Üniversiteden yurt arkadaşım buradaydı. On iki yıl aradan sonra geldi Kıbrıs’a.
Pandemi öncesi görüşmüştük en son. Bir başka çok eski arkadaşı da burada üniversite hocası. Ben de tanıyorum onu. Böylece üçümüz yeniden buluştuk uzun zamandan sonra.
Eski arkadaşlar bir araya gelince ne yapar?
Biz yaşlarda hemen eski günleri anmaya, anıları konuşmaya başlarız.
Biz de öyle yaptık. Tabii sadece eski günler ve anılarla sınırlı kalamazdı konuştuklarımız. “Ne olacak bu memleketin hali” dertleşmeleri olmadan olur mu?
Önceki ve şimdiki Ankara günleri, bugünkü ve önceki Kıbrıs günleri, haliyle sohbetlerimizin ana konusuydu. Bir süredir buralarda akademisyen olarak çalışmakta olan arkadaşımızın izlenimleri, yaşanmışlıkları da dertleşmelerimize karıştı.
Üniversite yıllarında ODTÜ yurt odasını paylaştığım arkadaşlarımdan birisi olan sevgili Ziba’nın 12 yıl önce gördüğü Girne ile bu defa bulduğu Girne’nin nefes alınamaz hali; Girne Antik Limanı’ndaki takdir edilecek değişim ve bir o kadar endişe uyandıran gidişat; öğrenciliğimizin Ankara’sı ile bugünkü Ankara’nın ruh halleri; Lefkoşa’da inşası süren külliye binalarının devasalığı karşısındaki şaşkınlık; Lefkoşa’nın Zahra sokağının canlı, serin ve keyifli ortam; 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda gezinmiş keyifli bir müzik aksamı.
İşte birkaç güne sığdırılmış anılardan kesitler.
Sohbetlerimize damgasını vuran söz ise “aidiyet duygusu yitirilmiş, artık tanınmaz olan mahalleler, sokaklar, kendimizi artık yabancı hissettiğimiz kentlerimiz, ülkelerimiz” oldu.
Türkiye’de, Suriyeli, Afganistanlı göçmen akınından, Araplaşan kültürden, mimariden, beton severlikten yakınılırken, buralarda Anadolu’dan gelenlerin yanı sıra, Arap diyarından, İsrail’den, Afrika’dan, Rusya’dan, Moldovya’dan, Ukrayna’dan, İran’dan, uzak doğu diyarından, Türki devletlerden, Sri Lanka’dan, Bangladeş’ten, Pakistan’dan, Vietnam’dan ve dahi birçok başka ülkeden buralara doluşan, kültürü, yaşam normları tamamen farklı bu küçücük adanın kuzey yarısının sosyal taşıma kapasitesinin çok üzerindeki yabancı nüfus derdiyle bunalmışlık yaşanıyor.
Sokaklarda bin bir milletten insan görüyoruz; öğrenci, işçi, paketçi, bakıcı, benzinci, araba yıkayıcısı, çöpçü, garson, tezgâhtar ve daha nice statü adı altında.
Bin bir çeşit giyim tarzı, baş bağlama biçimi ve hatta kara çarşaf!
Kur’an kursları hocaları, inşaat baronları, casino kralları, kumar batağındaki kumarhane ahalisi, kara para temizleme işi ile iştigal eden “iş insanları”, uyuşturucu batağı “işiyle” meşgul olanlar, insan ticareti simsarları, “eğlence sektöründe” bedenlerini satan seks işçileri, küçük bir sermeye ile açtıkları küçük işletmeleri haraca bağlayan, bunlara çöken “becerikli(!) girişimciler”, otoriter rejimden bunaldığı için en yakın liman olarak burayı sığınanlar, araba galericileri, evini, ailesini, çocuklarını geride bırakarak buralarda daha iyi bir yaşam için inşaatlarda, ev işlerinde, yaşlı ya da hasta bakımında, garsonlukta, tezgahtarlıkta yaşamını kazanmaya çalışan emekçiler ve daha kimler, kimler…
Hepsi de bu adacığın kuzey yarısında aynı kazanda, biz Kıbrıslılar ile birlikte! Ne yaman bir çelişki ne zor bir sosyolojik durum bu değil mi?
“Saldım çayıra Mevla’m kayıra” misali geliyorlar ve yollarını kendi başlarına buluyorlar.
Güvenlik bir başka ciddi konu! Suçlarda artış çarpıcı.
Hapishanelerde, tutuklu ve mahkûmların çoğunluğu yabancılar! Suçların faillerinin yerli nüfustan insanların olduğu haberleriyle daha çok karşılaşır olduk!
Kültürel, ekonomik, sosyal ve mekânsal değişim giderek daha da hissedilir hatta görünür duruma geliyor, zaman geçtikçe.
Ne yerli ne de yabancı nüfus için eğitim, sağlık, barınma hizmetleri ve altyapı yeterli!
Artık Türkiye TV kanallarında, internet platformlarında yayınlanan dizilerde bile Kıbrıs ve buradaki kumara, kara para aklamaya dayalı mafyatik yapı, bir ayıp olarak karşımıza çıkıyor. Kızıyoruz, lakin gerçekler böyle!
Öte yandan, bunca yakıcı, acil hizmet ve altyapı gereksinimi, sosyal sorunlar çözüm beklerken, bu ülkenin tarihi ve kültürel mirasının bir parçası olan önemli bir bina “gecekondu” diye nitelendirilerek, onun yerine, “daha itibarlı” ancak bu coğrafyaya ait olmayan bir mimari ile dev binalar inşa ediliyor.
Anladınız siz onu!
Onun adı, kuvvetler ayrılığına, devlet işlerinin din işlerinden ayrı ve tüm dinlere eşit mesafede olmasını gerektiren laikliğe, hukukun üstünlüğüne ve sosyal devlete dayalı anayasal düzene inat, yürütme organı cumhurbaşkanlığı binası, yasama organı meclisin binası, Sünni Müslümanlığa inananların ibadet yeri olan koskocaman bir camii binası, aynı projesinin birer parçası olarak yükseliyor, Lefkoşa’nın göbeğinde!
Adı “yerleşke” olarak anılması tercih ediliyor olsa da aslında gerçekten de “külliye”
Tam da ismiyle müsemma, cami etrafında oluşturulan, yasama ve yürütmenin bir arada olacağı bir mekân!
Kesenin ağzı açılmış, altyapısı, çevre düzenlemesini ile bir tamam tamamlanmaya uğraşılıyor! İşte külliye meselesi bu!
Binalar değişiyor, mimari değişiyor, sokaklar mahalleler değişiyor.
Girne’nin ve son zamanlarda da İskele’nin dönüştüğü durum ortada! Kentlerin eski mahalleleri ise mal sahipleri tarafından terk edilmiş, yalnız, öksüz durumda adeta.
Ülkeye doluşan geliri sınırlı insanların yaşadığı çöküntü alanları çoğu bu mahallelerin. Son birkaç yıldır, bir avuç genç girişimci, buralarda birçok keyifli işletme açtı.
Küçük sevimli butik oteller, cafeler, restoranlar, can suyu olmuş gibi.
İyi ki de bu cesur, risk alabilen genç girişimciler bu yerleri açmışlar da bizler de oraları yeniden keşif ya da kokumuzu bulabilmek için, kedinin kendi kokusunu aradığı gibi o bizim dediğimiz, kendimizi ait hissettiğimiz sokak aralarında, mahallerde dolaşırken buluyoruz kendimizi.
İşte hep bunları konuştuk arkadaşlarımla Lefkoşa’da o güzelim, insan ölçeğindeki olağan üstü tarihi ve mimari değere sahip Zahra Sokağı’nda akşam serinin keyfini çıkarırken, Arabahmet ve Karamanzade mahallelerinin dar sokaklarını keyifle, bir yandan da hüzünle dolaşırken!
Her gecen gün beton severliğin hegemonyasında daha da yabancılaşıyoruz, dönüşen ve değişen değerlerimize, kültürümüze, yaşam alanlarımıza, adamıza, yurdumuza.
Kendi ülkemizde yabancı hale geldik velhasıl!