Geçen yüzyılın sonlarından itibaren, özellikle 2010’lu yıllardan bugüne, sosyalistlerin siyasetle kurduğu ilişki gitgide sorunlu bir hale geldi. Gerçekçi sebepleri/temelleri var: Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün yarattığı olumsuz tablo, toplumsal mücadeleler alanına taşınan ya da ifadesine yeni kavuşan kimi olguların tespit edilememesi, kazanım ve strateji yoksunluğu…
Velhasıl sosyalist hareket; günümüzde siyasete tutunmaya çalışan, iktidar perspektifinde ısrar eden sayılı birkaç özne dışında kulvar dışında kaldı. Burada yalnızca bir güç asimetrisinden söz etmiyoruz. Sosyalist hareketin önemli bir çoğunluğu kendisini programı, iddiası ve siyasal hedefleri olan birer politik özne olarak görüp öyle hareket etmekten ziyade, bazen kimi etik normların koruyucusu bir tapınak şövalyesi, bazense göze hoş ve kulağa güzel gelen kimi duygu/hatıraların sergilendiği bir gösteri sahnesi olarak görüyor.
Tarihimizde yer edinmiş devrimcilerin, tarihsel olayların veya örgütlenmelerin bir veya birkaçının, diğerlerinden daha kalbi duygularla ve coşkuyla sahiplenildiği dükkanlar var. Siz de kendi duygularınızın karşılığına denk düşen dükkandan içeri buyur ediliyorsunuz. Onların ruhunu mücadeleye çağırmaya değil, fanuslarda özene bezene saklanmış anılar hakkında hikayeler dinlemeye…
Hikayeler dinlemekle ilgili sorunumuz yok elbette. Ancak referans, feyz ya da ilham; yürümek, ilerlemek, üzerine basıp sıçramak için alınmayacaksa neye yarar? Devrimcilerin ve devrimlerin mirası, siyasetin hazinesi olarak değerlendirilmek yerine toprağa gömüldüğünde, manevi dünyamızı tatmin etmekten öte bir işleve sahip olur mu?
Sol, yukarıda sözünü ettiğimiz insan onuruna yakışır bir yaşam idealinin gerektirdiği etik normların koruyucusudur ve öyle de kalmalıdır. Aynı zamanda, iyi duygu ve mücadeleyle yoğrulmuş hatıraların da yeniden üretim alanıdır sol. Bizim itiraz ettiğimiz husus ise şu: Tüm bunlar, solun faaliyet alanının belirli, ancak belirleyici olmayan bir parçası olabilir. Asli değil, tali…
Belirleyici olan, sınıf ile birlikte sınıf namına toplumsal ve ekonomik yaşamı dönüştürme faaliyetidir. Asimetrik güç dengelerini sınıf lehine bozmak, emekçilerin kendi kaderine kendisinin yön vereceği bir düzen yaratmak. Azınlığın çoğunluğa olan diktatörlüğünü, sınıf sömürüsünü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, yabancılaşmanın kaynaklarını ortadan kaldırmak.
Ha deyince olacak bir şey değil, biliyoruz. “Vira bismillah” demeden de olmaz ama… İnsanlara sürekli ideal ve ilkelerinden bahseden, bugünün sorunlarını yarın nasıl olsa çözeceklerini anlatan, kendisini verili anın gerçeklerine göre tarif edemeyen bir hareket nasıl güç bulabilir?
Sol Yeniden Siyasete
Buraya kadar söylediklerimizden tek bir önerme ortaya çıkıyor: Sosyalist hareket siyasetle ilişkisini yeniden kurmalıdır. Sosyalizm, politika yapmalıdır. Toplumla bağlarını, bugünle ilişkisi üzerinden kurmayı zorlamalıdır. Koordinatlarını siyaset düzleminde, iktidar perspektifiyle tarif eden bir siyasi özneye yeniden dönüşmelidir.
