Yılın belli zamanlarında futbol maçları olur.
Ligler, süper ligler, dostluk maçları, dünya kupası…
Pek çok kişi bu maçlara odaklanır, tutulan takıma uygun formalar giyilir, espriler yapılır, küfürler edilir, kazanan takım için uzun konvoylar olur, naralar atılır, kornalar çalınır, bayraklar sallanır…
Yazarın dediği gibi “futbol sadece bir spor değildir” ve çoğunluğun zevk aldığı, paylaştığı, dayanışma gösterdiği ve hatta aynı dili oluşturabildiği bir spordur futbol.
Yeni doğanlara futbol üniformaları ve aksesuarları hediye edilir.
Hatta kimi zaman çocuğun kanı babanın -ya da belki her iki ebeveynin- tuttuğu takımdan olsun diye doğar doğmaz bu formalar giydirilir bebeklere.
Küçük yaşlardan itibaren çocuklar futbol tutkunu olarak yetiştirilir.
Özellikle erkek çocuklarına “Sen hangi takımı tutuyorsun bakalım?” diye sorular gelir.
Çocuklar ortamın bir parçası olabilmek için dünyadaki futbol takımlarını, futbolcuları, tarihi golleri öğrenirler.
Yani futbol, çok bütünleştirici bir spor.
En güzel yanlarından biri de izleyicilerin bir dost evinde toplanılıp birlikte maç izlemesidir herhalde.
Ben futboldan pek anlamam.
Ama bu yoğun duyguları hissettiğim yerler var; bazı müzeler ve sergiler.
Futbol maçlarının aksine bir müzeye veya sergiye gideceğim zaman bir heyecan basar beni.
Hele sevdiğim bir sanatçının veya sanatçıların eserlerinin olduğu bir yere gideceğimde heyecanımdan titreyebilirim doğrusu.
Günler öncesinden bir sevinç kaplar içimi… ve daha bir sürü güzel his.
En önemlisi çoğu zaman umut doğar içime.
Daha güzel görürüm dünyayı.
O yüzden anlayabiliyorum bu coşku hallerini.
Umarım; kendimize yakın bulduğumuz sanat eserleri de kitleleri etkisi altına alır bir gün.
Çünkü her iki durumda da güçlü duygusal şeyler hissederiz.
Futbol maçında heyecan, anın rekabeti, beklenmedik olaylar ve takımın kazanma isteği ile tetiklenir.
Taraftarlar, zaferin ya da mağlubiyetin hemen eşiğinde olmanın yarattığı yoğun duygularla harekete geçer.
Bu duyguların bazıları şiddet eğilimli olabilir, ayrımcı hatta faşizan küfürler içerebilir.
Sanat eserleri karşısında heyecanlanmak ise daha kişisel, daha derin bir bağ kurmaya dayanır.
Bir tablo, heykel ya da edebi eser karşısında insan, sanatçının duygusal ifadesine, kullanılan tekniklere ya da eserin taşıdığı anlam katmanlarına tepki verir.
Bu, içsel bir düşünce yolculuğunu tetikleyebilir ve bireyin kendi duygularını, anılarını ya da hayal gücünü uyandırabilir.
Her iki durumda da heyecan, bireyin kişisel bağlamına, deneyimlerine ve duygusal yatkınlıklarına göre şekillenir.
Vatikan’da inançlı insanların o inanılmaz dini eserler karşısında düşüp bayıldığı biliniyor ama oradaki tetikleyici şey daha fazla inanç sanırım.
Benim dediğim sadece dini bir objenin güzelliğine değil bir düşüncenin görsel gücüne de hayran kalabilmek ve heyecanlanabilmek.
Sanatın birleştirici gücünün de farkına varmak…
Hem futbolun hem de sanatın sunduğu bu heyecan, insanın yaşamda anlam bulma ve kendini ifade etme ya da ait hissetme ihtiyacının bir yansımasıdır.
O yüzden dünyadaki tüm bu haksızlıklara, savaşlara, eşitsizliğe, güç çatışmalarına inat sanatla ve sporla daha güzel bir dünya yaratmaya devam dostlar.