Yine biraz zaman geçsin dedim. Üstelik, Cumhuriyetin yüzbirinci yıl dönümü de kutlanıyordu. Kutlamalarda eğlenceler bolca yapıldı. Nutuklar çekildi. Bir bayram kutlandı. Üstelik arada bazı kuşkulu sorular da vardı. Soru, Bahçelinin önce tokalaşma ve sonra Öcalanın mecliste konuşturma açıklamasıyla, olmayan havvadan tozduman arandı. Peşpeşe olaylar geliyordu. Kimi umut kimi kuşku dedi. Kimisi de olduğu yerden atıp tutuyordu. Bir karmaşa havalanıp sis dünyasına katılıyordu. Onun için, hem de bayram sonrası sabahında, şafağın daha aydınlatmadığı ortadmda bu defa istanbulda bir belediye başkanı tutuklanıyordu. Ardından, jet hızıyla kayim atanıyordu. Bu ne ilk nede son olacaktı. Fakat, olay istanbula dek ulaştı. Bu defa Güneydoğu Anadolu değildi. Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı coğrafya olmuyordu. En moderin denilen istanbulun Esenyurt belediye başkanı Ahmet Özer tutuklanıyordu. Bahaneler zaten malum. Üstelik bildik bir kişinin yeniden tekrarladığı tutumdu.
****
Yeni bir kayim atandı. Bu defa yer İstanbul idi… hemen yazma şansım vardı. Fakat, artık biraz “sabır” denen düşünce geliştirmem nedeniyle geciktirme eylimin ağır bastı. Öyle ya, konu önemli. Üstelik tam da metropol istanbulda oluyordu. En büyük ilçesinde gerçekleşiyordu. Diyarbakır veya Mardin değildi. Türkiyenin batısında en büyük şehrindeki ilçede yapılıyordu. Hem de kentler itifakıyla CHP nin kazandığı yer halindeydi. Ozaman benim de biraz bekleme konumum da artar. Olay Türkiyede. Ama biz K. Kıbrısta yaşıyoruz. Bakalım buraya nasıl yansımayacak ufak merakımın giderilmesine de yardımcı olacaktı.
Bir tekrardan başka bir şey olmadı. Tıpkı kısa zaman önce Yeni Doğan çetesi bebek katliyamları gibi. Sabahleyin hem de erken kalktım. Omorfodaki misafirliğime rağmen televizyonu aştım. Gazetelerin ön sayfalarını dinledim. Konu yok hükmündeydi. Demek ki dünya basınında dahi iki gündür mahşetlere taşınan Ahmet Özer tutuklanma konusu K. Kıbrıs medyası için bir anlamı yoktu. halbuki kısa zaman önce, hem de şu andaki başbakanı belirleyen Kayim ataması yine Türkiyeden buraya gerçekleştirilen müdahale olduydu. Çoğu belli ki çoktan unutu. Veya aman dokunma korkusunun miskinliği ile kendi kendine sansürü koydu.
Olayın önemi şu: tutum istanbula ulaştı. Daha önceleri Diyarbakır falan denildiği zaman Türkiyenin batı kesimi nnerede ise hiç ilgi göstermedi. Kolayca kayim atanmaları senelerdir normalleşti. Ama nedense ortak tavır geliştirilemedi. Bu defa yer Esenyürt idi. Burası istanbuldaydı. Bu defa herkesin aklınanhemenn sıra Ekrem imamoğluna geliyor. Korkusu da geldi. Halbuki önemli ders açıklayan deyimler vardı: Ermeniyi dövdürtmeyecektik, sarı öküzü yedirmeyecektik.. bunlar yaşamla üretilen kavramlardır. En kritik anda anlamlarıyla ders vericiydi. Atılan önemli slogan da vardı: Susma, sustukça sıra sana gelecek….
