Suriye’nin kuzey ve doğusunda Kürtlerin liderliğindeki ‘demokratik özerk yönetim’, Arap aşiretleriyle ciddi bir sınavdan geçiyor. Petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu Deyr el Zor özerk yönetimin altındaki en önemli fay hattı. Eylül 2023’te patlak veren kısmi bir aşiret isyanı 7 Ağustos 2024’te tekrarlandı.
Ukeydat aşireti lideri Şeyh İbrahim Halil el Hafel’e bağlı ‘Kabileler ve Aşiretler Ordusu’, Mayadin, Elbukemal ve Aşara beldelerinden Fırat’ın doğusuna geçip en az sekiz yerde Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) saldırdı. SDG’nin kuzeyden güç sevk ederken Amerikan güçleri de SİHA’lar ve helikopterleri devreye soktu. Ordusu’ girdiği yerlerden çekilmek zorunda kaldı. Çatışmalar El Ömer petrol sahası ve Conico doğalgaz tesislerine ‘gardiyanlık’ yapan Amerikan üssüne 5 km yaklaştı.
İstanbul merkezli Suriyeli muhaliflerin kanalı Syria TV’nin iddiasına göre aşiret güçleri İran Devrim Muhafızları’nın kamplarında eğitildi. İranlılar bu operasyon için Askeri İstihbaratın Deyr el Zor birimiyle çalıştı. Hafel’in savaşçılarına Ulusal Savunma Güçleri (USG) de katıldı. (USG, 2011’den itibaren silahlı isyan sırasında Suriye ordusunun yetersiz kaldığı bölgelerde örgütlenen milislerden oluşuyor.) İran’ın desteğiyle Muntasır Tugayı’nı kuran Marasima aşiretinin lideri Ferhan el Marsumi gibi bazı aşiret şeyhleri de saldırıda yer aldı. Şark’ul Evsat ise planın İran Devrim Muhafızları ve Haşd’üş Şaabi subayları tarafından hazırlandığını öne sürdü.
SDG ise İran’ı karıştırmadan saldırıdan hükümet güçleri ve USG’ye bağlı grupları sorumlu tuttu. SDG ayrıca saldırının Suriye Genel İstihbarat Direktörü Hussam Luka’nın emriyle başladığını öne sürdü. SDG, Deyr el Zor’daki güçleri çekmesi için Suriye hükümetinin Haseke ve Kamışlı’da kontrol ettiği bölgeleri kuşattı. Kuşatmanın kaldırılması için Ruslar devreye girdi.
Özerk yönetim gelişmeleri bir “aşiret isyanı” değil “çete saldırısı” olarak nitelemeyi tercih ediyor. SDG basın merkezi, farklı bölgelerden Arap aşiret temsilcilerinin SDG’ye desteğini ifade eden açıklamalar geçerek bunun bir aşiret isyanı olmadığını göstermeye çalışıyor. SDG’nin resmi açıklamasına yansımasa da Özerk Yönetim saldırının arkasında Suriye, İran ve Türkiye’nin parmağını arıyor.
Halep ve Rakka kırsalında muhalif güçlere destek veren aşiret liderleri Türkiye’nin nüfuz alanında olsa da Deyr el Zor’daki aşiretler tarihsel olarak Suudi Arabistan’la bağlantılı. Ancak Deyr el Zor menşeli Ahrar el Şarkiyye ve Ceyş el Şarkiyye Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtı bölgesinde faaliyet gösteriyor. Buralarda kendilerine yeni rant alanları yaratan bu örgütler bir gün Deyr el Zor’a dönmek isterlerse Türkiye’ye nüfuz kanalları açabilirler. Riyad-Ankara normalleşmesine paralel olarak Türkiye, Arapların SDG’ye katılımını teşvik eden Suudi rolünün tersine dönmesini ummuş olabilir. Fakat Suudilerin ABD’yi kızdıracak bir işe girmeleri şüpheli. Ankara’nın isyanda parmağının olduğunu gösteren somut bilgiler olmasa da Türkiye durumu fırsata çeviriyor. Son iki isyana paralel olarak SMO kuzey cephelerinde harekete geçirildi.