Şimdi bu önermenin parçalarına yakından bakalım.
Sosyalizm, geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran, çeşitli coğrafyalarda milyonlarca insanın çatısı altında yaşadığı bir sosyal-ekonomik düzeni temsil ediyordu. Birbirinden farklı yol ve yöntemlerle Rusya’dan Küba’ya, Çin’den Orta Doğu’ya dünyanın dört bir yanında sosyalist devrimler, deneyimler yaşandı. İnsanlığın uzay macerası, bilim ve teknolojide gelişmeler, sanat, mimari, spor… Hepsinde sosyalizm deneyimlerinin izi vardır.
Bu izlerin izini sürdüğümüzde; Sierra Maestra’da savaşan Kübalı devrimcileri, Sovyetlerde Çar diktatörlüğüne karşı kendi iradesini tayin eden Rus halklarını, Milli Mücadele’ye omuz vermek üzere Anadolu’ya gelen Mustafa Suphi’leri, Mao’yu, Ho Amca’yı ve nicesini görürüz.
Bilimsel Sosyalizmin alamet-i farikalarından biri, ütopik sosyalistlerin ada tasvirlerine atfen söylenegeldiği üzere, Marx’ın “adayı anakaraya bağlama” becerisidir. Yani Marx ve bilimsel sosyalistler, sosyalizm fikrini hem düşünsel hem eylemsel açıdan bir ütopik ideal olmaktan çıkartmıştır. Bunu sosyalizmi bir politik akım haline getirerek, günün siyasal düzlemi üzerine yerleştirerek yapmışlardır. Günün açmazları ve çelişkileri üzerine tarihsel bağlantının kurulması, açmazların da yakın gelecekte çözülmesi üzerine sürekli bir çaba. Son kertede devrimleri getiren, günün devrimci görevleri üzerine gösterilen çabanın özgül bağlamlı birer devrim kuramıyla buluşmasıdır.
Politika; amaç, araç, strateji ve taktiğin bileşimiyle yapılır. Bunlardan biri yoksa, eksikse, yeterince iyi tanımlanmamışsa kısa devreler yaşanması kaçınılmazdır.
Sosyalizmin politika yapması demek; geçmişte olduğu gibi bugün de günün yakıcı sorun başlıklarının geçmişle ilintisini gözler önüne sermek, bu başlıkların çözülebilmesi için de somut adımlar, hedefler ve stratejiler belirlemek demektir: Anlaşılabilir, uygulanabilir, katılımcı yöntemlerle elbette. Dolayısıyla yeniden ilişkilenme ne eskiyi çöpe atarak ne de eski yöntemlere sırtını dönerek mümkün olur. Bu ikisinin bir aradalığının özgül bir bağlamını kurmak gerekir.
Amaç, politika yapan öznenin başarıya ulaştığı koşullarda kendisini ve üzerinde politika yaptığı düzlemi görmek istediği yeni noktadır. Nihai amaca ulaşmak için, ara amaçlar belirlemek de mümkün ve hatta zorunludur. Tersinden söyleyecek olursak, daima nihai amaca işaret ederek, sorunların çözümü için ufukta henüz görünmeyen bir geleceği göstererek politika yapan (!) öznelerin aslında Godot’yu beklemekte olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Araç ise amaca ulaşmak isteyen özneyi belirli kurallar etrafında çerçeveleyen, mücadeleyi işbölümü ve işbirliğiyle vücuda kavuşturan organizmadır. Araç da tıpkı amaç gibi, çeşitli ara başarımların elde edilebilmesi için çeşitlendirilebilir ve çeşitlendirilmelidir de. Sosyalizmin politika serüveni açısından birincil araç, bize göre, partidir. Birincil araca eşlik eden, onu çeşitli yönlerden kuvvetlendiren, çeşitlendiren, kılcallaştıran dernekler, vakıflar, demokratik kitle örgütleri, kampanya grupları, kültür-sanat kolektifleri vb. de ikincil araçlar arasındadır.
