yazılariktibas12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? - Murat Sevinç
diğer yazılar:

12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? – Murat Sevinç

279 Takipçiler
Takip Et
Orjinal yazının kaynağıdiken.com.tr

Korkut Boratav Hoca, 12 Eylül darbesini, ‘sermayenin karşı saldırısı‘ diye tanımlamıştı. Büyük sermaye, Meclis’teki (ve basındaki) temsilcileri, 1960’ların sonundan itibaren 1961 Anayasası’ndan rahatsızlıklarını her fırsatta dile getirmiş, özgürlüklerin ‘bol geldiğini’ iddia etmişlerdi. 12 Eylül’ün provasını 12 Mart Muhtırası’yla yapıp hak ve özgürlükleri törpülediler. 12 Eylül’de yarım kalan işlerini tamamladılar.

Ecevit’in zar zor kurabildiği hükümeti düşürmek için epey çaba harcayan, gazetelere arka arkaya verdiği tam sayfa ilanlarla yönetimi zorlayan TÜSİAD, darbeden memnundu. O güne dek işçinin güldüğü, artık kendilerinin yüzünün güleceğini müjdeliyordu kimi patronlar. Haksız değillerdi, zira 12 Eylül zihniyetinin tasarladığı anayasa, anayasa tarihimizi belli açılardan ters yöne çevirmeyi hedefleyen, devleti yurttaştan, patronu işçiden korumayı hedefleyen bir metindi. 1980 ile 1983 arasında kabul edilen mevzuat da anayasaya uygundu kuşkusuz.

TÜSİAD arada bir demokratikleşme raporları yayınlayıp anayasa taslakları vs. hazırlattı yıllar içinde; kendisinin ve memleketin façasını biraz düzeltmek istedi. Fakat demokrasi, hukuk devleti talepleri de bir yere kadar kuşkusuz, ölçüyü kaçırmamak gerek, bildiğim kadarıyla, şu ana dek Osman Kavala hakkında bir cümle kurmuş değiller! Devlet hukuk devleti olmazsa ekonomi düzelmezmiş, sermaye demokrasi istermiş, falan filan…

12 Eylül Cuma günü Kenan Evren’in TV’de yaptığı ve hemen ardından Resmi Gazete’de ilk MGK bildirisi olarak yayınlanan metin darbecilerin rahatsızlıklarını ve hayallerindeki ülkeyi-toplumu anlayabilmek için eşsiz bir kaynak. Darbenin ‘dibacesi’dir o konuşma, ya da gelecek yılların ‘peşrevi.’ Satır satır okumanızı tavsiye ederim.

Bildiride ve sonrasında başlayan anayasa görüşmelerinde ‘amaçlanan’ her şey fazlasıyla gerçekleşti ve darbeci generaller, belki birkaç sapma dışında hedeflerine büyük ölçüde ulaştı. Kenan Evren, sonraki aylar ve yıllar içinde benzer konuşmalar yaptı, çok konuştu. Çeşitli vesilelerle konuşmayı seven başka generaller de oldu. Bugün, milletvekili Hulusi Akar’ın şu çok tartışılan sözlerine bakıp ah-vah çekenlere, geçmişteki generallerin konuşmalarına göz atmalarını öneririm. ‘Niteliğin’ aynı olduğunu fark edecekleridir. O devirlerde, içinde ‘Atatürk’ olan sığ ve gereksiz konuşmalar dinliyorduk, hepsi bu.

Evet, Evren çok ve boş konuşan biriydi ve darbeciler, hayalini kurduğu hukuk düzenini birkaç yılda yarattı. Önce var olan anayasaya çöpe atıldı, geçiş dönemi ‘anayasası’ yürürlüğe girdi, anayasa ve hukuk her fırsatta aşağılandı, örneğin sıradan MGK kararları anayasa değişikliği kabul edildi, parlamentonun yetkileri ‘beş general’e geçti, Kenan Evren olağanüstü yetkileri elinde topladı, Kurucu Meclis bütünüyle MGK’nın tercihi doğrultusunda oluşturuldu, kamuoyunun tartışmasına izin verilmedi vs.

