksi veya günü kurtarmaya çalışır. Giderek bilgisizleşme, teslimiyete gelme, konuşmama duruşunu iyice ezberleme sosolojisinin kültürleşmesi sonuçta Kıbrıs cenderesini karşımıza çıkardı. Öyle ki bininmesi gereken ve hat da konuşanın dahi sorulduğunda kabul edeceği paradokslar peşpeşe geliyor. Kıbrısın gerçeklerinden kopup, lafola veya birilerine mesaj verme duyguları ile davranılmaktadır. Nato gerçeği yok sayılır. Oysa artık Nato Kıbrısın içinde. Daha kötüsü, Türkiyenin Nato üyesi olduğu da akıldan sildirtildi. Sanki Amerika ve Türkiyenin karşı karşıya gelecekleri sözleri dahi karşılık buluyor. Yakın tarihli gerçekle Türkiye İsrail ortaklaşa bazı durumlar sanki hiç olmadığı havaları esiyor. Bunlar hep eksiklik olarak yaşanıyor. Üstüne birikimler de sıfırlanıp, yeni günce ihdiyacına göre şekillenme oluyor.
Elbet son gelişmelerden Kıbrıs da nasibini alacak. Zaten aldı. Yoğun askeri yınaklar, yapılan askeri anlaşmalar ve gelecek daha kabarık göç dalgaları artık normal olan hale sokuldu. Ama bunlar hiç olmamış gibi kendi havamızı çalıyoruz. Hele de diplomasiden uluslarrası hukuk kuramların dünyaca ırzına geçildiği yalanın gırla gidişatı ile verilen sözlerin dahi tersine işlediği dünyanın tam ortasındayız. Biraz bölgedeki son gelişmeleri izlesek, onları Kıbrısla da yoğursak zaten her türlü yalana kolayca kapılıp teslimiyet havasıyla sarılmazdık.
Demek ki bilgisizlik, teslimiyet ve buna uygun davranılırken, bir de gelen önemli deneyim birikimi de sıfırlanınca, tam bir cendre dünyasına düşeriz. Öyle düşeriz ki adadaki askeri yoğunluk ile Lefkonuktaki üstün niteliği aklımıza pek gelmez. Hele de İsrail kavramı çok uçuk kulanılır. Tıpkı buranın oluşmasındaki Türkiye gerçeği gibi: hem İsrail kınanır Filistin nutukları çekilirken, öte yandan da İsrail ile ticaret “kesildi” denilmesine rağmen devam etme paradoksu gibi. Ama gerçek, yaşanan paratikti. Ha şu Türk dünyası mı: Azerbeycan çekinmeden israilin yanında. Hem petrolü Türkiye üzerinden satıyor, hem de ülkesinde israile askeri üstler veriyor. Ama nutuklar hep Türk dünyası ve Filistin desteği deniliyor.
****
Ortadoğu kaynıyor. Birçok kuramın ırzına geçiliyor. Verilen sözlerin de tersinden katliyamlarla yalanlanıyor. Gelen örnekler hep bunu tekrar tekrar anlatıyor. Birkaç örneği verelim: en son gelen bilgiye bakalım: önerilen Lübnandaki ateşkes durumu Hizbulah tarafından kabul edildi. Nasralah kabul etmesine karşın hemen sonra katledildi. Hem de ateşkes yapmasını önerdikleri İsrail tarafından.. irana katledilen Haney sonrası Amerika başta olmak üzere hep telkin denildi. Gazzede ateşkes yapılacağı ve karşılık vermemesi istendi. İran da kabul etiği anlaşılıyor. Ama ateşkes yerine hem Gazzede katliyamlar tırmandı hem de iran dahil Hİzbulah lideri dahi katledildi. Ama yüksek sesle batının neden uymadığı eleştirileri dahi görülmedi.
Neden bunları yazıyorum: açıklamalar bazen doğru bazen de tahmini hava durumu gibi. Son bizdeki yeniden canlandırılma peşindeki görüşmeler gibi. Öyle diplomasi ırza geçme oldu ki daha yapılırken, görüşmenin anlamı dahi yerlebir edildi. Yetmedi, gitmem diyen ve görüşmem havası okuyan kişiler birden kavram karmaşasıyla gitmem denilene gidiyor. Bu defa da bahane buluyor. Çünkü işbirlikçidir. Zaten Denktaş deneyimimiz var. bu nedenle Kuzey Kıbrıs lideri geçinenlerin sözlerine inanç da yok. Son olarak onca öneri ve konuşmaya karşın Tatarın adeta yalamanın da ötesinde gidecek olması da son örnek. Tabi görüşmelerin başka masalı da gelişti. Görüşmelerde masadan kaçma veya gitmeme tutumları özneleştirildi. İçerik falan yok. B.M. parametreleri diye laf olsa da içerik yok. Banbaşka bir Kıbrıs diplomasicilik dansı yapılıyor. Dans yapacam derken, halter kaldırma kuralalrının içerildiği acayip döngüde dolaşıp duruyoruz.
