“Maaşlar yatmazsa intihar edeceğiz”
Bakırköy metrosunda çalışan inşaat işçileri greve gitti. Aylardır ödenmeyen maaşlar, sağlıksız barınma koşulları, yetersiz iş güvenliği önlemleri ve yok sayılan sendikal haklar…
Dertler çok olunca işçiler bütün tuşlara bastı. Yollar kapatıldı, şantiyeyi dumanlar sardı, bazı işçiler çatıya çıktı. Kule-vinçin üzerindeki işçiler aşağıya “maaşlar yatmazsa intihar edeceğiz” diye mesaj gönderdi.
Taşeronlar üst firmayı, üst firma ana yükleniciyi suçlarken seçim vaadi olarak hızla bitirilmek istenen projede yine filler çimenleri ezdi.
Bu eylem ister istemez Babamın Kanatları filmini hatırlattı.
Kıvanç Sezer’in Konut Üçlemesi
Kıvanç Sezer’in yönettiği ve Menderes Samancılar’ın başrolde oynadığı Babamın Kanatları (2016) gurbetten memlekete para göndermeye çalışan inşaat işçilerinin çok katmanlı hikâyesini anlatıyor.
Fuat Filizler’in İşçi Filmi (Eleştirel Analizle Türkiye’de İşçi Sınıfının Durumu) kitabının kapağında yer almayı hak edecek kadar tipik bir işçi sınıfı filmi. Yeşilçam’ın Karanlıkta Uyananlar, Çark ve Maden ile başlattığı geleneğin günümüzdeki temsilcisi…
Kıvanç Sezer, genetik mühendisliği doktorasını yarım bırakıp sinema eğitimi aldı ve sektörde çalışmaya başladı. Kısa filmlerden sonra annesinin memleketi Mardin’e uzanıp “toprağından ayrı düşen” Süryanileri anlatan Turabdinin Çocukları (2008) belgeselini çekti.
Her gün 5 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybederken ilk uzun metraj filmi Babamın Kanatları’yla işçileri sinema salonlarına topladı. Uluslararası festivallerde önemli ödüller aldı.
Filmi inşaat işçileriyle birlikte sendika eğitimlerinde izledik ve üzerine sohbet ettik.
Henüz yolun başındayken hedefinin bir üçleme çekmek olduğunu söylemişti. İlk film inşaat işçilerinin, ikincisi krediyle ev satın alanların ve sonuncusu da müteahhitlerin hikâyesini anlatacaktı.
Ali Can Yücesoy ve Başak Özcan Sezer’in canlandırdığı beyaz yakalı genç bir çiftin taksitle ev aldığı ikinci film Küçük Şeyler’i (2019) de beyaz yakalılarla beraber izledim. Borçlanma, mobbing ve çalışma acısı üzerine dertlerini dinledim.
Hem inşaat işçileri hem de beyaz yakalılar, filmleri “anlatılan bizim hikâyemizdir” diyerek ve beyaz perdede kendilerini görmeye şaşırarak sahiplendiler.
Babamın Kanatları’nda o açgözlü patronu gördüğüm sahneden beri aklım üçüncü filmdeydi. Sınıf mücadelesinin uzlaşmaz çelişkilerini onun gözünden izlemek istedim.
Üçüncü film, Tahtakuruları’nı, sabırsızlıkla beklerken araya önce bir platform dizisi olan MetaAşk ve şimdi de bir gerilim filmi girdi: 8×8.
8×8
Ali Can Yücesoy, Ece Yüksel ve Halil Babür’ün oynadığı 8×8 neredeyse tek mekânda geçiyor. Toksik ilişkilerin gerilimi üzerinden günümüz Türkiye’sini anlatıyor.
Aslında sınıf anlatılarından çok uzaklaşmadan ülkeyi terk etmek isteyen gençlerin sıkışmışlığını resmediyor.
Eda ve Sarp, Karadeniz kıyısında, muhtemelen Riva’da, günlük bir ev kiralıyor. Önce aşk tatiline gittiklerini sanıyoruz ama aslında vedalaşmaya gittiklerini anlıyoruz. Evde, intihar edip kanlar içinde kalmış Can ile karşılaşıyorlar…
8×8 aynı zamanda bir satranç filmi. Hem film hem de filmin içindeki satranç maçı “kızarmış ciğer saldırısı”yla başlıyor. Can, Dünya Şampiyonu Mihail Tal gibi bir fedalar yapıyor.
Film, gerçekçi mekânları kadar süslü diyaloglarıyla dikkat çekiyor. Spoiler vermeden Eda’nın sözleriyle bitirelim; 8×8 “memleketin üstüne çökmüş laneti” anlatıyor.
6 Eylül’de gösterime girecek olan 8×8 için FİLMKOOP aracılığıyla askıda bilet alabilirsiniz.