Bir parantez: İkincil araçlara, hedefe doğru yolculuğa hizmet etmek için ihtiyaç vardır. Birincil araca hizmet etmek için değil!
Tamirci Metaforu, Taktik ve Strateji
Elimizde saydıklarımızdan son olarak strateji ve taktik kaldı. Bu yazının özgül ağırlık merkezi bu ikisinin birbiriyle ve politikayla ilişkisi üzerindedir. Zira bugün politik alanda sosyalistlerin yaşadığı sıkışmanın kaynağını; iç bütünlüğe sahip bu iki unsurun, ya politika alanından çeşitli sebeplerle dışlanmasına ya da bu ikisine gereken önemin verilmemesine bağlamak mümkün.
Kabaca tariflemek gerekirse strateji, araçla amaç arasındaki köprüdür. Taktik(ler) ise o köprünün mimari çizimi, mühendisliği ve inşaatıyla ilgili her şeyi kapsar. Örneğin Sovyet Devrimi ile Küba Devrimi arasında, bu ikisinin de birer devrim olması ve devrimciler önderliğinde yapılması yönünden fark yoktur. Oysa bu iki devrim, birbirinden oldukça farklı stratejiler ve taktiklerle başarılı olmuştur. Mao önderliğindeki Çin Devrimi de bu ikisinden bambaşka bir strateji eşliğinde başarıya ulaşmıştır. Örnekler çeşitlendirilebilir.
Bu örneklerden yola çıkarak bu stratejilerden yalnızca birini mutlak addetmek, diğerlerini kategorik olarak reddetmek mümkün olabilir mi? Bugüne kadar ortaya konmuş olan stratejilerden başka stratejiler üretmenin, bu stratejileri çeşitlendirmenin, sentezlemenin ya da ortaya daha önce konmamış bir strateji koymanın imkansızlığından söz edilebilir mi?
Günümüz literatüründe strateji tartışmalarının neredeyse tedavülden kalkmasının sebepleri ve sonuçları var. Sebebini sosyalist hareketin politik güç kaybında görmek pek de hatalı olmaz.
Devrimin stratejisi ve o stratejiyi bütünleyecek taktikler dendiğinde Türkiye ölçeğinde çok çeşitli yaklaşımlara, deneme ve deneyimlere rastlamak mümkün. Bunlardan bir veya birkaç tanesinin geçer akçe olduğu, doğru stratejinin muharebede ciddi mevziler kazandırdığı ve tersinin yaşandığı örnekler de yakın ve uzak geçmişte mevcut.
Türkiye’de sosyalist hareketin toplum nezdinde ciddi bir itibar ve güç kazandığı 60’lı ve 70’li yıllarda Milli Demokratik Devrim taraftarları, Sosyalist Devrim diyenler, Halk Devrimi için çabalayanlar vardı… Öte yandan siyaset; öznesi ve nesnesi itibarıyla yaşayan, dönüşen, dönüştürücü bir faaliyettir. Yukarıda sıralanan devrim stratejilerinin hepsinin artıları, eksileri, açmazları ve avantajları kendisini göstermiştir. Her birinin bu topraklarla özgül bağlamları da vardır ancak o veya bu sebeple bu stratejilerden ortaya bir devrim çıkmamıştır.
Farklı farklı stratejiler izleyerek sosyalizm mücadelesi veren özneler, başarısızlığa uğradığında ve güçten düştüğünde büyük ölçüde izledikleri stratejilerin zaaflarından ziyade strateji ve taktik kavramlarının kendisini tartışmaya açmıştır. Bu sebepten ötürü sosyalist harekette strateji tartışmaları önemsizleşmiş, bu defa ideal toplum tasvirlerinin çatışması belirgin ve ayrıştırıcı unsur haline gelmiştir.
