Hemen örneklerle konulara geçecem. Sadece, bu yazımda akademik karyerimin de önemli tekniklerini kulanacağıı da ekleyecem. Sosyal Çalışma Uzmanı olduğumu, eminim çoğunuz bilmiyorsunuz. Çünkü yaşamımda çalışma döneminde bu alanda görev yapmadım. Buda mesleki akademik bilimselliğimi eksik braktı. Yine de siyasal ve kültürel birikimim ile akademik karyerime birlikte baş vurduğum epey konu da yazıya döküldü. Bu makale de bunlardan biridir.
****
Hemen konulara geçecem: Türkiyenin eski Genelkurmaybaşkanı ve savunma bakanı Hulusi Akar, önemli açıklamalar yaptı. Açıklamaları epey yankı da yaratı. Kıbrısla alakalı da lafları resmi eksende söyledi. Hemen yerel renkli teslimiyet yayınları da bunu aktardı: “Kıbrısta iki eşit devlet vardır”.. bu hamasi tatmin morali bakımından önemlidir. Ayni zamanda Türkiyeye de yalakalıkta teslimieytin ta kendisiydi.
Halbuki Akar başka önemli açıklamalar da aptı. Özellikle ilk öğretim için söyledikleri epey yankı ve tepki buldu. Alah Korkusuyla öğretimi önerdi. İlk ve orta öğretimde bilgi değil de alah korkusu öğrtilmesini belirti. Bu oldukça önemlidir. Bilginin ise ancak ünüversitelerde verileceğini de eklemekten geri kalmadı. Bunlar bizim medyada yok. Hele de okuların açıldığı günlere raslaması da tesadüf değilken. Ayrıca tam da Türkiyede yeni Marif projesinin de uygulamaya geçtiği anlarda belirtilmesi boş sözler olamazdı..
Tekrar edecem: bu sözleri söyleyen Türkiyenin eski savunma bakanı, genelkurmay başkanıdır. Şimdi de AKP vekili. Türkiyenin yakın tarihinde tartışmalı ve soru işaretli süreçleri de var. ama temelde Türkiyenin resmen gidilen eğitim anlayışının da ta kendisidir. Hele de tamda marif projesinin uygulandığı okuların açıldığında Çanakaleden Gazzeye giriş dersi olması, Türkiye eyitimi için geleek sinyalleridir. Ama Kıbrıs medyası sadece “iki eşit devlet” moraliyle gaz buldu.
***
Ben Lefkoşanın Kermiya sosyal konutlarında oturuyorum. Tam da sınırın dibinde. Uzayan araba kuyrukları normal şekil halindedir. Arada bazı medya muhabirleri de geliyor. Sınırdaki sıkıntıya dikat çekecek reportajlar da yapıyorlar. Ama bazılarına da tanık olduğum gibi, resmi sınırda kalma uğraşı da oluyor. Zaten konuşan kişiler de yerine göre davranıyor. Hat da her kanal temsilcisine başka başka söz söyleme becerisine de epey alıştıkları kesin.
UBP kesimi daha dikkatli. Onun için kendi yönetimine fazla dokunma yerine “umum” diyerek suçu da karşıta atıyor. Bazısı dayaşadıklrı sıkıntı öfkesi ve ya bilmeme veya dokunmama sınırıyla sözler harcıyor. Herkes bilir ki sınır kapıları Hükümetin değil askere bağlıdır. Ve yeri geldiğinde bir askeri çavuşun bakandan daha yetki kulanım yaşananı da vardır. Onun için dikkatli konuşma ve hem medyayı hem de kendilerini sistem dışına çekmeden şikayet ediyorlar.
İster istemez aklıma şu kısa zaman öncesi yaşadıklarım aklıma geliyor. Kapı açılma ilk başlangıç döneminde eylemler oluyordu. Ben gerektiğinde Güney gerektiğinde de Kuzeyde bu eylemlerde müzikçi olarak katıldım. Ozaman çoğu şimdi foncularla para kırıtan kesim gelmediği için aranan önemli kişiydim. Eylemlerdeki diakte gelen, belirli düşüncedeki aydın sol kesimin katılmasıydı. Kapıların açılması ve kar sağlamak isteyen kesimleri hiç eylemlerde görmedik.
Bunu neden tekrar yazıyorum: çünkü onca şikayet ve öfkeye karşın tek bir eylem yapılmadı. Sadece sıraya girip bekleniyor. Gazeteci de görünce öfkeyle birşeyler söyleniyor. Bir anlamda muhalefetinn geldiği çürümüşlük çaresizliğğin ta kendisiydi. Gazetecilerin de çoğu sanki işi yapmış gibi de kendilerini “dev aynasında” övüyor. Ama eylem falan da yok. Yapılacak olursa da inanın çoğu şikayet edenin bu tür eylemlere katılmayacağı da kesin. Yaşanan pratik bunu gösterdi.
Son bir acı düşünce gerçeği de şu: nedense olay çoğu resmi medyada insani değil ticari gözle yorumlanıyor. Rum gelecek de buraya para brakacak gözlükle faydacılık kültürü ile aktarıyor. Normal insan seyahati kuramı hiç dilendirilmiyor. Son olgu da şu: K. Kıbrıstan Güneye nifusun çoğu zaten geçme hakı yok. Geçme hakı olanların belkide Nifusun 3.1 azdır. Buda olayın dikate alınmamasında önemli faktör. Ayrıca ticari kesim hem kar için istiyor hem de sistemin devamını savunan paradoksta boğuldu. Bunlar olayın gündem konuşmasından tutun genel yaklaşıma dek hep yansıyor.
***
Tüm bunlar ekleyeek bir de paranoyalaşan tutum var: hala Türkiye gerçeği varken, olaylar açık açık oynanırken, birileri çıkıp “Türkiyenin haberi yok, haberi olsa bunlara göz yumaz” veya “hükümet ne yapsın” sığıntılarıyla konudan sistemi aklamaya çalışıyor. Doğrusu bu da tutuluyor. Oysa Üstel ve Tahsinin nasıl koltuğa oturtulduğu, Tatarın hem saraya hem de interpoldaki aranırlığından nasıl kurtulduğu örnekleri eğer anlatmaya yetmiyorsa, ben şeytanı kovalayıp namelerle kovmayı başaramam. Sadece bazen birielri “bunları yazma, yazdığında seni de Türkiyeye sokmazlar” uyarılarıyla karşılaşırım.