Almanya’da Sosyal Demokratlar ülkenin doğusundaki Brandenburg eyaletinde seçimi kazandılar, ancak faşizmin tırmanışı devam ediyor. Aşırı sağcı parti AfD’nin (Almanya için Alternatif) oyları az bir farkla SPD’nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) gerisinde kaldı. Ancak, bu aybaşında komşu eyaletler Saksonya ve Thüringen’de olduğu gibi, özellikle gençlerin oylarını alarak yine büyük bir oy patlaması yapmayı başardılar. Faşist ve Nazilerden muhafazakârlara tüm sağcı güçlerin çatı partisi AfD, diğer partiler işbirliğine karşı olduğu için burada da ana muhalefet olarak kalacak, ancak göçmen karşıtı propagandasıyla tüm ülkenin siyasi gündemi belirlemeye – diğer partileri etkilemeye – devam edecek.
Brandenburg, 2,5 milyonun biraz üzerindeki nüfusuyla küçük bir eyalet, ancak diğer iki eyalette olduğu gibi bu seçimlerin ülke siyaseti açısından büyük ağırlığı var. SPD hariç tüm partilerin hezimetle karşılaştığı bu seçim, aynı zamanda iktidardaki üçlü koalisyon hükümeti ve merkez sağ partiler CDU-CSU (Hristiyan Birlik partileri) için önemli test niteliği taşıyordu. Federal hükümetin ortakları Yeşiller ve liberal Hür Demokrat Parti (FDP) barajın altında kaldıkları için eyalet meclisine giremediler. Son dönemlerde güçlenen ana muhalefet merkez sağ CDU (Hristiyan Demokrat Birlik) da büyük oranda oy kaybetti.
PRESTİJ KAYBINI ÖNLEDİ
SPD’nin başarısı ise bu eyaletin 11 yıllık Başbakanı Dietmar Woidke’nin karizmasından ve Sosyal Demokrat ağırlıklı federal hükümete karşı eleştirel duruşundan kaynaklanıyor. Önce Sol Parti (Die Linke), daha sonra da CDU ve Yeşiller’in yer aldığı koalisyonların başında eyaleti yöneten Woidke, SPD’nin genel merkezini ve Federal Başbakan Olaf Scholz’u seçim kampanyasından uzak tutarak, partisinin ve federal hükümetin ülke çapındaki prestij kaybının buradaki seçimi etkilemesini önledi.
Seçimin bir diğer galibi de Almanya’nın Ukrayna Savaşı’ndaki tarafgir tutumuna ve ekonomik açıdan büyük yük getiren Rusya karşıtı ambargolara karşı çıkan BSW (Sahra Wagenknecht İttifakı). Büyük çoğunluğu Sol Parti’den, bir bölümü de SPD ve Yeşiller’den ayrılanların bu yılın başlarında kurduğu BSW, üç ay önceki Avrupa Parlamentosu (AP) ve üç hafta önceki eyalet seçimlerinde olduğu gibi Brandenburg’da da başarılı olarak “anahtar” konumuna geldi. Bir dönem Sol Parti’nin önde gelen isimlerinden olan Sahra Wagenknect’in adını taşıyan BSW, büyük olasılıkla Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’daki koalisyonlarda yer alacak. Bu arada Die Linke de seçimin asıl kaybedenleri arasında. Bir dönem Brandenburg Hükümetleri’nde koalisyon ortağı olacak kadar güçlü olan partinin kan kaybı hızla sürüyor. Onlar da yüzde 5’lik barajı geçemeyerek, parlamento dışında kaldılar.
HÜKÜMETİN GELECEĞİ
Almanya, doğusundaki eyalet seçimlerinin ardından tam bir yıl sonraki genel seçimlere kadar yeni bir döneme girmiş oldu. Mart ayındaki Hamburg eyalet seçimi de büyük olasılıkla küçük çapta bir “genel seçim provası” olacak. Ancak Olaf Scholz liderliğindeki sosyal demokrat, yeşil ve liberal ortaklığın bu süreyi sonuna kadar götürebilmesi zor görünüyor. Koalisyonun küçük ortağı FDP, dar gelirli kesimleri kısmen rahatlatacak ekonomik tedbirler konusundaki direnişini sürdürerek Scholz’un elini kolunu bağlayabilir. Şimdi gözler FDP’li Federal Maliye Bakanı Christian Lindner’in itirazı nedeniyle kasım ayına ertelenen bütçe görüşmelerinde. SPD’nin “kırmızı çizgi”si olan emeklilik paketini içeren bu bütçe FDP’nin onayını alamazsa Scholz’un bu durumu “koalisyon krizi” olarak değerlendirerek hükümete karşı gensoru verme yoluna gidebileceği ileri sürülüyor. Bir erken seçim durumunda koalisyonu oluşturan tüm partileri, özellikle de FDP’yi şimdikinden daha büyük bir hezimet beklediği için birçok konuda olduğu gibi büyük bir olasılıkla “son dakika uzlaşması” bekleniyor. Ancak son dönemlerde sürekli prestij kaybeden ve medyanın yıpratma kampanyalarına hedef olan Başbakan Scholz’un, “partiye oy kaybettireceği” gerekçesiyle kendi ikametgahının olduğu Brandenburg’daki seçimlerden uzak tutulması, bu hükümetin yasama sürecinin sonuna kadar ayakta kalamayacağına dair spekülasyonların hafife alınmaması gerektiğini gösteriyor.
Seçimi ana muhalefet Hristiyan Birlik partileri de (CDU-CSU) kaybetti. Birkaç hafta öncesine kadar anketlerde AfD ve SPD’yle yarışan CDU, seçimde bu partilerin aldığı oyun yarısı kadar bile oy alamadı. Dahası yeni kurulan BSW’nin de gerisinde kalarak sandıktan dördüncü olarak çıktı. CDU’nun sözcüleri bu durumu Başbakan Woidke’nin “Eğer bu seçimlerde AfD birinci parti olursa, siyaseti bırakacağım!” açıklamasının psikolojik etkisine dayandırıyorlar. Onlara göre birçok CDU seçmeni, AfD’nin daha da güçlenmesini önlemek için oylarını SPD’ye verdi. CDU’nun oy kaybının ardında bir başka neden de olabilir. Önümüzdeki yıl genel seçimlerde Hristiyan Birlik partilerinin ortak federal başbakan adaylığı konusundaki yarışı geçen hafta sonlandı. Yarış esas olarak CDU’nun Genel Başkanı Friedrich Merz ile küçük kardeş CSU’nun Genel Başkanı ve Bavyera Eyalet Başbakanı Markus Söder arasındaydı. Bu iki politikacının her ikisi de sağcı popülist çıkışlarıyla birbirleriyle yarışıyorlardı. Sonuçta Söder değil de Merz’in ortak aday olduğu açıklandı. Angela Merkel döneminde de parti liderliği için mücadele eden ve her defasında hezimetle karşılaşan Merz, Merkel’in siyaseti bırakmasının ardından aradığı fırsatı bulmuş, parti genel başkanlığına getirilmişti. Ancak özellikle göçmenlere karşı aşırı sağ çıkışlarıyla, polemikleriyle zaman zaman gündemi belirleyen Merz’in hem kendi tabanında, hem de halk arasında sevilmeyen bir imajı var. Nitekim “federal başbakan adaylığı” açıklandıktan sonra yapılan anketlerde Scholz’un bile gerisinde kalması bunun göstergesi. Bu durumun partisinin Brandenburg’daki başarısızlığında da etkisi var. Ancak ülkedeki eğilim şimdiki gibi devam ederse, bir dönem “Almanya’nın Trump’ı” olarak ünlenen Merz’in önümüzdeki seçimlerde Almanya’nın başına geçme olasılığı yüksek.
Hem Brandenburg’daki, hem de ondan önceki seçimlerde en önemli faktör partilerin göç konusundaki tavrıydı. Bu süreç göçmenlerin kitleler halinde ülkeden çıkarılmasını açıkça savunan AfD’ye giden oyların bir bölümünü alabilmek için tüm partilerin göç konusunda sertleşmesine yol açtı. Ancak beklendiği gibi bu AfD’nin daha da güçlenmesini sağladı. Sonucu etkileyen diğer önemli faktör de hükümetin Ukrayna ve Gazze’deki savaşlardaki politikalarıydı. Ana akım medyadaki seçimle ilgili analizlerde bu konu pek öne çıkmıyor. Ancak “görünen köy kılavuz istemez.” Tüm kampanyalara rağmen halkın önemli bir bölümü -özellikle de eski Doğu Almanya’dakiler- hükümetin ve sağ partilerin Ukrayna, Rusya ve İsrail tutumlarına karşı. Nitekim seçimi Ukrayna’ya silah yardımına, ABD’nin Almanya’ya Moskova’yı, hatta cepheden daha uzaklardaki hedefleri vurabilecek uzun menzilli füzeleri konuşlandırmasına, ekonomik krizi derinleştiren Rusya karşı ambargolara karşı çıkan, ateşkese için arayışlara ağırlık verilmesini savunan partiler, yani AfD ve BSW kazandı.
Bu eyaletlerdeki seçimlerde görece başarılı olan CDU ve SPD’li politikacılar da bunu bildikleri için kampanyalarda partilerinin Ukrayna, Rusya ve İsrail konusundaki politikalarına mesafeli durdular. Bu konular eyaletlerin değil, federal hükümetin sorumluluğunda. Bu konuda keskin tavrı olan BSW’nin eyalet hükümetlerine ortak olmasının merkezi politikaları ne ölçüde etkileyeceğini göreceğiz.