Sonucu ise bir metafora başvurarak açıklamak istiyorum. Bir tamirci, “ben sorunun kaynağını bir bakışta anlarım” diyerek, yanına alet çantasını almadan işe gidiyor. Arızalı cihazı inceliyor. Sorunun ne olduğunu da bir bakışta anlıyor… Peki ya sonra? Anahtarı, çekici, pensesi, lehim makinesi olmadan tamiri nasıl gerçekleştirecek?
Sosyalist hareketin güncel durumu ile metafora konu olan tamirci arasında maalesef ciddi bir benzerlik söz konusu. Eğitimden sağlığa, ulaşımdan yoksulluğa, ekonomiden kültüre her alanda sosyalistlerin çeşitli ve derin sayılabilecek bir deneyimi, o deneyimden süzülen sözü olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu sözler politika alanında anlamına kavuşamadığı, maddi bir güç haline getirilemediği sürece bir polemik olmanın ötesine geçemezler. Dolayısıyla sorunları tespit etmekle yetinip, çözemezler.
Elimizde Ne Var?
Fikirlerin çarpıştığı her yerde karmaşa, doğruların çakıştığı her yerde bir bileşke kuvvet mücadelesi olması doğaldır. Bu karmaşayı ve kuvvet mücadelesini işçi sınıfının lehine çevirebilecek olan, sosyalist stratejinin hayata geçirilmesini mümkün kılacak taktik manevraların sergilenmesindeki kabiliyet ve kıvraklıktır. Bunu söylediğimizde, amaç-araç-strateji-taktik arasındaki dört unsurlu bütünlüğün her bir parçasının o bütünlük için özel anlamını da yerli yerine oturtmuş bulunuyoruz.
Yazıda bolca soyutlamaya başvurduktan sonra, bunların bir kez daha somutlanmasına olan ihtiyacı seziyoruz. Öyleyse Türkiye devrimi üzerine önermemizi formüle edelim: Türk ve Kürt halkları başta olmak üzere bu topraklarda yaşayan tüm emekçilerin, işçi sınıfı partisinin önderliğinde, çok-özneli, sınıfın iki yakasını birleştirerek, müşterek hak ve ödevler temelinde kuracağı Sosyalist Cumhuriyet.
Formül ortaya konduktan sonra; özgül bağlamlı bir devrim kuramına eşlik eden, o kuramı anlaşılabilir ve ulaşılabilir kılan, hedefleri, rotası, hareket dinamikleri belirlenmiş bir stratejiyle bütünlenmelidir. Araç ile amaç arasındaki köprü, o köprüyü inşa edecek bilgi birikimi, mühendislik ve nihayetinde inşaatçılar tanımlanmalı ve işe koşulmalıdır.
Formülde de yer alan, dünya ölçeğinde genel geçer tanıma ve öneme sahip unsurların yerel-özgün karşılıklarının bulunmasına, bu karşılıkların politika başlıklarına dönüştürülmesine ve örgütlenmesine ihtiyaç vardır. Örneğin bu formülde ifade edilen çok-öznelilik tanımlanmalı, bu öznelerle yan yana gelişleri mümkün kılacak işbirliği-cephe-ittifak ilişkileri oluşturulmalıdır. Sınıfın iki yakası hangi politik-toplumsal-ekonomik talepler etrafında bir araya getirilebilir? Gri-yakalılar tartışması nasıl ele alınabilir, bu özel tabloya ilişkin nasıl hamleler türetilebilir?
Kısaca bundan sonrası öznenin ayakları yere basan; birikimini dünden, inancını yarından, kuvvetini bugünden alan bir yapıya dönüşerek önündeki engelleri aşmasına bağlıdır. Sosyalist hareket sahip olduğu bilgi birikimine körü körüne güvenmeyi bırakıp alet çantasını eline aldığında bugün göremediği eksiklerini de görecek, işini ve ekmeğini geri kazanacaktır.