yazılariktibasSiyonist saldırganlık ve Lübnan’ın en karanlık günü! - Yusuf Karadaş
diğer yazılar:

Siyonist saldırganlık ve Lübnan’ın en karanlık günü! – Yusuf Karadaş

333 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıevrensel.net

Hamas’la mücadele adı altında Gazze’yi işgal edip 40 bin Filistinliyi katleden İsrail, şimdi de Hizbullah’la mücadele adı altında saldırı ve katliamlarını Lübnan’da sürdürüyor. Dün İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarında ölenlerin sayısı 500’e ve yaralananların sayısı da 2 bine yaklaşmıştı. Lübnan Sağlık Bakanı Firas el-Ebyad’ın 24’ü çocuk ve 39’u kadın olmak üzere 274 kişinin katledildiği önceki günün 1990’da sona eren iç savaştan bu yana “en kanlı gün” olduğunu söylemesi, İsrail’in saldırganlığının boyutunu ortaya koyuyor. İsrail saldırganlığının nereden güç aldığı sorusunun yanıtını ise “artan gerginlik” gerekçesiyle Ortadoğu’ya ek asker göndereceklerini söyleyen ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Pat Ryder veriyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve işgali, “Gazze’nin Hamas’tan temizlenmesi” adı altında ABD ve Almanya başta Batılı emperyalistler tarafından meşru gösterilmeye çalışılıp desteklenmişti. Ancak bu propagandayı yapanların bilerek ihmal ettiği bir gerçek daha vardı. Gazze, 2006’dan bu yana Hamas tarafından yönetiliyordu. Dolayısıyla İsrail için “Gazze’nin Hamas’tan temizlenmesi” aslında iki milyona yakın Filistinlinin ya katledilmesi ya da Gazze’den sürgün edilmesi olarak anlam kazanıyordu. Bu temelde okul, hastane ve ibadet yerlerine varıncaya kadar her yer bombalandı; çoğu çocuk ve kadın olmak üzere on binlerce Filistinli katledildi ve yüz binlercesi de güneye, Mısır sınırına doğru sürgüne zorlandı.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve işgaliyle ilgili en dikkat çekici noktalardan biri de eş zamanlı olarak Lübnan ve Suriye’den İran ve Yemen’e kadar bölgesel gerilim ve çatışmalara taraf olan birçok hedefe provokatif saldırılar düzenlemesiydi. Birçok bölgesel gücü karşısına alması ve çatışmaların içine çekmek istemesi, ilk bakışta İsrail’in aleyhine gibi görünebilir ama bu politikanın iki önemli hedefi bulunuyordu: Birincisi, Filistin sorununu diğer bölgesel sorun ve gerilimlere bağlayarak hem Gazze’deki saldırı ve katliamlarını meşru göstermek ve hem de bu sorun karşısındaki tarihsel haksızlığının üstünü örtmek istiyordu. İkinci olarak da Netanyahu yönetiminin bölgesel gerilimi tırmandırma stratejisi, ABD emperyalizmi başta olmak üzere İsrail’i bölgesel çıkarlarının en büyük dayanağı olarak gören müttefiklerini daha açık tutum almaya ve İsrail’i daha fazla desteklemeye zorlayıcı bir rol oynuyordu. Netanyahu’nun bu stratejisinin bir yönünü de kendi iktidarının ömrünü uzatmak oluşturuyordu. Yemen’deki Husilerin çatışmalara dahil olmasından sonra ABD, İngiltere, Fransa, İtalya’nın başını çektiği güçlerin “Bab’ül Mendeb’in güvenliğini sağlamak” adına ‘Refah Muhafızı Operasyonu’nu kurmaları ve yine ABD’nin bu süreçte bölgeye yeni savaş gemileri ile askeri güç göndermesi, bu politikanın sonuçları arasında değerlendirilebilir.

İsrail Savunma Bakanı Gallant, Lübnan’a yönelik saldırıları “savaşın yeni aşaması” olarak tanımlıyor. İsrail, bu saldırganlığı ve yüzlerce sivilin katledilmesini “Hizbullah’ın etkisizleştirilmesi” ve “İsrail’in kuzeyindeki yerleşimcilerin güvenliği sağlama” ile gerekçelendirmeye çalışıyor. Oysa bu politika zaten Lübnan’ın önemli siyasi aktörlerinden biri konumunda bulunan Hizbullah’ı güç kaybına uğratmaktan çok İsraillilerin güvenliğini tehdit edici sonuçlara yol açıyor.

Çağrı cihazlarına ve telsizlere patlayıcı yerleştirerek düzenlenen saldırıların ardından Rıdvan Gücü Komutanı İbrahim Akil ve birçok komutanını bu kez İsrail’in füze saldırısında kaybetmesinin Hizbullah için yıpratıcı sonuçları olduğuna şüphe yok. Ancak bu durum 2006 savaşında Lübnan’ı işgal eden İsrail’i geri çekilmeye zorlayan Hizbullah’ın bugün de savaş kabiliyetini önemli oranda koruduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hizbullah’ın Fadi 1 ve Fadi 2 füzeleri ile İsrail’in Megitto, Ramat David ve Amos üsleri ile silah fabrikalarını hedef alan saldırılar düzenlemesi de bu gerçeği ortaya koyuyor. Netanyahu yönetiminin 30 Eylül’e kadar olağanüstü hal ilan etmesi de bu saldırı politikasının İsraillilerin güvenliğini sağlamak bir tarafa daha fazla tehlikeye atıcı sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.

İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, “Bizi olmak istemediğimiz bir noktaya çekmek istiyorlar” açıklamasıyla gerek bölgesel dengeler ve gerekse iç politikada yaşadığı sorunlar nedeniyle İran’ın çatışmaların büyümesini istemediğini vurguluyor. Ancak İsrail’in Hizbullah’ı Lübnan’ın güneyindeki Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmeye zorlamak amacıyla olası bir kara saldırısına girişmesinin İran’ın ‘stratejik sabır’ olarak tanımlanan çatışmaları büyütecek adımlardan uzak durmaya yönelik politikası bakımından hangi sonuçları doğuracağını şimdiden kestirmek zor.

Türkiye’nin geçen ay bu gerilimlerin merkezi konumunda bulunan Doğu Akdeniz’de ABD ile ortak deniz tatbikatı yapmasını ve NATO içinde üstlendiği misyonu bu gelişmelerle birlikte okumak, Erdoğan iktidarının olası bölgesel savaş tehdidi karşısında ülkeyi hangi noktalara sürüklediğini görmek bakımından önem taşıyor. Zaten BM toplantısı için ABD’ye giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aklı da F-16 savaş uçaklarının modernize edilmesi ve Suriye Kürtlerine karşı operasyon düzenlenmesinde.

Bugün İsrail’in Gazze’den sonra Lübnan’ı hedef alan saldırı ve katliamları, siyonist saldırganlığın ve ona güç veren ABD emperyalizminin bölgede barış ve bir arada yaşamanın önündeki en önemli engel olduğunu bir kez daha gösterdi. İsrail halkının da güvenliğini tehdit eden bu politika karşısında bölgede barış için atılması gereken ilk adım Gazze’de kalıcı ateşkesin ilan edilmesi ve devamında İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilerek sorunun eşitlik hukuku temelinde iki devletli çözümünün sağlanmasıdır.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin