Kıbrıs iktibasYonca ÖzdemirOrta Doğu’dan Kıbrıs’a Çıkacak Dersler - Yonca Özdemir
yazarın tüm yazıları:

Orta Doğu’dan Kıbrıs’a Çıkacak Dersler – Yonca Özdemir

Yeniçağ podcastını dinleyin

Malum dünyanın dört bir tarafında savaşlar sürüyor, hatta kimisi burnumuzun dibinde. Sanki çok uzaktaymışçasına pek ilgilenmesek de gerek adadaki İngiliz üsleri gerekse Doğu Akdeniz’de konuşlanmış Amerika savaş gemileri gayet yakınımızda.

Evet, konumuz ta 20. yüzyılın başlarından beri süregelen dünyanın en eski çatışması, yani İsrail-Filistin sorunu…

Peki, Kıbrıs sorununun da dünyanın hala çözülememiş en eski çatışmalarından biri olduğunu biliyor musunuz?

Bilmeyenler için, Birleşmiş Milletlerin (BM’nin) en eski barış misyonları şunlar:

  • BM Ateşkes Denetim Örgütü (UNTSO):

Mayıs 1948’de Kudüs’te kurulan UNTSO, BM tarafından kurulan ilk barışı koruma operasyonuydu. O zamandan beri, UNTSO askeri gözlemcileri ateşkesleri izlemek, ateşkes anlaşmalarını denetlemek, izole olayların tırmanmasını önlemek ve bölgedeki diğer BM barışı koruma operasyonlarının kendi görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak için Orta Doğu’da kaldı. Şu anda 884’ü sivil personel olmak üzere toplam 998 personeli bulunuyor. Yani aslında pek askeri bir varlığı olmayan, daha çok izleme ve gözlem yapan bir barış misyonu.

  • BM Hindistan ve Pakistan Askeri Gözlem Grubu (UNMOGIP):

BM askeri gözlemcilerinin ilk grubu, Hindistan ve Pakistan arasında Jammu ve Keşmir eyaletinde ateşkesi denetlemek için 1949’da görev alanına geldi. Bu gözlemciler UNMOGIP’in çekirdeğini oluşturdu. 1971’de tekrar tırmanan çatışmaların ardından UNMOGIP, 1971’deki ateşkesin sıkı bir şekilde gözetilmesiyle ilgili gelişmeleri gözlemlemek ve BM Genel Sekreterine rapor vermek için bölgede kaldı. Şu anda 264’ü sivil personel olmak üzere toplam 308 personeli var. Yani yine sadece gözlem yapan bir misyon.

  • Kıbrıs’taki BM Barış Gücü (UNFICYP):

1964 yılında BM Güvenlik Konseyi tarafından Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk toplumları arasında daha fazla çatışmayı önlemek için kuruldu. 1974 savaşından sonra BM Konseyi, UNFICYP’ye belirli ek işlevleri yerine getirmesi için yetki verdi. Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulunamaması nedeniyle UNFICYP, ateşkes hatlarını denetlemek, tampon bölge sağlamak, insani faaliyetlerde bulunmak ve Genel Sekreter’in iyi niyet misyonunu desteklemek için adada kaldı. Şu anda 158’i sivil olmak üzere toplam 1,026 personeli bulunuyor. Yani diğer eski iki misyonun aksine, UNFICYP ağırlıklı olarak askeri bir güç.

Bir sonraki en eski misyonlar ise 1974’te Suriye’de yine Filistin sorunu ile ilgili olarak Golan tepelerini gözlemek için kurulan ve çoğu askeri 1,274 personeli olan UNDOF ve 1978’de İsrail’in Lübnan’da işgal ettiği topraklardan çekilmesini teyit etmek, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve Lübnan hükümetinin bölgedeki otoritesini yeniden tesis etmesine yardımcı olmak amacıyla kurulmuş olan, daha büyük ve ezici çoğunluğu askeri 10,541 personeli olan UNIFIL.

Bunları niye mi yazıyorum?

