Modern siyasal yapılara geçişin miladı olarak 1789 Fransız Devrimi’ni anmak adettendir. Ama Fransa’nın kendini bir modern ulus-devlet olarak inşası, devrimi izleyen yıllarda Napolyon’un orduyu yeniden yapılandırmasıyla tamamlanabilmiştir. Aynı yüzyılda ordudan başlayan siyasal ve toplumsal dönüşüm süreçleri, Prusya militarizmi temelinde modern Almanya’nın oluşumunda da gözlemlenir. Rus çarları ve ardından Osmanlı sultanlarıysa ordudan başlayarak devleti modernleştirme hamleleriyle hanedanlarını sürdürebilmeyi umuyorlardı. Rus rejimi, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar dayandı ve 1917 Devrimi’yle kurulmaya başlayan sosyalist Rusya’nın çekirdeği, halk meclisleri (Sovyetler) ve Komünist Parti’yle birlikte iç savaş sürecinde biçimlenen Kızıl Ordu’yu da kapsıyordu. Osmanlı’ysa 1909 yılı itibarıyla yeni ordunun ve onun siyasi kanadı İttihat ve Terakki’nin kontrolünde bir ulus-devlet modeline girmiş bulunuyordu. 1923’teki cumhuriyet ilanı, bu militarist parti-devletin resmiyet kazanmasıydı.
Türk sistemi; Osmanlı’nın son yüzyılındaki modernleşme hamlelerinin sonucu olduğu kadar hem Alman militarizminin hem de Sovyet parti-devletinin (ve 1930’larla birlikte İtalyan ve Alman parti-devletlerinin) etkileri altında ordu, parti ve devletin iç içe oluş esası üzerinden inşa edildi. Türkçü ve Batıcı/seküler doktrinin ülke sathında hakimiyeti, ordunun fiziki zoruyla mümkün oldu. Bu iç asayiş tesisi, milli eğitim faaliyetiyle takviye edilerek yeni bir millet inşa edilecekti. Mustafa Kemal’e göre eğitimin görevi, militarizmi milli ideolojiyle sağlamlaştırmaktan ibaretti: “(Öğretmenler) ölen ve öldüren asker ordusuna, niçin öldüğünü öğreten irfan ordusunun mensuplarıdır.”
Çok partili sisteme geçişle birlikte ordu-parti-devlet üçlemesinde beklenen çatlaklar oluşmaya başladı. 1960’dan itibaren yaklaşık olarak 10 yıllık periyotlarla kendini tekrarlayan başarılı ve başarısız darbe girişimlerinin hepsinde bu kaybedilmiş bütünlüğü yeniden tesis etme çabası görülebilir. En son 15 Temmuz kalkışmasında bulunan Gülenci ve NATO’cu subaylar koalisyonu bile kendisine Kemalist “Yurtta Sulh Konseyi” adını verme ihtiyacı hissetmişti.
Geçmiş düzenin ordusunu ıslah etmenin mümkün olmadığı, III. Selim’in trajik ölümüyle sonuçlanan Nizamı Cedit girişiminden beri gözlenebilir. II. Mahmut, amcası Selim’in rüyasını 1826’da gerçekleştirmeyi başardı. Bunun için, kurduğu yeni ordu birliklerine Yeniçeri kışlalarını topa tutma emrini vermesi gerekiyordu. “Vakayı Hayriye” esnasında İstanbul Boğazı’nın kan aktığı rivayet olunur. 6000 yeniçerinin çatışmalarda öldürüldüğü, 135,000 asker gücündeki eski rejim ordusunun tamamen tasfiye edilerek binlerce yeniçerinin idam edildiği, kalanların da hapsedilip sürgüne gönderildiği kapsamlı bir katliamdır. Sonuçta Prusyalı ve Fransız uzmanların danışmanlığı altında modern bir ordu (Nizamiye Ordusu) kurulmuştur. Kara Harp Okulu da bu kanlı tasfiyenin kurumsal sonuçlarından biridir. Okulun kendi ambleminde kuruluş tarihi olarak 1834 yazılıdır. Meşrutiyet ve ardından Cumhuriyet, oradan yetişen askeri kadroların liderliği altında gerçekleşmiştir.
AKP ileri gelenleri zaman zaman bir tarihsel parantezi kapattıklarını belirtirler. Osmanlı hanedanının gidişatını kesintiye uğratan bu parantezin 1923’te cumhuriyet ilanıyla ya da 1909’da Abdülhamid’in düşüşüyle açıldığı düşünülür. “Restorasyon” sloganının Meşrutiyet ya da Cumhuriyet öncesine dönerek çok görkemli olduğu farz edilen ecdadın tarihine kaldığı yerden devam arzusunun ifadesi olduğu anlaşılıyor. Ama militarizm tarihine bakıldığında söz konusu parantezin açılış anının bir değil, iki yüzyıl önce eski rejime ait ordunun kanlı tasfiyesi olduğu görülür. Mayasında militarizm olan Türk ekolü içinde yeni rejim, yeni ordu demektir. Kemalist Türkiye’nin temelleri, II. Mahmut’un Mektebi Harbiye-i Şahane adıyla Kara Harp Okulu kurduğu anda atılmıştır.
Erdoğan önderliğindeki AKP, restorasyon şiarıyla geçmişi ihya eden bir yeni rejim inşası çabası içinde birçok adım attı. En önemli hedefi ordu olarak tespit etti ve Ergenekon-Balyoz davalarıyla askeri yapı içinde olduğu kadar toplum genelinde bir de-Kemalizasyon hamlesini yürürlüğe koymuş oldu. Ardından gelen 15 Temmuz darbesini bastırma darbesinin önemli hedeflerinden biri askeri eğitim kurumları oldu. Askeri liseler hemen kapatıldı ve 2016’dan beri Harp Okullarında geçmişin Kemalist endoktrinasyonu yerine daha mütedeyyin bir tedrisat getirildiği anlaşılıyor. Erdoğan, “Harp okullarına cami ve mescit açtık” diyerek bu dönüşümü anlatmaya çalışıyor. Bu değişimin sonucu olarak Harbiye mezunlarının törenin ardından topluca namaz kılıp dua etmeleri beklenirdi. Ama bunun yerine kılıçlar çekildi ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı eşliğinde “laik demokratik cumhuriyete” bağlılık yemini edildi.
Erdoğan, 15 Temmuz’u bastırmak için cihatçıların, tarikatların ve mafya babalarının yanı sıra daha önce tasfiye ettiği Kemalist unsurlarla da iş birliği içine girmişti. Mezuniyet törenindeki tablo, bu unsurların etkisinin kalıntıları olarak düşünülebilir. Ama kılıç merasimi, kitlesel katılım ve yarattığı etki bakımından 1826 senesinin 17 Haziran gününde Aksaray Etçiler Meydanı’nda toplanarak Babı Ali’yi basmaya karar veren 2000 yeniçerinin durumunu daha çok andırıyor. Padişah II. Mahmud o gün eski rejime ait ordunun ıslah edilmesinin mümkün olmadığını idrak ederek imha kararını almıştı.
Erdoğan’ın tarihçi danışmanları, kendisine Abdülhamid masalları okumayı bırakarak Mahmud’u öğretmeyi deniyorlar mıdır, bilinmez.
Mayasında militarizm olan Türk ekolü içinde yeni rejim, yeni ordu demektir. Kemalist Türkiye’nin temelleri, II. Mahmut’un Mektebi Harbiye-i Şahane adıyla Kara Harp Okulu kurduğu anda atılmıştır.