Daha ilk adımdan gereken direnç olsaydı, bukadar kolay ve uyduruk gerekçelerle belediye başkanları görevden aınamazdı. Şimdi bu alışkanlık, hem de en karışık gibi algıların uçuştuğu anda yapıldı. Kiminin umut aradığı, başkalarının soru sorduğu ve en devletçi otoriter tutucu lider Bahçelinin açıklamaları dahi soru yaratmaya yetiyordu. Başkası söylese suç olacak önerileri yaptı. Ama anlayan anlıyordu. Bunun devamını korkuyla bekliyordu. Kimisi de umut deyip acabayla beklentiye yine de takıldı. Hem de önemli derslerin acı kan gölleri ile olmasına rağmen.
Esenköy belediye aşkanı tam da bu tozduman havasında gerçekleşti. Şimdi iş İstanbul olunca, korku imamoğluna dek ulaştı. Türkiye devleti resmen kendini yeniden üretme peşinde. Erdoğan iktidarı için kendine has tutumlarla geleceğine oynuyor. Üstelik koşullar da olanaklı. Ortadoğuda kartlar yeniden karılıp paylaştırılırken, Türkiyede krizler derinleşirken, devlet rejim değişimi için manevralar yapıyordu. Her siyasetin kendine öz tutumuydu olan. Bu konuda yanılanlara, tarih hep dersini verdi. Bahçeliden demokrasi bekleyenler, demokrat üretenler, defalarca başları taştan taşa vurdu. Yine de bir hareketi ayni döngünün oluşmasına yetip artıyor. Siyasal gerçeklik, hedefin ne olacağı pek sorgulanmaz. Ama kendi kendine gerçek yine vuruyor. İstanbula varan Kayim uygulaması ise yeni dönemin en önemli otoriter tutumuydu.
Seçimleri hiçeleştiren düşüncedir. Üstelik çoğu uydurulan suçla gerçekleştirilmektedir. Diyarbakır eski belediye başkanı Selçuk Mızraklı bunun ilk önemli kanıtlarından biridir. Ama yargı sopası bunu gerçekleştirdi. Mızraklıda susanlar, hat da karşıt görüp altan alta destekleyenler, şimdi sıranın kendilerine geldiğini görerek yaşadılar. İstanbul denilen önemli metropolda kayim geldi. Şimdi gerçekle karşılaşınca, acaba sorusu da artı. Ekrem imamoğlunun sırada olup olmadığı sorusu, korkarak olsa da sorulmaya başlandı.
k. Kıbrısta bu konuda henüz bir laf yok. Üstelik burada da Üstel örneği var. tabi K. Kıbrıs koşullarıyla kayim atandı. Öyle atandı ki müdahale net. Bir farkla yargı veya suçlama ile Sucuoğlu koltuktan devrilmedi. İstifa etirilme kuralı uygulandı. Bu deneyim ve Türkiyeleşme gerçeğimize rağmen hala orada olan gelişmeler, hele de resmi eksen kriterine takılıyorsa, burada haber olmaz. Yeni Doğan çetesi de aynen böyle oldu. Birçok kayim ilanı ise genelikle duyulmaz derecesinin üstüne çıkmadı. Ama gerçekten son hamle önemli: çünkü rejimin en can alıcı döneminde oluyor. Belli ki rejim yoluna devam ediyor. Havuç lafı derken, demir sopayla da vuruyor. K. Kıbrıs ise sesizsedasızlaşmada devam deniyor. Aynisi uygulansa da farketmez. Üstelik bizde kimileri kendi koltukları için kayim ilan edilmesini dahi sıkılmadan isteme işbirlik biyatındadırlar.
Kısaca, Türkiye son Esenyürt kayyumu ile adeta durumun cidiliğine çoktan geldi. Kısa zaman önce, Hakkarideki Kayyum olayına gereken direnci gösterilebilse, şimdi belkide İstanbul içlerine gelen uygulama ertelenebilinirdi. Ama olmadı. Artık geriye dönüp bir daha hatırlatmak geç kalmanın anlaşılması dışında fazla anlamı da kalmıyor. Şimdi, son kayim ile gelecek durumuna karşı tavrın düşünülüp hayata geçirilmesi aciliği vardır. Bakalım Türkiye bu fırtınalarda nereye yelken açacak. K. Kıbrısmı, kendine vursa da adını koymadan çökmüş çirkefinde debelenmeye hız verecektir.