Çünkü bu misyonlar dünyanın hala çözülememiş en uzun süreli çatışmalarını temsil ediyor. Bir yerde çatışma bitmiş ve kalıcı barışa ulaşılmış olsa zaten BM misyonu görevini tamamlamış sayılıp kapatılırdı.  Şimdiye dek 60 BM misyonu bu şekilde sona erdi. Fakat günümüzde beşi Afrika’da olmak üzere hala 11 ayrı BM barış misyonu var. Bunların en büyükleri Kongo Cumhuriyeti, Sudan ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde bulunan misyonlar. BM barış misyonlarının çözmeye çalıştığı çatışmaların bir kısmı (özellikle Kıbrıs, ama Kosova’yı da örnek verebiliriz) şu anda donmuş sorunlar gibi gözükse de büyük çoğunluğu halen dünyanın en sıcak çatışmalarına ev sahipliği yapan yerler. Gördüğünüz üzere, sadece İsrail-Filistin sorunu kaynaklı üç ayrı BM barış misyonu var ve buna rağmen şu anda dünyanın en kanlı çatışmaları yine İsrail-Filistin arasında yaşanmakta. Oradaki kadar büyük çaplı olmasa da Keşmir’de de neredeyse her gün bir şiddet olayı yaşanıyor.

Lafı fazla gevelemeden demek istediğime geleyim:

Uykuda gibi gözükse de çözüme bağlanmamış her çatışma patlamayı bekleyen bir yanardağ gibidir. Ya çatışmayı oturup kapsamlı bir çözüme bağlarsınız ve bu çözümü etkili bir şekilde uygularsınız, ya da çatışmanın bir gün tekrar alevlenmesine şaşırmazsınız. Dolayısıyla, ileri görüşlü bir vizyon, çatışmaların uluslararası hukuk ve kurumlar aracılığıyla, ama en önemlisi tarafların bir araya gelerek kapsamlı bir anlaşmaya varmasıyla çözülmesini gerektirir.

***

Orta Doğu BM’nin ilk barış gözlemcisi yolladığı yer ve halen daha kaynayan bir kazan. Son bir yıl içinde Gazze’de en az 40 bin kişinin öldüğünü, bunların en az yüzde 70’inin kadın ve çocuk olduğunu biliyoruz. Her gün bir okulun ve hastanenin vurulduğunu ve çocukların parçalandığını görmekten hepimiz ruhen yorulduk. Ama adeta İsrail’e dur diyen yok, ya da varsa da İsrail takmıyor. Demek ki dünyada bir şeyler ciddi anlamda ters gidiyor. Benim gibi Uluslararası İlişkiler uzmanlarını uzmanı oldukları konudan soğutan bu gelişmelerin elbette herkesin bildiği ama bilmezden geldiği sebepleri var.

Geçen iki hafta oldukça hareketli geçti. Tahran’da Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin ve Lübnan’da Hizbullah komutanı Fuad Şükr’ün İsrail tarafından öldürülmesi gerginliği tırmandırdı ve İran’ın olası misillemesiyle ilgili endişelere yol açtı. Hamas’ın en üst düzey liderlerinden olan ve İsrail ile ateşkes görüşmelerini yürüten Haniye’nin İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın göreve başlama törenine katılmak için bulunduğu Tahran’da öldürülmesi özellikle ortalığı kızıştırdı. Netanyahu hükümeti kendi sürdürdüğü savaşta Amerika’dan daha da koşulsuz destek almak için İran’ı ve Hizbullah’ı da savaşın içine çekmeye uğraşıyor. Ve tabi ki bu sayede kendi iktidarını mümkün olduğunca uzun süre ayakta tutmayı amaçlıyor. Herkes endişeyle İran’ın Tahran’daki bu son saldırıya vereceği karşılığı beklerken İsrail-Hamas savaşının bölgesel savaşa hatta dünya savaşına dönüşeceği konusunda ciddi kaygılar var. Şu anda Amerika’nın yolladığı savaş gemilerinin bazıları Doğu Akdeniz’de konuşlanmış şekilde tetikte bekliyor. Gerginlik hat safhada. Ve tüm bunlar hiç de uzağımızda yaşanmıyor!

İşler nasıl böyle çığırından çıktı ve niçin hala kontrol altına alınamıyor? Neden en azından bir ateşkes anlaşması imzalanamıyor? Peki, daha önce imzalanan anlaşmalara (1993 Oslo Anlaşmaları) ne oldu? Bunları anlamak için, yazının başlığında olduğu gibi, şimdiye dek olası bir barışı geciktirmek ya da sabote etmek için neler yapıldı onlara bir bakalım. Tabi öncelikle İsrail’i provoke edeceği bilinen ve çoğu sivil yaklaşık 1,200 kişinin öldüğü ve 250 kişinin kaçırıldığı 7 Ekim Hamas saldırısı var, fakat bundan önce ve sonra yapılanlar da kesinlikle barışı baltalayıcı hareketlerdi.

Size hem İsrail’in hem uluslararası diğer aktörlerin barışı baltalayan eylemlerinden hiç detaya girmeden, bazılarından kendimize de dersler çıkarabileceğimiz örnekler vereyim:

  • Mevcut anlaşmalara uymamak, buna rağmen herhangi bir yaptırıma maruz kalmamak ve bunu bir kazanım olarak görmek;
  • BM’nin mevcut uluslararası yasalara ve teamüllere dayanarak yaptığı uyarılara kulak asmamak;
  • Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) ve Uluslararası Suç Mahkemesi (ICC) gibi uluslararası kuruluşların kararlarına saygı göstermemek, bu kararları yok hükmünde saymak;
  • Bilerek sivil ölümlere sebep olmak (direkt saldırılar yoluyla ya da altyapıyı çökertme ve yardımlara engel olma yoluyla), sivil kayıpları önlemek için çaba göstermemek;
  • Diğer bazı devletlerin uluslararası hukuku ve insan haklarını çiğneyen tarafa hem siyasi hem askeri hem de ekonomik destek vermesi ve her fırsatta bu ülke ile dayanışma içinde olduklarını açıklamaları;
  • Barış müzakerelerini yürüten görece ılımlı liderleri zayıflatmak, hatta onları yok edip yerlerini daha saldırgan liderlerin almasına sebep olmak;
  • Karşı tarafa her türlü insanlık dışı muameleyi uygulamayı hak görmek, bu muameleleri normalleştirmek ve bu vakaların yargıya intikal etmesine engel olmaya çalışmak ve yapanları cezasız bırakmak;
  • Uluslararası hukuku ve insan haklarını çiğneyen ülkeyi kınayan, protesto eden ve yaptırım uygulamaya çalışan ülke ve kişilerin tehdit edilmesi, cezalandırılması ve gerektiğinde zor yoluyla bezdirilmeye çalışılması;
  • Kendi acınızın ve kayıplarınızın karşı tarafın acısından çok daha önemli olduğunu varsaymak, hatta karşı tarafı insan yerine koymamak;
  • Senelerce milliyetçi, dışlayıcı bir eğitim sistemi ile karşı tarafa empati duymayan ve kendini üstün gören bir nesil yaratmak ve medya aracılığıyla da sürekli bu hamaseti kışkırtmak;
  • İçeride barış ve insan haklarına saygı isteyenleri de vatan hainliği ve terörist sevicisi olmakla suçlamak.

Kısacası, bunlar yapıldığında bir yere barış geleceğini düşünmek müthiş bir safdillik olur.  Herkes gerçekten savaşın bitmesini istese bunların hiçbirinin yapılmıyor olması gerekir. Sorumluluk sadece savaşan/çatışan tarafların üzerinde değil tabi ki. Barış dışarıdan gelmez, ama dışarıdakilerin destekleyiciyi ya da köstekleyici rolü olabilir. Dünyanın lider saydığımız ülkelerinin de ikiyüzlü davranmayıp tamamen evrensel değerlere ve uluslararası hukuka göre hareket etmesi beklenir. Bu değerleri ve yasaları tarafsızca uygulamadıkları takdirde uluslararası hukuksuzluğu ve saldırganlığı teşvik ettiklerini bilmeleri gerekir. Ve sürekli kendi çıkarlarınızı (kişisel ya da ulusal) ön plana çıkarırsanız onlarca yıldır çözülmeyen sorunların çözülmesini bekleyemezsiniz. Barış, tarafların ortak bir zeminde buluşmak için bazı tavizler vermesiyle oluşan bir uzlaşmadır ve uzun vadede herkesin çıkarınadır.

Son olarak… Birkaç gün önce bir haber okudum. Nagasaki’ye atom bombası atılmasının yıldönümü sebebiyle geçen cuma günü yapılan anma törenine Nagasaki belediye başkanı İsrail’i davet etmemiş. Bunun üzerine Amerika, Avustralya, Kanada, Fransa, İtalya ve İngiltere İsrail ile dayanışma için törenlere katılmamış. Gelin de şimdi atom bombasının faşizme karşı atıldığına inanın!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
283AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin