iktibasKavel AlpaslanDireniş ekspertizleri - Kavel Alpaslan
diğer yazılar:

Direniş ekspertizleri – Kavel Alpaslan

279 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıgazeteduvar.com.tr

Kendinizi Güney Lübnan’ın bir şehrinde yaşayan biri gibi hayal edin. Belki vatanından kovulmuş bir Filistinlisiniz belki Güney Lübnan’ın yerlisi. Siyonist İsrail’in düzenlediği hava saldırılarında eviniz yerle bir olmuş. Mecburen göç yollarına düşen yüzbinlerce kişiden birisiniz. Yakınlarınız yaşıyor mu bihabersiniz. Sığındığınız bir damın altında kulağınıza yoldaşlarınızın sözleri çalınıyor; herkes yeni bir İsrail kara harekatının başlayacağından söz ediyor. Bunun ne demek olduğunu iyi biliyorsunuz, zira Siyonistler daha önce pek çok kez yaşadığınız yeri işgal etmiş. Yakınlarınızın bedenleri parçalanmış, evleriniz yıkılmış, hayat olarak bildiğiniz ne varsa bir defa değil birkaç defa yok olmuş. İşte şimdi yine aynı kan kokusu. Üstelik bu sefer düşman daha öncekilerden çok daha korkunç bir şekilde, hiçbir limit tanımaksızın ölüm kusuyor.

Çevrenizden niceleri ‘böyle hayat olmaz olsun’ diyerek zalimden hesap sormaya girişmiş. Yakınlarının dağılan parçalarını birleştirerek toprağa verenler ne yolla arıyorsa adaleti, o yolla. Biliyorsunuz ki sizin derdinizle hemhal olanlar hariç, kimse için bir rakamdan fazlası değilsiniz. Kimse sizin derdinizin kaynağını sorgulamıyor fakat hesap soruş şeklinize dair herkesin söyleyecek bir şeyi var. Bir bakıyorsunuz ki dilini bilmediğiniz bir ülkede, sizin derdinizin kavgasını verenlerin ‘yeteri kadar direnişçi olup olmadığı’ tartışılıyor. Direniş nedir, kan nedir, yollara düşmek nedir, evinizi gasp edenlerin bir de etinizi koparmak istemesi nedir bilmeyenler kalkıp acınızın en sıcak anında diyorlar ki ‘asıl suçlu sizin direnişçileriniz’.

Ne hissedersiniz?

***

Ne yazık ki Siyonist İsrail’in Filistin’de ve Lübnan yürüttüğü soykırım savaşının şiddeti arttıkça, uzaklardan gelen kibirli yorumlara da daha sık rastlıyoruz. Öyle ki burjuva-liberal zehre bulanmış sözler yer yer kendini ‘insan hakları savunucu’ olarak gören isimlerce de dile getirilebiliyor. Sorsanız ‘Filistin ve Lübnan halkının yanında olduklarını’ söyleyecek bu insanlar, henüz dumanı tüten bir enkazın üzerine çıkıp molozların altında kalan cansız bedenleri eleştirmeye girişiyor. Tabii eleştiri demek hafif kalır. Zira asıl yaptıkları, kendi başlarına yarattıkları ‘ideal’ kalıba bakarak hayatını kaybeden direnişçilerin anısına ve kavgasına değer biçmek.

Aslında bakarsanız alışkın olduğumuz bir tutum bu. Sadece Filistin ya da Lübnan örneğinde de karşımıza çıkmıyor. Söz konusu Kürtler olduğu zaman da bu sefer şovenist kalemlerin benzeri bir direniş ekspertizliğine giriştiklerini görüyoruz.

İlk bakışta iki ayrı kutup gibi görünen liberallerin ve şovenistlerin aslında önemli ölçüde ortak noktaları var. Her ikisi de evrensel ve sistematik bir düşüncenin tutarlılığından yoksunlar. Bu yüzden her ikisi de ülkede ve dünyada yaşananları sadece reaksiyoner reflekslerle yorumlayabiliyorlar. Kritik anlar gelip çattığında da yapabildikleri tek bir şey var: Ezbere paslar atmaya devam etmek.

Her ikisinin de özü burjuva kibrine dayanıyor. Tek ve değişmez gerçeği kendi fantezileri zannedenler tüm dünyanın da aynı sanrıya kapılmasını istiyorlar. Düşünün, adına İsrail denilen ABD destekli bir titan, onlarca yıldır uluslararası hukuk ve insan hakları literatüründe ne kadar suç varsa sırıtarak işliyor. Siz de kalkıp titandan değil, onun zulmüne karşı öyle ya da böyle, az ya da çok direnç gösteren kimseleri kendinize ait parametrelerle yargılamaya kalkışıyorsunuz. Kimse sizden sevgi, destek, ilgi beklemiyor ancak böylesi bir yöntem kibir değil de nedir?

***

Kibrin reddedilemez bir şekilde ortaya çıkışı, biraz da bu yorumların zamanlamasından ileri geliyor. Şöyle düşünelim: Şehirler, köyler sadece Tel Aviv ve onların dizginlerini ellerinde tutanlar istiyor diye saniyeler içerisinde birtakım tuşlar kullanılarak yok ediliyor. İnsanlar yarın ne olacağını, yaşayıp yaşamayacaklarını bilmeden günler, aylar, yıllar boyunca boğazlarında bir haklı öfke hissini taşıyorlar. Ama siz bu anın kendi parametrelerinizi, direnişçiler aleyhine sergilemek için doğru bir an olduğunu düşünüyorsunuz!

Lübnanlıların, Filistinlilerin acıları tıpkı uzak-yakın bütün ezilen halklar ve ezilen sınıfların çektiği acılar gibi kanınızı dondurmuyor mu? Nasıl olur da siyonist-emperyalist kasaplık devam ederken ilk aklınıza gelen direnişçilerin sizle uyumunu sorgulamak olur?

Ne yazık ki kimileri kendi egolarını akan kandan daha değerli buluyor ve bireysel gerçeklerini, hayatın gerçekleri sanıyor. Onlar faunasını bizzat kendilerinin yarattığı bir akvaryumda yaşıyor ve herkesin bu su birikintisine ‘deniz’ demesini istiyorlar. Çünkü her şey kendileriyle ilgili olmak zorunda!

Dünyanın en asimetrik savaşlarından birinde, dünyanın en yalnız halklarından biri, nesillerdir görülmemiş vahşet yöntemleriyle eziyet çekiyorken kendine insan diyen herkesin asli gündemi bu gaddarlığa karşı mücadele olmalıdır. Mahşerin tepe noktası, direnişe söz söylemek için kötü bir zamanlama.

**

Kitle iletişim araçlarında hız ve kalite, sandığımızdan çok daha az şey ifade ediyor. Piksel sayılarındaki artış, vahşet ve zorbalıkla gelen ölümü anlamlandırmaya yetmiyor. Burjuva-liberal kibri yenmek için bir takım teknolojik gelişmelerden çok daha fazlasına, bir devrin sonuna ihtiyaç var.

Direngenlik ya da haklılık kimseye dokunulmazlık halesi vermez. Hiçbir şey, hiçbir kimse kutsal değildir. Fakat komşunuza taş atmaya başlamadan önce durup tekrar düşünün, kendi eviniz camdan mı diye. Her akan kanın yansımasında kendini görenler, sevdiklerini moloza karışan etleri toplayarak uğurlayanlara akıl vermeden önce sözlerini iyi tartmalılar. Sözlerini hangi zamanda dile getirdiklerini ise daha iyi tartmalılar.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin