Düşmanların ortak hareket etmesini önlemek İsrail’in kuruluşundan beri takip ettiği ilkelerden biri. Tarihte İsrail’in üstesinden geldiği 3 ve 2 cepheli ‘konvansiyonel güç’ savaşları bir kenara işgal, sürgün ve apartheid gerçekliği üzerine bina ettiği ‘soykırımcı’ varlığını Abraham Anlaşmaları ile tamamen güvenceye aldığını düşündüğü bir dönemde çok aktörlü hibrid bir koalisyonla karşı karşıya kaldı.
Şimdi Gazze cephesini kapatmadan Lübnan’a yönelen İsrail’in artan saldırıları Hizbullah’ı çok zorlayacak noktaya gelirse Direniş Ekseni’nin izleyeceği strateji merak ediliyor. Diğer parçaların ‘Sahaların Birliği’ esprisine uygun olarak yeni cepheler açma ihtimali savaşın bölgeselleşebileceği senaryosunu öne çekiyor. ABD’nin İsrail’e ‘güvenli soykırım’ imkanı tanırken önlemeye çalıştığı asıl şey bu.
Gazze’deki soykırıma karşı Hizbullah’ın açtığı ‘Filistin’e destek cephesi’ İsrail için izin verilmemesi gereken bir seçenekti. Fakat Hizbullah’ın yıpratma stratejisi kuzeydeki yerleşimlerin boşalmasına neden olurken İsrail’in askeri kapasitesinin yaklaşık üçte birini kuzeyde tutarak Gazze’ye gitmesine engel oldu. İsrail açısından kuzeyi eski haline getirmek, Hizbullah açısından da Gazze’de ateşkes sağlanıncaya kadar kuzeye dönüşlere izin vermemek stratejik bir öncelik haline geldi.
İsrail’in Hizbullah’ı komutasız ve başsız bırakmak, füze ve roket kapasitesini yok etmek ve operatörlerini işlevsiz kılmak için yoğunlaştırdığı saldırılar yerleşimcileri kuzeye döndürme hedefine bağlandı. Ağır darbeler alan Hizbullah’ın, öldürülen üst düzey komutanlar ile çağrı cihazı teröründe gözleri ve ellerini kaybeden 1500 savaşçının yerlerini doldurup İsrail’e yanıt vermesi uzun sürmedi.
İsrail ordusu üç günde Hizbullah’ın füze-roket kapasitesinin yüzde 50’sini yok ettiğini öne sürse de sahadaki gelişmeler bunu teyit etmiyor. Hizbullah daha önce 10-20 km menzilde yürüttüğü operasyonları son birkaç gün içinde 50-60 km derinliklerdeki stratejik hedeflere yaydı. Önceki gün 120 km ötede işgal altındaki Batı Şeria’ya füzeler düştü. Dün de sınırdan 135 km uzaklıktaki Tel Aviv’in yanı başında Mossad karargâhını hedef alan Kadir füzesi ateşlendi. Hizbullah’ın stratejik hedefleri arasında Hayfa kentinin güneydoğusundaki Ramat David Hava Üssü, Zvulon vadisindeki Rafael askeri sanayi kompleksi, sınıra 60 km uzaklıktaki Zikhron bölgesindeki mühimmat fabrikası, Tiberya Gölü’nün kuzeybatısındaki Amyad üssü, gölün batısındaki Nimra Üssü, Safed kentinin kuzeybatısındaki Ein Zeitim üssü, işgal altındaki Golan’da Yoav Kışlası, Afula’nın batısındaki Megiddo Havalimanı gibi yerler bulunuyor.
Hizbullah şimdiye kadar kullanmadığı silahları devreye sokarak İsrail’in vaat ettiği yeni aşamalara da meydan okuyor. Haliyle yeni aşamalar her ne ise İsrail hesabını iyi yapmak zorunda.
***
İsrail, Gazze’de olduğu gibi sivil katliamı meşrulaştırmak için Hizbullah’ın evlere füze rampaları yerleştirdiğini öne sürüp Lübnan’ın güneyini insansızlaştıracak şekilde bombardıman yapıyor. Bölgeyi göçe zorlayarak Hizbullah üzerinde baskıyı tırmandırmayı hedefliyor. Bu, hedeflenen tampon bölgenin altyapısını oluşturma çabası olarak da görülebilir. Ciddi bir göç akını yaşanıyor. Fakat İsrail’e düş kırıklığı yaşatacak görüntüler de oluşuyor: Lübnan’ın Sünni ve Hıristiyan bölgelerindeki insanlar güneyden gelen Şiilere kucak açıyor. 13 yıllık savaşta yorgun düşen Suriye de kapılarını sığınmacılara açtı.
İsrail düne kadar uluslararası topluma karşı amacının savaş çıkarmak ya da Lübnan’ı işgal etmek olmadığını söyleyip durdu. CNN’e konuşan İsrailli bir yetkiliye göre, Netanyahu da pazartesi güvenlik kabinesinde amacın Hizbullah’ı Hamas ile savaştan koparmak olduğunu belirtti. Kabinede askeri operasyonların seviyesini her geçen gün yükseltme kararı alındı. Genelkurmay Başkanı Herzl Halevi de yeni aşamaya hazırlandıklarını söyledi.
Operasyonların artan şiddetine rağmen Hizbullah bildiğinden şaşmazsa ne olacak? Sonuçta yerleşimcileri döndürebilmek için önce ulaşılması gereken iki sonuçtan söz ediliyor: Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini kapatması ve savaşçılarını mavi hattın yani Litani nehrinin kuzeyine çekmesi.
İsrailli askeri uzmanlara bakılırsa hedefe ulaşmak için Lübnan içinde tampon bölge şart. Bunun için bombardıman yetmez, karadan işgal de gerekir. Yani süreç kaçınılmaz olarak işgale doğru gidiyor.
İsrail bunu gerçekten istiyor mu? Hizbullah kara savaşında caydırıcı bir güç. İsrail bunu 2006’ta tecrübe etti.
Netanyahu’nun terör, bombardıman ve suikast sarmalından müteşekkil ilk aşama hamlesi istediği sonucu vermedi. Tırmanış, tırmanışla karşılık buldu. Tampona karşı tampon. Yani İsrail sınırın kuzeyini, Hizbullah da sınırın güneyini boşalttıracak strateji izliyor.
İsrail beyaz bayrak görmeyi düşlerken Hizbullah kırmızı bayrakları çekti. Önceki gün de sadece Filistin’e destek değil Lübnan’ı korumak için savaştığını duyurdu.
Buna mukabil Halevi de dün ilk kez kara harekâtına hazırlıktan bahsetti. Bu baskıyı artırma stratejisi mi yoksa kaçınılmaz olana hazırlık mı, şimdilik bilmiyoruz.
Hizbullah’ı yakından takip edenlerin buluştuğu nokta şu: Hizbullah’ın sicilinde teslim bayrağı çekmek yok ama ateş gücünü kullanarak nasıl müzakere edeceğini biliyor. Duygusal tepkiler vermiyor ve uzun vadeli stratejik hedefler güdüyor. Yaşadığı taktiksel hezimetleri soğurduktan sonra İsrail’in bunları stratejik zafere dönüştürmesini önlemeye odaklanıyor.
***
İsrail’e kalırsa üç-beş günde Hizbullah’ın füze-roket stokunun yarısı yok oldu, birkaç gün daha devam etse kalanını da bitirir! Fakat diplomasi cephesindeki kızıştırma aksine işaret ediyor.
ABD ve Fransa’nın yanı sıra bölgedeki müttefikleri Tel Aviv’in aradığı sonuç için devreye girdi. El Ahbar gazetesine göre cumartesi günü ABD’den hem Meclis Başkanı Nebih Berri’ye hem de Başbakan Necip Mikati’ye kısa bir mesaj geldi. Mesajda ‘diplomasi kapılarının kapandığı ve artık herhangi bir müzakereye yer olmadığı’ belirtiliyordu. Bu bir tehditti. Daha sonra Mikati’ye telefonla bir mesaj daha iletildi: “Washington artık İsraillileri kontrol edemiyor.” Yani günah bizden gitti!
Fransız özel elçisi Jean-Yves Le Drian da Genelkurmay Başkanı Joseph Avn, Berri ve Mikati’yle görüştü. Farklı kanallardan iletilen mesajlar aynı tornadan çıkmış gibi: “Hizbullah’ın geri adım atmaması halinde kimse İsrail’e baskı yapamayacak.”
Aracıların talepleri tek bir noktada kesişiyor: İsrail 10 kilometre derinliğinde insanlardan arındırılmış bir tampon bölge oluşturmak istiyor. Bundan geri adım atmayacak. Tek çözüm İsrail’in istediği tavizleri vermek. Talepler reddedilirse daha fazla saldırı olacak.
11 aydır “Savaşın bölgeselleşmesini önlemek için İsrail’e Gazze’de ateşkesi kabul ettirmeye çalışıyorum” diyerek ‘Direniş Cephesi’ni baskılayan, şimdilerde Gazze’de iğreti bir ateşkesle Hizbullah’ı pazarlığa çekmeye çalışan ABD her halükârda kendini olası tırmanışlara hazırlıyor. Bunun için Pentagon Orta Doğu’ya ek kuvvet gönderiyor. Hava indirme birlikleri NATO’nun yeni ileri karakolu Güney Kıbrıs’a ulaştı bile.
***
Hizbullah darbeler alırken gözler tekrar İran’a çevrildi. Ola ki İsrail işgale kalkıştı… O zaman İran’ın birkaç yıldır üzerinde durduğu Direniş Ekseni arasındaki ‘sahaların birliği’ konsepti nasıl tezahür edecek? İran, İsmail Haniye suikastı için vaat ettiği misillemeyi geciktiriyor. Bu gecikmede bir süre neden akla geliyor: Gazze’de ateşkes için İsrail üzerinde baskıyı artırmak, İsrail’in ABD’yi İran’la savaştırma tuzağına düşmemek, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın Batı ile kötü bir başlangıç yapmasını önlemek, New York’taki temasları sabote etmemek, nükleer müzakerelere dönüş kapısını açık tutmak ve bütün bunlar için ABD ile oluşan pazarlık şansını kullanmak vs.
Nasıl ki İsrailliler İran’ı düşürmek için Lübnan kapısını ezmek gerektiğini düşünüyorsa; İranlılar da Lübnan ve Suriye’yi İran’ı savunmanın ön cephesi olarak görüyor. O yüzden de öteden beri İran’ın Hizbullah’ı dağıtacak bir seçeneğe izin vermeyeceği öngörülüyor.
Diplomasi tecrübesi olmayan Pezeşkiyan, New York’ta İran’ın pozisyonuna dair ‘acemi’ bulunan bazı şeyler söyledi. “Hizbullah’ın Avrupalı ülkeler ve ABD tarafından savunulan ve desteklenen bir ülkeye karşı tek başına duramayacağı” sözü bunlardan biriydi. Diğeri “İran, İsrail’in de silah bırakması halinde silahlarını bırakmaya hazırdır” ifadesiydi. Kurulu düzenin güvenlik çemberinden gelen Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi kayıtlara geçse de cumhurbaşkanının silahları bırakma konusunda bir ifade kullanmadığını savundu. Ayrıca Hizbullah’ın ülkeyi her türlü saldırganlığa karşı savunabilecek ve İsrail’in üslerini dümdüz edebilecek güçte olduğunu, bununla birlikte İran’ın gelişmelere kayıtsız kalamayacağını belirtti. Böylece yamulan ibreyi doğrulttu. Pezeşkiyan New York’tayken, İran’ın misilleme ya da Hizbullah’ı rahatlatacak hamleler geliştirmesi beklenen bir şey değil. Hizbullah da “Eyvah bittim, bir el atın” noktasında değil. Hizbullah’ın İran’dan devreye girmesini istediği, İran’ın da zamanı değil yanıtını verdiği yönündeki iddialar da İsrail kaynaklı olduğundan üzerinde durulmayabilir. İnceden inceye İsrail’e çalışan Körfez medyası da İran ve Suriye’nin Hizbullah’a ihanet ettiği yönünde yayınlar yapıyor.
İran destekli olsa da Hizbullah stratejik kararları Lübnan gerçekliği içinde alıyor. “Tahran’da karar alınır, Beyrut’ta hayata geçirilir” diye düz bir akış burada işlemiyor. Bu hattaki işleyişi tanımlayan en önemli iki ifade ‘stratejik hesap’ ve ‘stratejik sabır’.
***
Halihazırda cepheler arası etkileşim belli bir düzeyde devam ediyor. Irak İslami Direnişi ara sıra hedefi tutturan SİHA ve roket saldırılarıyla kendini gösteriyor. İsrail bağlantılı gemileri Kızıldeniz’den meneden Yemen’deki Ensarullah da zaman zaman füze ve SİHA ateşliyor.
Belki burada üzerinde durulması gereken yeni hat Suriye olabilir. Sıklıkla İsrail bombardımanına maruz kalan Suriye 7 Ekim’den bu yana soğukkanlı tutumuyla farklı çıkarımlara neden oldu. Arap Birliği ile düzelen ilişkileri gözettiği, 2012’de Şam’a sırt çeviren Hamas’ın başlattığı bir savaşın parçası olmak istemediği ve İran’a mesafe koymaya çalıştığı gibi yorumlar yapıldı. Körfez medyası bu tutuma büyük değer atfetti. Fakat her şeye rağmen Suriye, Lübnan bağlantısını kesmedi. Hizbullah 2013’ten itibaren Suriye’nin çöküşüne karşı seferberlikte başı çekti ve ağır bedeller ödedi. Şam’ın güvenlik doktrini açısından Lübnan’a bigane kalmak Suriye’yi savunma hattından çekilmek anlamına geliyor. Esad’ın yeni kabineyle ilk toplantısında “Lübnan için ne gerekiyorsa yapın” diye talimat vermesi bundan kaynaklanıyor.
Elbette 13 yılda çok fena yıpranan, ordusu bitap düşen, savunma kapasitesini yitiren, insan kaynaklarını kaybeden, ekonomisi çöken ve topraklarının üçte birini hala kontrol edemeyen bir ülkenin İsrail’e karşı cephe açması intihar çağrışımı yapabilir. ABD’nin de İsrail’i korumak, İran’ın kollarını kesmek ve gerektiğinde Şam’ın tepesine binmek için Suriye’nin kuzeydoğusunda üslendiği düşünülürse Esad kılı kırk yarmakta haklı olabilir. Suriye silahlı isyanla boğuşurken işgal altındaki Golan Tepeleri’nde durum tamamen İsrail lehine gelişti.
Hizbullah’ın zor durumda kalması halinde Golan cephesinin açılması bir ihtimal senaryosu olarak karşımıza çıkıyor. İkinci senaryo Irak-Suriye bağlantılı olarak Lübnan’a destek hattı açılabilir. Bu noktada dikkat çekici bir gelişme oldu: Irak’ta en yüksek Şii mercii Büyük Ayetullah Ali Sistani, kendisi İran’ın bölgesel gündemiyle uyumsuz olduğu halde, Lübnan için seferberlik çağrısı yaptı. Sistani’nin sözleri bir fetva olarak görülecek ve Şiilerin harekete geçmesini sağlayacaktır. 2014’te IŞİD’e karşı Halk Seferberlik Güçleri’ni ortaya çıkaran çağrıda olduğu gibi. Irak hükümeti de bu çağrıya göre politika belirlemek zorunda kalacaktır. Ki Irak sahnesi hızlıca hareketlendi.
Bunun dışında Yemen’den Lübnan’a milis seferberliği üzerinde duruluyor.
Haaretz gazetesine göre İsrail askeri yetkilileri; Suriye, Irak ve Yemen’den yaklaşık 40 bin kişinin Golan’a gelişini endişeyle izliyor. Bunlar Nasrallah’ın savaş çağrısını bekliyor. Yetkili “Suriye’ye müdahale ederek onların buradaki varlığını kabul etmeyeceğimizi Esad’a açık bir şekilde anlatacağız” diyor. Zaten İsrail Suriye’yi vurmak için hiçbir ipucunu kaçırmıyor.
İsrail, Suriye’den cephe açılmasını önlemek için daha da saldırganlaşabilir. Bunun yanı sıra 2011’de sahneye sürülen İslamcı gruplar yeniden harekete geçirilebilir. Bu grupların bazıları 2012-2016 arasında Golan taraflarında İsrail’den yardım da almıştı. Bunlar Hizbullah’a karşı da büyük bir nefret besliyor. Bu nefret Türkiye destekli gruplarda da üst seviyede. Hamza Tümeni ve Sultan Süleyman Şah Tümeni gibi grupların yer aldığı Müşterek Kuvvetler’in, Hizbullah’ın ağır kayıplarını tatlı dağıtarak kutlaması bunun açık göstergesi. Bunun yanı sıra Dera’da da silahlı gruplar Suriye yönetimine karşı yeniden harekete geçirildi. İdlib’deki cihatçılar da Suriye ordusunun kontrolündeki mevzilere saldırılarını artırdı.
Bunların hiçbiri Lübnan-İsrail gerilimden bağımsız ele alınamaz.