Ekonomik örgütler eylem yapıyor. Eylem, “pahalılığa karşı” yapılıyor. Gümrükten mal çekmeyerek, idarenin nakit akışında günübirlik bir etki yaratılarak, taleplerin karşılanması isteniyor. Maliyenin Eylül 2024 tarihli gelir gider raporuna göre sadece Eylül ayında Gümrük vergisi ve ithalattan alınan KDV toplamı 914 milyon TL’ye denk gelmektedir. Bunun 20 iş gününden, günlük kamu geliri 45,7 milyon TL civarında bir tutara denk geliyor. Bugünkü kurdan nakit akışında 1,2 milyon euro bir etkisi olacak.
Maliyenin Eylül ayındaki aylık gideri ise 6,2 milyar TL. Aynı hesapla günlük 311,6 milyon TL yani 8,3 milyon euro’ya denk gelir.
Özetle, sermaye idarenin nakit akışında bir günlüğüne %14,5 daralma yaşatarak hükümetin aklını başına toplaması istenecek.
Ancak, “aklı başına” toplanması hükümetten istenen nedir ? sorusuna girince işler karışıyor.
Ekonomik örgütler yaptıkları açıklamada enerji ve temel gıda maliyetlerinin kamu tarafından sübvansiye edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Gelirler arttırılmadan giderlerin arttırılması çözüm olarak kurgulanıyor. Hatta daha açık olacaksak sermayenin halka satacağı ürünlerin maliyetlerine kamuyu ortak ederken, kazanç üzerinden herhangi bir yükümlülük altına girmek istemiyor.
Kamu idaresinin herhangi bir ürünü sübvansiye etmesi için kullanacağı kaynak temel olarak vergi gelirleridir.
Maliye Bakanlığının yayınladığı gelir gider raporuna baktığımızda; Eylül ayı sonuna kadar kamu giderleri 53,7 milyar TL, kamu gelirleri 49,3 milyar TL. Eylül ayı sonuna kadar 4,4 milyar AÇIK ortaya çıkmıştır. Yıl sonu öngörüsü açığın 10 milyar TL’ye ulaşacak.
Bütçe açığı, geçici olarak borç veya mali yardım ile ötelenebilir. Ancak, nihayetinde kamu bütçesinin esas gelir kalemleri vergilerdir. Bütçe üzerine ekstra maliyet talebi ile uzun dönemde toplumun tümünün maliyetlere ortak eder ve bizim örneğimizde çözüm adil bir biçimde geliri yüksek olanın vergilendirilmesi yoluyla değil, KDV yoluyla herkesten alır. İkinci alternatif de kamu hizmetlerinin içinin boşalması ile gerçekleşir. Kamu gerekli yatırımları yapamazsa; kötü eğitim, kötü sağlık hizmeti alırsınız; bu işin maliyetlerinin karşılanmamasının sebebi bütçenin akılcı kullanılmamasından kaynaklanır.
Ekonomik örgütler gelir arttırımındaki esas sorunlara dokunabilirlerdi ancak çağrı metninde böyle bir boyut yok.
Mesela Eylül sonuna kadar kurumlardan toplanan 2,2 milyar TL verginin; toplam vergi gelirlerinin %10’una ancak eriştiği gerçeği ortadayken, kişilerin ödediği gelir vergisinin kurumlar vergisinin neredeyse 3 katı olmasında kurumların vergi ödeme performansının arttırılmasına dair çözüm önerilerini paylaşabilirlerdi, iğneyi başkasına batırırken, çuvaldızı kendilerine batırabilirlerdi.
Sonuç olarak, çözüm yöntem ve önerilerine katılmasam da ekonomik örgütler önemli bir tespit yapmış; ülkenin pahalılık çıkmazına girdiğini ifade etmiştir.
Bu pahalılık çıkmazının önemli bir unsuru idarenin popülist politikalarından kaynaklanır. Pahalılık çıkmazına karşı olduğunu ifade eden sermaye kesimleri ise, çıkmazdan çıkmak yerine onu derinleştirecek popülist çözüm önerileri ortaya koyarak aslında konuya dair gerçekçi bir tavır takınmaktan kaçınmıştır.
Hesabı ödeme günü gelene kadar popülizmin güvenli kollarında, hiç kimsenin sorumluluk almadan talepler ortaya koyacağı bir süreci deneyimliyoruz belli ki…
İktidarın ve sermayenin popülizmi seçtiği noktada, emeği temsil ettiğini iddia eden kesimlerin de kendi popülist ajandaları ile hareket etmesini kimse yadırgamayacaktır… Ancak yaşanan bu pahalılık girdabından kurtuluşa popülist ajandalar sağlamayacaktır.