AŞİRETLER ÜZERİNDE NÜFUZ SAVAŞLARI
Bastırılan isyan bir iki aşiretle sınırlı olsa da SDG’ye destek veren diğer aşiretlerin Kürtlerle ortaklığını sarsma potansiyeli taşıyor. Aşiret ordusunun arkasında harici güçlerin olması iç çatışma faktörlerini önemsizleştirmiyor. SDG’ye destek açıklamaları sarsılmaz bir sadakat olarak görmek yanıltıcı olabilir. Söz konusu olan aşiretlerin ilişki dünyası ise hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Mali kaynakların, güvenliğin ve aşiret düzeninin korunmasıyla ilgili kaygılar ilişkilere yön veriyor. Bu üç önceliği hangi güç denklemi garanti ediyorsa ittifak orada kuruluyor. Ayrıca aşiretler yekpare olmadığı gibi bir aşiret içinden çelişkili tutumlar da gelebilir. Aynı aşiretten bir kol Kürtlerle, bir diğer kol Suriye devletiyle, başka bir kol Suriye Milli Ordusu (SMO) üzerinden Türkiye ile ittifak kurabilir. İttifak ilişkilerinde tutarlı bir devamlılık da olmayabilir. Mesela Bakara aşireti lideri Nevaf el Beşir Suudilerle çalışıyordu. 2011’de isyan başladıktan sonra muhaliflere katılıp İstanbul’a yerleşti. 5 yıl sonra pişman olup Şam’a döndü; İran’ın yardımıyla Bakır Tugayı’nı kurdu. 2023’teki aşiret isyanında onun adamları da SDG’ye karşı seferber edilmişti.
Genel olarak 2011’de ‘Arap Baharı’ patlak verdiğinde İslamcıların güçlü olduğu Deyr el Zor’daki aşiretler Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) kucak açtı. Bu, rejimin değişeceği öngörüsüyle geleceği satın alma refleksiydi. 2014’te ÖSO, Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından tasfiye edilirken aşiret liderleri yeni gelenlerle iş tuttu. Fakat IŞİD, aşiret şeyhlerinin statülerini tehdit etti, kaynakları kontrol altına aldı ve biat etmeyenleri kurşuna dizdi. IŞİD, Amerikan destekli SDG tarafından yenilgiye uğratılırken aşiret liderleri de yeni duruma ayak uydurdu. Bir tarafta Amerikan güvencesi, diğer tarafta aşiretlerle geleneksel bağlara sahip Suudilerin teşvikleri Arapların SDG’ye katılımını kolaylaştırdı. Bölgede güvenliğin idaresi için SDG bünyesinde oluşturulan Deyr el Zor Askeri Meclisi de ağırlıklı olarak Ukeydat, Şaitat ve Bakara aşiretlerinden oluştu.
IŞİD’de karşı savaşta sıra Rakka’nın ardından Deyr e Zor’a gelirken aşiretleri kendi saflarına çekme arayışları kızıştı. Suriye yönetimi aşiret liderlerini 3 Haziran 2018’de Halep’te toplayıp sadakat istedi. ‘Yabancı ve Amerikan Müdahalesine Karşı Suriye Aşiretleri’ başlığıyla düzenlenen toplantıya 70 temsilci katıldı. Aşiretler Türk ve Amerikan işgaline son vermek üzere direnişten söz ediliyordu. Benzer bir toplantı 1500 kişinin katılımıyla Ocak 2019’da Hama’da düzenlendi.
İranlılar da sınır kapısı Elbukemal’den itibaren bulunduğu yerlerde Muharrem ayında matem yeri ya da dini eğitim, etkinlik ve ibaret mekanı olarak kullanılan Hüseyniyeler açtı. Böylece Ehl-i Beyt’le bağları olduğunu iddia eden Bakara, Meşahda ve Merasima gibi aşiretlere nüfuz etti. Fırat hattında İran’ın desteğiyle Hüseyin, Ebu Fazıl el Abbas, Seyyide Zeynep, Haşimiyyun, Muntasır ve Ukeydat Aslanları isimlerini taşıyan tugaylar ortaya çıktı.
Türkiye ise aşiretleri örgütlemek için daha erken davrandı. Aşiretlerle ilk toplantı 10-12 Ocak 2017’de İstanbul’da yapıldı. 21 Aralık 2018’de Urfa’da 150 aşiret temsilcisiyle yapılan ikinci toplantıda düşman olarak ‘işgal’ ve ‘tehcir’ suçlamaları eşliğinde Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Halk Koruma Birlikleri (YPG) öne çıkıyordu. Buna karşın Kürtler de 3 Mayıs 2019’da Ayn İsa’da bir aşiret toplantısı yaptı. Demokratik özerklik temelinde tüm Suriye için ademi merkeziyetçi bir çözüm çağrısı yapıldı. Şam bu buluşmayı ‘ihanet’ olarak niteledi. Rusya ise ABD’yi Kürtleri kullanmak ve aşiretleri satın almakla suçluyordu.
Ruslar, Kürtlerden IŞİD’in arkasından Rakka ve Deyr el Zor’a Amerikalılar değil Suriye ordusuyla birlikte gitmelerini istiyordu. Suriye ordusu Temmuz 2017’de Rakka yakınlarında YPG ile ortak operasyon odası kurarken Ruslar da Aralık 2017’de Deyr el Zor’da bir toplantıda Fırat’ın doğusundaki operasyonlar için Kürtlere destek sözü verdi. Fakat bu adımlar ne gerçek bir ortaklığı mümkün kıldı ne de Kürtleri ABD ile iş birliğinden alıkoyabildi. Kürtler ABD ile ortaklığın getirilerine odaklanmaktan yanaydı. Buna mukabil Şam da ABD’den vazgeçmeyen SDG’yi meşrulaştıracak bir ortaklığa istekli değildi.
ABD KÜRTLERİN PROJESİYLE İLGİLENİYOR MU?
2017 ve 2019’daki seyahatlerim sırasında Kamışlı, Haseke ve Kobani’de Kürt temsilcilerle yaptığım görüşmelerde ABD ile ortaklıkta sonuna kadar gidilmesine karar verilirken güttükleri hesabı şöyle not ettim:
- Arap bölgelerine inmek Kürtlerin ABD ile ortaklığını derinleştirebilir, hatta kalıcı hale getirebilir.
- ABD ile ortaklık özerk yönetimin siyaseten tanınmasını ve uluslararası alanda meşruiyet kazanmasını sağlayabilir.
- Arap yoğunluklu bölgelerin özerkliğe dahil edilmesi bunun Suriye geneli için bir model olduğu algısını güçlendirir.
- Aşiretlerle ortaklık Körfez’in kapılarını açabilir.
- Petrol ve doğalgaz sahalarına hakimiyet oyunun kurallarını değiştirebilir, finansman sorunlarını giderebilir.
- Fırat hattına girmek aynı zamanda hidroelektrik santrali ve barajları kontrol etmek demektir. Bu da stratejik üstünlük kazandırabilir.
- IŞİD’in tamamen yenilgisi SDG’ye küresel düzeyde destek kazandırabilir.
Tabii coğrafi kontrol Arap bölgelerine doğru genişlerken Apocu Kürtlerin ‘Batı Kürdistan’ anlamında kullandığı ‘Rojava’ tanımı ‘Toplumsal Sözleşme’den çıkarıldı. Afrin, Kobani ve Cezire’de kanton sistemini esas alan ‘Rojava Demokratik Özerk Yönetimi’, önce ‘Rojava ve Kuzey Suriye Demokrat Federal Sistemi’ne, ardından ‘Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’na ve sonunda ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ne dönüştü.
ABD’nin odaklandığı hedeflerin, Kürtlerin hesaplarıyla ilgisi yoktu. Açtığı savaşlarla bölgeyi cihatçı kuluçkasına dönüştüren ABD bir yandan İsrail’in düşmanı Suriye’nin belini kırıyor diğer yandan IŞİD’le savaş adı altında küresel liderliğini tahkim ediyordu. Fakat bu politikanın devamına yönelik Barack Obama döneminde bir netleşme sağlanamadı. Halefi Donald Trump 2019’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da bastırmasıyla Suriye’den çekilmeye karar verdiğinde Amerikan siyasetinde biraz billurlaşma sağlayacak tartışmalar alevlendi.
Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı’na önce yol veren, ardından durduran Trump, Suriye’de asker tutmaya dört temel üzerinden ikna edildi:
- IŞİD’in yeniden doğuşuna izin vermemek.
- Suriye üzerinde baskıları sürdürmek, Rusya ve İran’ın yardımıyla zafer kazanmasını önlemek.
- İran’ın kollarını kesmek ve İsrail’i güvenceye almak.
- Petrol ve doğalgaza gardiyanlık yapmak yani Suriye’yi en önemli kaynaklarından mahrum bırakmak.
Beri tarafta bu süreç Suriye yönetiminin Kürt aktörlere bakışını radikal bir şekilde değiştirdi. Kırılmamın üç temel nedeni vardı: ABD ile ortaklık, enerji kaynaklarının gaspı ve federatif yapılanmayla ülkeyi bölmeye hazırlık. Suriye’nin verdiği silahlarla “ülke topraklarını savunan” YPG’den “hain” SDG’ye doğru değişen dilin altında yatan buydu.
“KURTARICI” SDG’DEN “İGŞALCİ” SDG’YE
Aslında Kürtlerin Menbic ve Ayn İsa’nın ardından Tabka, Rakka ve Deyr el Zor’a kadar gitmeleri riskliydi. Çok geçmeden kontrolün Kürtlere geçtiği, kararların Kandil’den gelen PKK kadroları tarafından alındığı, Arap katılımın sembolik olduğu, Araplara iş verilmediği, Deyr el Zor’un petrol gelirlerinden mahrum bırakıldığı, IŞİD hücrelerine yönelik operasyonların mağduriyetler yarattığı ve hapishanelerin Araplarla dolduğuna dair suçlamalar geldi. Nisan 2019’da düzenlenen gösterilerde “Kürt işgaline hayır”, “Tutuklamalara son” ve “Kürtler petrolümüzü çalıyor” diyen sloganlar atıldı ya da pankartlar açıldı. Haziran 2019’da SDG tarafından evi basılan Bakara aşireti lideri Hacim el Beşir “Kandil kadrolarına karşı ayaklanın” diye çağrıda bulundu.
El Ömer petrol havzasında güçlü olan Ukeydat aşireti ABD’lilerden kontrolün kendisine bırakmalarını isterken Buhabur aşireti de SDG’ye savaş ilan etti. Bütün bunlar olası istikrarsızlık ve güç dengesinin bozulması halinde rüzgârın yönünün nasıl değişeceğini gösteriyor. Çözülmemiş sorunlar bunun altyapısını oluşturuyor. 2023’teki ilk isyan bir çıkar çatışmasıyla tetiklense de bu tür bir altyapıya dayanıyordu. O zaman Deyr el Zor Askeri Meclisi Komutanı Ahmed el Halil (Ebu Havle) düşmanla iş birliği yapmak, uyuşturucu kaçakçılığına karışmak, IŞİD hücrelerinin harekete geçmesine imkân vermek, görevini kötüye kullanmak suçlamalarıyla adamlarıyla birlikte gözaltına alınmıştı. Bu durum Ebu Havle’nin aşireti El Bekir’in bağlı olduğu Ukeydat’ın da SDG’ye karşı seferberlik başlatmasına neden olmuştu. Devreye giren Amerikalılar bir yandan diğer aşiretlerin saf değiştirmesini önlerken diğer yandan SDG’ye askeri destekle isyanın bastırılmasını sağlamıştı. Ve Hafel bir yıl sonra daha iyi donatılmış bir aşiret ordusu ile geri dönmüş oldu.
BÖLGESEL VE İÇ ÇATIŞMA DİNAMİKLERİ
ABD’nin Fırat’ın doğusunda ayağına yer açması sadece Suriye değil Orta Doğu’daki daha büyük hesaplaşmanın bir parçası. İran ve Suriye’nin önceliği Amerikalıların bölgeden çıkarılması. İran, Fırat hattına yerleşen milislerle ABD üzerinde baskı kurmaya çalışırken Suriye de aşiret kartını kullanıyor. Bu kart giderek ‘askeri’ karakter kazanıyor. Gazze’nin gölgesinde bölgesel bir kapışmada Irak ve Suriye’deki Amerikan üsleri ana hedefler olarak işaretlenmiş durumda.
Fırat hattında ABD ile hava sahasını paylaşsa bile Rusya da Amerikan güçlerini bunaltacak pozisyonları kaçırmıyor. Ruslar 2019’da ABD’nin Kobani gibi yerlerden çekilmesini ve durdurulan Türk askeri müdahalesini iyi değerlendirerek Suriye ordusunun Fırat’ın doğusundaki varlığını artırdı. Rusya’nın Türkiye ile birlikte yürüttüğü ortak gözlem operasyonları da statükoyu Suriye devleti lehine bozma perspektifini içeriyor. Buna karşın ABD hidrokarbon kaynaklarını kontrol eden ve SDG’yi destekleyen pozisyonundan şaşmadı. Türkiye’nin Suriye ile normalleşmek isterken özerk yönetimi de el birliğiyle bitirme hedefini güdüyor. Ankara, Washington’ın SDG’ye desteği kesmeyeceğinden hareketle Şam’a özerk yönetimi bitirecek bir ortaklık teklif ediyor. Esad, Amerikalılar çekilince Fırat’ın doğusundaki sorunu askeri yollara başvurmadan çözebileceklerini düşünüyor. Türkiye de Esad’a karşı Amerikalıların istediği oyunu oynamış olsa bile ABD’nin çekilmesini sağlayacak istikrarsızlığa bel bağlıyor.
ÇIKIŞ NEREDE?
Özetlersek Arap isyanı hem iç dinamiklere hem de dış faktörlere bağlı olarak nüksediyor. Bu süreç Arap-Kürt ortaklığını, dolayısıyla demokratik özerklik modelini türbülansa sokuyor. Bozucu faktörler ya da ayartıcı girişimlere karşı özerk yönetimin en önemli kozu farklı etnik ve dini grupları idareye dahil etme çabasıydı. Bu çerçevede eş başkanlık ve kota sistemleri önemli araçlardı. Bunlara ilaveten refahı paylaştırabildiği ve güvenliği sağlayabildiği ölçüde aşiretlerin sadakatini temin edebildi. Ama Kürtler arası birliği sağlayamadığı gibi Araplar ve Süryanilerin de tamamını kuşatamadı. İdeolojik paydaşlık da görüntüde kaldı. Duvar portrelerinde Suriye Arap Cumhuriyeti liderlerinin (Hafız el Esad ve Beşşar el Esad) yerini Abdullah Öcalan’ın alması, “Öcalan’a özgürlük” temalı gösterilerin artması ve Apocu fikirleri yayma çalışmalarına ağırlık verilmesi Arap milliyetçiliğinin sınırlarını zorluyor.
Demokratik özerklik modelinin önünde boş beyaz bir kâğıt durmuyor. Deyr el Zor bir kenara Kamışlı ve Haseki gibi Kürt-Arap nüfusun karışık olduğu yerlerde ilişkilerin arka planında geçmişten gelen husumetler var. 1930’larda kuzeyde “Kürt kemeri oluşuyor” diye manşetlere taşınan hassasiyet 1962’de ‘Arap Kemeri’ projesiyle yatıştırıldı. Onlarca yıl sonra “Kürt Kemeri” endişesine geri dönüldü. (Detaylı okuma için: “Rojava: Kürtlerin Zamanı”, Fehim Taştekin, İletişim, İstanbul, 2006) Özerk yönetimin kapasitesini aşan yıkıcı dış müdahaleler bir kenara olası türbülansların panzehiri ademi merkeziyetçi, özgürlükçü, eşitlikçi, şeffaf ve katılımcı demokratik idaredir. Özerkliğin içini bunlarla doldurabildikleri sürece panzehir işe yarayabilir. Aksi halde kırılganlıklar çıkar çatışmaları ve dış müdahaleler eşliğinde bir çöküşü tetikleyebilir.