Yine de kesin olan şu: Ortadoğu kaynıyor. Taşlar resmen oynuyor. Birçok hesap var. Kuzey Kıbrıs elitinin tabi devam dışında hiçbir düşüncesi yok. Ama burada belirleyici Türkiye. Her zaman bu yaşandı. Kiminin de belirtiği gibi “kocaman Denktaş dahi, gitmem derken, Gönyeliden öteye beni kimse getiremez” sesini yükseltirken, nasıl tıpış tıpış gelin havası söyleyerek gidişatı akla geliyor. Ama deneyimsiz olan ve yetersizlikleriyle işbirlikçilik potları kıran Tatar elbet daha da saçmalayacak. Hep gitmem derken, aynen zil takıp giderken ki bahanesi de evlere şenliktir. Gitmemezlik olamazmış. Ama diplomatik değil de yemek yeme sosyal faliyeti olan yerde normal olarak bir şey olmaz. Ama Guteres de her yerdeki aşmazını, biraz Kıbrıs mezesiyle geçiştirme peşinde. Yine de dikat: Kıbrısta gerçekten çok gelişme var. en azından Güneyin yaptığın anlaşmaları ve gelenleri biliyoruz. Fakat, dolmuş yolculuğu gibi Türkiye gelgitlerinde hangi anlaşmalar yapıldığı, nelerin imzalatıldığından bihaberiz. Bakalım nasıl bir bağımlı zinciri boynumuza takıldı da gelecek çalınıyor merakı da yok. Bazıları ortaya çıksa da bazıları sonradan duyulunca epeyncan yakacak olsa da geç kaldık türküsünü okuyacağız.
Herlalde Nivyorka gidilirken ne konuşulacağı önemli gibi. Üstelik bölge yanıp taşlr oynarken, Türkiye de kendine göre panları yaptığı da kesinken. Ama bilmiyoruz. Budenli gidiş gelişlerde ayni terane okunmuyor. Daha kötüsü bizim koltukçular önemli bazı can alıcı durumları da anlamaktan uzaktır. Türkiye ne imzalatı, ne gelecek tasarladı bilmiyoruz. Ama konuşulanların dahi arasında Kıbrısın birleşmesi değil başka sesler geliyor. Üstelik B.M. en zayıf olduğu durumdadır. Yetki kulanma yetkisi sıfır derecesine geldi. Kendi hukukunun geçersizliği dibimizde yaşıyor. Diplomatik anlaşma gibi olayların nasıl tersine işlediğini son Lübnan tutumlarında yaşadık. Kuşkulu olmak önemlidir. Hele konuşulanları bilmiyorsak. Türkiyedeki olanları iyi biliyorsak, kuşkular önemlidir. Tabi buradaki koltukçuların ndurumu da teslimiyet talimat çizgisindeki koşul da eklenmelidir.
Kısaa, bölgemiz kaynıyor. Kıbrısın Ortadoğu coğrafyasında taşlar oynuyor. Önemli soykırımlar ve nifus kaydırmalar gerçekleşiyor. Adamız da şimdiden askeri yığınak ve göç dalgasının kısgacında. Türkiyenin de bölgesel hesapları var. gitme gelmelerin ne olduğu net değildir. En zayıf muhalefet ve barış isteklerinin olduğu günlerden geçiyoruz. Öteki madalyon yüzü ise başka sinyal çaldırtıyor. Yükselen faşist dalga iktidarların eşiğinde. Var olan AB yapısı resmen Amerikan kuyruğuna takılıp savaş çığırkanı haline geldi. Ozaman Kırıs cendere içinde sıkışıp kaldık. Brakın ne yapılacak sorusunu, ne olduğunu dahi gerçeklerle konuşan yazan da yok. Hele muhalefet lideri, yeni Nivyork krevatıyla, Küliye beklentili konumuyla krevatıını dalgalarla uçurup ordan oraya söz havariciliği yapıyor. Bakalım cendere içinde kalrak gerçeklerden nekadar uzak duracağız?