Bir kez daha hatırlatmak gerekir, yalnızca anayasa değil, onu tamamlayan mevzuat da o zaman zarfında kabul edildi; siyasal yaşamı düzenleyen çok önemli yasalar 1980 ile 1983 arasında çıkarıldı ve anayasanın –uzun yıllar geçmeyen- Geçici 15. maddesiyle koruma altına alındı.

O birkaç yılda yalnızca bir darbe hukuku yaratılmadı, o hukukun ve uygulamanın kabul göreceği bir toplumsal yapının harcı da karıldı. Sol hareket ve düşünce ezildi, on binlerce sosyalist, sağından solundan ‘zararlı’ (darbecilerin ‘sapkın’ dediği!) bir akıma bulaşmış olanlar (ki içlerinde ülkücüler de vardı) işkence gördü ya işkencede ya darağacında can verdi, sayısız yurttaş yurt dışında sürgün hayatına mahkum edildi. Sola karşı bir silah olarak ‘din’ kullanıldı, Kenen Evren konuşmalarını dînî referanslarla süsledi, ‘dindar bir nesil’ hedeflendi, Türk-İslam sentezi parlatıldı ve Allah için, başarıya ulaştı!

Niyet edilen ‘dindarlık’ta kantarın topuzu biraz kaçmış olabilir tabii, ancak sol (yani ‘sapkın’) akımlara karşı dînî bütün nesiller yetiştirmek, darbecilerin başlıca hedeflerindendi. ‘Din kültürü’ dersinin anayasaya konulması vs… Anayasanın hazırlandığı Danışma Meclisi’nde din dersiyle ilgili konuşmalara göz atarsanız, bugünün başlıca sorumlularının Norveç ordu mensupları olmadığını anlamak kolaylaşır. DM’deki görüşmelerden yalnızca birkaç satır aktarmak yeterli olacaktır:

“(Fuat Yılmaz)… Din müessesesinin milli yapıdaki büyük önemine temas edeceğim ve bunun milli bir ihtiyaç olduğu hususunu ortaya koymaya çalışacağım… Böldükleri Milletimizi tekrar birleştirerek… Tek vücut, tek dimağ, ve tek güç haline getirmektir. Şüphesiz ki bu ancak ve ancak Türk kültürü etrafında yeniden kenetlenmekle mümkün olabilir… Yıllardır birbirini takip eden hatalar dolayısıyla kelime-i şahadet bile getiremeyen, hatta buna ihtiyaç dahi duymayan nesiller yetiştirdik… Türk çocuğuna adam öldürme, gasp, soygun, gösteri, işgal, zulüm, tahrip, milli ekonomiye ihanet, anarşi, terör, kurtarılmış bölgeler, enternasyonal marşlar, Lenin, Mao ve Kastro yerine dinini gerçek anlamda ve devletin ehliyeti eliyle Atatürk ilkeleri çerçevesinde öğretelim...” (DMTD, B.140, 1.9.1982, O:1, s.274 vd.) Meraklısı için buraya bırakıyorum.

12 Eylül sonrasında anayasa, işte bu paragraftaki ideoloji/dünya görüşünce hazırlandı ve işin vahim tarafı, bugün şu sözleri genel kamuoyuyla paylaştığınızda azımsanmayacak sayıda  yurttaşın çok beğeneceğini, “E ne var bunda, adam doğru söylemiş” diyeceğini tahmin ediyorum. İşte darbenin başarısı budur.

12 Eylülcüler, bir hukuk sistemi ve o sistemle uyumlu toplum yaratmayı hedefledi. Her koşulda direnmeyi seçenleri, çatlaktan sızan ışığı, betonda filizlenen çiçeği tümüyle yok edemese de, büyük ölçüde başardı.

Örneğin, YÖK ile özerk üniversiteye son vermek istedi ve bugün gelinen yer ortada, artık üniversiteler ‘her gelin kızın rüyası Zetina dikiş makinası.’

Örneğin, emekçinin belini kırıp, sermaye yanlısı bir düzen kurmayı hedefledi ve büyük ölçüde başardı.

Örneğin, örgütlü toplumun köküne kibrit suyu dökmek için her şeyi yaptı ve görünen o ki büyük ölçüde başardı.

Örneğin, neoliberal siyasetle halka ‘halk’ olduğunu, haklara sahip olduğunu, devletin sosyal niteliğini unutturmak istedi ve büyük ölçüde başardı.

Örneğin, ‘devlete, yalnızca devlet olduğu için değer veren tek siyasal ideoloji faşizm’ olmasına karşın, herhangi bir konuyu devlet düşüncesi (ve gerçeği) olmadan yorumlayamayan, devlete mütemadiyen ‘ricacı’ bir çoğunluk ‘yetiştirildi.’ (Bunun en bariz-güncel görünümlerinden birinin, yaz saati uygulaması mağduru milyonlarca insanın yıllardır, her sonbaharda, sadece ve sadece ‘şikâyet’ etmesi olduğu kansındayım; milyonlarca yurttaş, bir saat uygulamasını dahi değiştiremedi!)

Kürtlere, sosyalistelere yapılanlar vb. Örnek, mebzul miktar…

Kuşkusuz umut, her çatlaktan sızan o ışıkta. Duvardaki çatlağı büyütmek için harcanacak emekte. Ağır koşullar altında yaşamına sahip çıkmak isteyen, çoğu zaman bunun yollarını bulamayan, bezgin ve yorgun milyonların saygıdeğer inadında.

Diğer yandan, 12 Eylülcülerin başarısını da görmek, nedenleri üzerinde cesaretle durmak, iğne ve çuvaldızdan çekinmemek, bu toplumdaki ‘potansiyel’in niteliği üzerinde dürüstçe, kolaycılığa kaçmadan, sorunların birden çok nedeni olduğunu ihmal etmeden düşünmek gerekiyor. Şu yaşadıklarımızı neden yaşıyoruz, başka ne olabilirdi ve diğer olasılıklar neden gerçekleşmedi, buradan nasıl çıkabiliriz?

‘Başarıya ulaşmış’ her darbede olduğu gibi, sermaye, müesses akademi, basın ve ortalama yurttaş tarafından sahiplenilen 12 Eylül darbesi ve sonrasında hâkim olan zihniyet, günümüz siyasetçisinde nasıl bu denli canlı? İktidarı boş verelim, o konuda söylenecek her şey söylendi gibi; asıl mesele, nasıl olur da 2024’ün çoğu ‘muhalif’ siyasetçisi ile 1982’in Danışma Meclisi üyelerinin ve o devrin darbe destekçisi yazar çizerinin temel bazı tartışmalara ilişkin cümleleri birbirine bu denli benzer? Benim gibilerin anlata anlata bitiremediği ‘zengin’ anayasacılık deneyimimiz, nasıl oldu da Cumhuriyet’in 100’üncü yılında bu noktaya vardı; anlatmadığımız, bilmediğimiz, görmediğimiz, ihmal ettiğimiz bir şeyler mi var? Ya da, tarihimizin bazı yönlerini överken, yerilecek taraflarını yeteri kadar dillendirmiyor olabilir miyiz?

Hiçbir kavrama-olguya ‘maymuncuk’ muamelesi yapmadan, boş böbürlenmeden sakınıp kolaya kaçmadan, kendi canımızı da yakarak sorgulamakta yarar var. Neden bu haldeyiz? 12 Eylül neden sona ermiyor? Bıkıp usanmadan ‘politika’ konuşulan bu ülkenin ortalama ahalisi, nasıl bu ölçüde ‘apolitik’ oldu?

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin