yazılariktibas“Eğer iyi barbarlarsanız, sizi rahat bırakacağız” - Éva Péli, NachDenkSeiten
yazarın tüm yazıları:

“Eğer iyi barbarlarsanız, sizi rahat bırakacağız” – Éva Péli, NachDenkSeiten

Yeniçağ podcastını dinleyin

Anatol Lieven, meslektaşları hakkında “Tarihçiler 100 yıl sonra bizim çıldırmış olduğumuzu düşünecek,” diyor. İngiliz gazeteci ve özellikle Rusya ve komşuları hakkında pek çok kitabın yazarı olan Lieven, “Beşeriyet, ‘Donbass kimin?’ sorusundan çok daha önemli ve çözülmesi gereken meselelerle karşı karşıya,” ifadelerini kullanıyor Lieven, Quincy Institute for Responsible Statecraft’ta Rusya ve Avrupa kıdemli araştırma görevlisi. Daha önce Katar’daki Georgetown Üniversitesi ve King’s College London’daki Savaş Çalışmaları Bölümünde profesördü. Ona Avrupa Birliği’nin güncel jeopolitik durumu, Avrupa’nın güvenliği, kıtamızı bekleyen tehlikeler gibi konuları sorduk. Anatol Lieven ile mülakatı Éva Péli, temmuz ayının başında Berlin’de gerçekleştirdi.

Éva Péli: Polonya ve Baltık ülkeleri, Rusya’ya karşı tarihsel olarak haklı güvenlik çıkarlarına atıfta bulunarak hangi rolü oynuyor?

Anatol Lieven: Baltık ülkeleri ve Polonyalılar, yalnızca dış güvenlik politikalarını değil, bir bakıma tüm zihniyetlerini, Rusya’ya karşı korku ve nefret etrafında epey post-kolonyal bir şekilde yapılandırdılar. Bu arada, fikir şuydu: NATO ve Avrupa Birliği’nde yer alırlarsa, güvende hissedecekler ve Rusya korkusundan uzaklaşacaklardı. Fakat bu olmadı. Baltık ülkeleri söz konusu olduğunda, tarihsel bir perspektiften bakıldığında bu durum bir ölçüde anlaşılabilir. Ancak Rusya’dan Polonya’ya yönelik doğrudan tehdit söz konusu olduğunda, askerî açıdan kesinlikle böyle bir tehdit yok. Rusya’da hiç kimse Polonya’yı işgal etmeyi planlamıyor. Bunun düşüncesi bile çılgınca.

Polonyalılar ve Baltıklılar, kendilerinin doğusunda —Ukrayna’da, ama ideal olarak Belarus’ta da— Rusya’ya karşı büyük bir tampon bölge oluşturma fikrine kendilerini adamış durumdalar. Bu, belirli bir ölçüde güvenlik tehdidi yarattı, zira Rusya, tabii ki bunu tolere etmeyecektir.

Öte yandan, Polonya tamamen NATO’ya bağlı. Ancak ABD veya daha doğrusu Cumhuriyetçi Parti, seçimlerden sonra —Trump kazanmasa bile— geçmişte olduğu gibi NATO’ya bu kadar bağlı olmayacak. İç meseleler, göçle ilgili endişeler ve elbette Çin’den algılanan tehdit, dikkatlerin merkezinde olacak. Ayrıca, Polonya lobisi ne kadar güçlü olursa olsun, Washington’u Orta Doğu’da angaje olmaya kararlı kılan İsrail lobisiyle kıyaslanamaz. Şimdi herkes bu konuda endişeli.

Polonya, Macaristan ve Slovakya’da, AB’ye ve merkezileşme eğilimlerine karşı —son AB seçimlerinin de gösterdiği gibi— özellikle kültür ve göç konularında büyük bir karşı hareket söz konusu.

Bu ülkeler biraz garip bir pozisyonda. Polonya şu anda Brüksel’de yine çok popüler, halbuki mevcut hükümet oldukça otoriter. Polonya, Macaristan’la kıyaslandığında her zaman serbest geçiş hakkı verildi. Macaristan, Rusya yanlısı olarak görülüyor, Polonya ise Rusya karşıtı, bu yüzden uyum sağlıyor. Şimdi Fransa ve ABD güvenilmez çıktığına göre Polonya, Almanya’nın gelecekteki güvenliğini Polonya ve Baltık ülkeleri üzerine kurmasını zorluyor. Bana oldukça şaibeli gelen bir fikir bu, ama dolaşımda.

Fakat nihayetinde seçimlerin sonuçları görüldü ve ülkeler de —Baltıklar, Polonya ve Macron hariç, ama Fransızlar değil— oldukça açık bir şekilde söyledi ki, Ukrayna’da Polonyalılarla savaşmayacaklar. Peki, Ruslar Ukrayna’da geniş çaplı bir ilerleme kaydederse, Polonyalılar sahiden ordularını Ruslara karşı savaşmak için gönderecek mi? Bilmiyorum. Polonya’da bu konuda açıkça fazlaca direnç mevcut. Almanya, kendi güvenliğinin temeli olarak Polonya’yı belirlemeden önce, Polonya’nın hedeflerini ve kabiliyetlerini —ve Polonya’nın esasen NATO’yu Rusya ile bir savaşa sürükleyip sürükleyemeyeceğini— çok, çok ciddi bir şekilde sorması gerektiğini düşünüyorum. Zira Polonya Ukrayna’da savaşa girerse, Ruslar da Polonya’ya saldıracak.

Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, örneğin Macaristan ve Slovakya’nın rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunlar sadece AB ve NATO’da fren işlevi mi görüyor, yoksa Doğu ile Batı arasında köprü olabilirler mi?

Bence bu, öncelikle ABD’de neler olduğuna bağlı. Washington bunun için bastırır ve gerçekten Ukrayna’da barışı tesis etmeyi başarırsa —donmuş çatışma bir şekilde devam edecek— gerçek çatışmalar durduğunda, Moskova’ya yeniden köprüler inşa etme fırsatı olacak. Bu durumda, bu ülkeler önemli bir rol oynayabilir. 2027’de Le Pen, Fransa’da kazanırsa aynı şey geçerli. ABD’de kasım ayında Demokratlar kazanırsa, Ukrayna’da barışa doğru bir tür hareket olacak. Ancak o zaman çok, çok daha yavaş ve daha tereddütlü olacak. Bu arada, Trum’’ın Ukrayna’da barışı tesis edip etmeyeceğini bilmiyoruz.

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Ukrayna’da ateşkes ve barış müzakereleri çağrısında bulunuyor. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić gibi, daha fazla tırmanış ve Avrupa’da büyük bir savaş konusunda uyarıda bulunuyor. Değerlendirmeniz nedir?

Bence temelde doğru. Savaşın devam ettiğini göz önünde bulundurmalısınız. Ve NATO, Rusya’nın yakınında devriye gezmeye devam ettiği sürece —Rusya sınırlarında uçaklar, Amerikan istihbarat uyduları, Ukraynalılara hedefli bilgi sağlayan istihbarat birimleri— her zaman bir risk mevcut; yalnızca Rusların kasıtlı olarak misilleme yapmaları değil, bir kaza olması da mümkün. Bakın, Washington’da, Biden yönetimindeki bazı mantıklı insanlar, bir Amerikan uçağının veya askeri keşif uçağının Ruslar tarafından kazara düşürülmesinden epey endişe duyuyorlar. Bu, istenmeyen, son derece tehlikeli bir krize yol açar.

Sanırım Rand Corporation veya Princeton bir rapor çıkarmıştı, nasıl gerçekten nükleer bir savaşa girebileceğimizle alakalı.1 Senaryo, ticari bir yolcu uçağının kazara düşürülmesiyle başlıyor. Son 40 yılda bunun kaç kez olduğunu düşünün. ABD bunu yaptı. Ruslar yaptı. İranlılar yaptı. Böyle kazalar yaşanıyor.

Dikkate alınması gereken bir şey daha var: Rusya açısından Ukrayna’nın NATO üyeliği konusundaki kritik mesele. Macaristan, aslında Ukrayna için uluslararası bir tarafsızlık antlaşması teklif edebilir ve Ruslara, Ukrayna’nın asla NATO üyesi olmayacağına dair bir teminat verebilir. Neden mi? Zira NATO’ya yeni bir ülkenin kabulü için oy birliği gerekiyor. Türkiye’nin İsveç’e yönelik blokajında bunu görmüştük.

Macaristan, her durumda veto hakkını kullanmak zorunda kalacaktır. Tabii ki, bu sadece bu hükümet iktidarda kaldığı sürece düşünülebilir. Şimdi, bu Macar hükümetini Batı Avrupa’da popüler yapmayabilir, ama yapabilirler. Fakat, tüm AB bürokrasisi Macaristan’ın aleyhine çalışıyor. Bence Macaristan sonunda felç olacak.

Eklemem gereken bir şey var: Batı’nın düsturu şu: “Ukrayna’nın NATO üyeliği talep etme hakkını reddedemeyiz”. Birisi bir zamanlar şöyle demişti: “Güzel Amerikalı aktris Amy Adams’tan benimle evlenmesini isteme hakkım var. Ve Amy Adams hayır deme hakkına sahip”. Buna tamamen katılıyorum.

Size göre, Avrupa’ya kim tehdit oluşturuyor?

Rusya’nın Avrupa kıtasının bir parçası olduğunu tamamen unuttuk. Maalesef, son 40 yılda Avrupa’nın AB ve NATO’dan oluştuğu ve bunların bir parçası olmayanların gerçek Avrupalı olmadığı fikri gelişti. Bu, son derece tehlikeli bir fikir, zira bu, Ukraynalıların ve diğerlerinin NATO ve AB’ye katılma konusunda mutlak bir dürtü hissetmelerine katkıda bulundu.

Ve dürüst olalım, Batı Avrupa’daki insanlar veya Avrupa kurumları “Avrupa” kelimesini kullandıklarında, bunu medeniyetin eşanlamlısı olarak kullanıyorlar. Bu, Avrupa’da değilseniz medeni olmadığınız, bir tür yarı-barbar olduğunuz anlamına geliyor. Bir yandan, Ukrayna gibi ülkeler veya en azından onların seçkinleri, medenileşmeye mükemmel bir şekilde kadir olduklarını hissediyorlar. Diğer yandan, AB veya NATO’ya asla katılamayacak olan Ruslara, onların ebedi, doğuştan barbar oldukları söyleniyor. “Git ve karanlıkta, uzağa bir yerde yaşa. Ve eğer iyi barbarlardansan ve bizimle zıtlaşmazsan, seni rahat bırakırız,” deniyor.

Ancak soruya geri dönelim: Avrupa benim için muğlak bir kavram. Fakat önümüzdeki on yıllarda Almanya için ve geniş anlamda Batı Avrupa için tehlike söz konusu olduğunda, bunun iklim değişikliği ve ülkeler üzerindeki etkileri olacağından eminim. Avrupa’ya olan göç, buradaki ekonomik durgunlukla birleştiğinde ve yapay zekânın istihdam üzerindeki tüm koşullarının etkisiyle, iç sosyal, iktisadi ve siyasi çatışmalarda radikal bir artışa yol açacak.

Bu, Avrupa’nın otoriter sistemlere geri dönmesine yol açabilir. Elbette, bu Fransa ile Almanya arasında savaş olacağı anlamına gelmiyor. AB ve NATO, Avrupa’da barışı muhafaza etmek için çok şey yaptı ama bu, eğer onlar ortadan kaybolsa, Almanların hemen Fransa’yı işgal edip Alsace-Lorraine’i geri alacakları ya da Almanya’dan biri Breslau ve Stettin’i geri almak için Polonya’yı işgal etmeyi düşündüğü anlamına gelmiyor.

Ancak Avrupa’ya olan göçün, kıtadaki güçleri nasıl radikalleştirdiğini gördük ve bence bu daha da kötüleşecek. Ayrıca dünyanın başka bölgelerinde hem göç akışları açısından hem de örneğin gıda güvenliği üzerindeki etkisi açısından yaşananlar büyük bir kargaşaya neden olacak. Güney Asya’daki sıcaklık artışına ve dünya nüfusunun neredeyse dörtte birine ev sahipliği yapan bir bölgede tarımsal üretim üzerindeki etkiye bakarsanız, bu kesinlikle korkutucu.

Bu yüzden, iklim değişikliği tehdidinin bu kadar açık hale geldiği bir zamanda —Avrupa’da iklim koruma önlemlerinin iktisadi etkisi nedeniyle, ama aynı zamanda Alman Yeşilleri ve diğerlerinin gerçekten korkutucu, aptalca ve kibirli bazı tedbirleri nedeniyle— Avrupa’da iklim koruma tedbirlerine karşı bu büyük tepkinin olması özellikle üzücü ve bir şekilde gülünç.

AB, Ukrayna çevresindeki çatışma bağlamında Amerikan çıkarlarının yürütme organı haline gelmiş gibi görünüyor. Birlik, kendi çıkarlarını ifade etmekte ve savunmakta çok mu zayıf? Yoksa sadece farklı ulusal çıkarların bir bütünü mü?

Avrupa bölünmüş durumda. Polonyalılar ve Baltıklılar en azından kendi güçlü ulusal çıkarlarına sahip olduklarına inanıyorlar. Diğer pek çok Avrupalı için, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi büyük bir şoktu. İnsanlar böyle bir şeyin bir daha asla olmayacağına inanmıştı. Bu, bir şekilde tüm dünya görüşlerini altüst etti ve özellikle Rusya’nın ve Putin’in olağanüstü şeytanlar olarak görülmesine yol açtı.

AB ve belirli bir ölçüde NATO da Rusya’nın ve bir dereceye kadar Ukrayna’nın AB ve NATO’nun üyeleri olmaksızın birliğin iç mevzuatına uyması gerektiğine inanıyordu. Aynı şey Gürcistan için de geçerli. Peki Ruslar bu konuda ne diyor? Ya da Ukraynalılar iç politika ile ilgili olarak ne söylüyorlar? Şöyle bir şey diyorlar: Bakın, NATO’da değiliz ve AB’ye kabul edilmeyeceğiz, istesek bile, farklı kurallarla oynayacağız. ABD’nin kurallarıyla oynayacağız.

ABD’nin geçmişte Orta Amerika’daki kendi etki alanını mutlaka işgal yoluyla değil, geçmişte sıkça olduğu gibi, ama acımasız baskı, boyun eğdirme, iktisadi ablukalar, askeri darbeleri destekleme, Amerikan karşıtı olarak görülen hareketlerin gerçekten şiddetle baskılanmasını destekleme yoluyla nasıl sık sık teminat altına aldığına bakın.

Fakat dünyanın başka yerlerinde de bu şok bir bakıma anlaşılabilir ama yine de aptalcaydı. Finlandiya’nın NATO’ya girmesi hakkında bir Fin diplomatla ilginç bir sohbetim oldu. Dedim ki: Rusya’nın Finlandiya’yı tehdit edeceğine ciddi ciddi inanmıyor olmalısınız. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Ruslar hiçbir zaman Finlandiya’yı tehdit etmedi. Soğuk Savaş esnasında, Helsinki’nin Moskova ile iyi bir anlaşması vardı, her ikisinin de dış politikalarının belirli yönlerini sınırlaması gerekiyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, her daim epey iyi ilişkileri oldu. Şu anda, kesinlikle Rusya tarafından terör, toprak talepleri ya da üsler veya başka herhangi bir şey için talepler söz konusu değil.2

Ve bana şunu söyledi: “Biliyorsunuz, çoğu Finlandiya dışişleri ve güvenlik kurumlarında bunu çok iyi biliyoruz. Ve bu NATO baskısı bizden değil, bariz biçimde 1940’lardaki Fin deneyimleri nedeniyle Fin halkından geldi. Halk panikledi ve düşündü ki, eğer Ruslar bunu Ukrayna’ya yapabiliyorsa, bunu bize de yapabilirler”.

Bu, tabii ki, Rusların sınırsız genişleme için bir tür deli, mantıksız dürtüye sahip olduklarına dair anlatıyı besliyor. Evet, Ruslar belirli alanlarda kendi çıkarlarını acımasız yöntemlerle sürdürüyorlar, bu çıkarlar Almanya’ya, Finlandiya’ya ya da hatta Polonya’ya saldırmayı içermiyor. Ama tabii ki Ukrayna başka bir şey. Eğer NATO ve AB, Ukrayna’yı ele geçirmeye çalıştıkları gibi Belarus’u ele geçirmeye çalışsaydı, Belarus da başka bir şey olurdu. Öyle bir durumda savaş halinde olurlardı.

Düşünce kuruluşlarının ve uzman camiasının, politikacıları ve daha geniş eğitimli kamuoyunu eğitmede başarısız olduğunu düşünüyorum, zira Rusya’nın 2014’te Maidan devrimine verdiği tepkinin öngörülemeyeceğini yazmışlardı. Bu, istifa mektupları olarak görülmeliydi, zira bu tamamen öngörülebilirdi; elbette her detayıyla değil ama Rusya’nın, Ukrayna’nın tamamını Batı ittifakına katma teşebbüsüne şiddetle tepki göstereceği bir hakikatti ve Ruslar bunu bize defalarca dile getirmişti. Bu yüzden bunu genel olarak Batılı uzman camiası adına söylemiyorum ama bunu söyleyen insanlar görmezden gelindi ve bağırarak susturuldu.

Avrupa çok kutuplu bir dünyada nasıl bir konuma sahip olabilir? Fransız antropolog ve tarihçi Emmanuel Todd, Batı’nın, Batı Avrupa’nın ölmekte olduğunu söylemişti.3 Bu konuda hemfikir misiniz yoksa farklı mı düşünüyorsunuz?

Emmanuel ile büyük ölçüde hemfikirim. Ciddi bağımsız düşüncenin eksikliği, uyumluluk, ahlaki çöküş karşısında oldukça şoka uğradım. Bu durumun uluslararası ilişkiler ve güvenlik çalışmaları alanında olduğu kadar daha genel olarak da geçerli olması son derece üzücü. Avrupa kültürü ve siyasi kültürünün büyük bir kısmında bir tür boşluk var gibi görünüyor. Bu durum ekonomik durgunlukla alakalı.

Ancak mesele şu ki, Hindistan, Pakistan, hatta Çin ve Afrika gibi ülkelerden gelen akademisyenler eğitim almak için bize geliyorlar. Sol ideolojiye gelince, Karl Marx Almanca yazmıştı. Elbette, Hintli Marksistler ya da dünyanın başka yerlerindeki Marksistler kendi ilginç fikirlerini geliştirdiler ama hiç şüphe yok ki Marx aslen Avrupalıydı. Bu yüzden herkes gizlice ya da bilinçsizce hala entelektüel ve iktisadi olarak bizim kontrolümüzde olduğumuz hissine kapılıyordu.

Biliyor musunuz, Londra’daki The Times gazetesinde muhabir olarak İngiliz pasaportuyla seyahat etmeye başladığımda, pek çok yerde otomatik olarak üst düzey yöneticilerin ofislerine girerdim, artık giremiyorum. Sanırım genel olarak düşünce ve iyimserlikle ilgili bir memnuniyetsizlik vardı.

Umarım bu değişir. Ben Emmanuel kadar karamsar değilim, ama insanlara Ukrayna’daki savaşa bu kadar önem vermelerinin nedenlerinden birinin, bunun liberal enternasyonalist projelerin sonu, Avrupa fikrinin sonu anlamına geleceği izlenimine de sahibim: “Eğer BİZ kazanmazsak…” Özellikle “biz”! Gerçekten savaşıyor muyuz sanki?

Biliyor musunuz, eğer Avrupa gerçekten hâlâ kendine güveniyor olsaydı, kendi fikirlerimize ve geleceğe tam olarak inansaydık, Ukrayna’daki savaşı bu şekilde okumazdık. Bu savaşı, bizden çok uzakta gerçekleşen başka bir post-kolonyal çatışma olarak görürdük. Tabii ki ilgilenmeli ve Ukraynalılara sempati duymalıyız. Fakat dünyadaki diğer çatışmalarda olduğu gibi, iki tarafı uzlaştırmaya çalışmalı ve uzlaşmaya dayalı bir barış sağlamalıyız. Ancak bunun yerine bu savaşa, bence jeopolitik veya güvenlik politikası gerçekliği temelinde değil, kendimizden kaynaklanan duygusal bir yatırım var.

Savaş sonrasında Rusya’yı da içeren gerekli bir pan-Avrupa güvenlik sistemi nasıl görünebilir? Böyle bir şey mümkün mü?

Açıkçası bunun mümkün olduğunu söylemeliyim, zira enstitüm uzun süredir bunun savunuculuğunu yapıyor. Bunun gerekli olduğunu düşünüyorum. Fakat şu anda mümkün olacağını düşünmüyorum. Barış tesis edilse bile, iki tarafta da çok fazla güvensizlik ve nefret geliştiği için uzun bir yol olacak.

Önümüzdeki bir veya iki nesil içinde büyük değişiklikler görmemiz kuvvetle muhtemel. Kısmen iç ve dış değişimlerin neden olduğu iklim değişikliği, göç ve ekonomik değişimin etkileri —yapay zekâyı aklınıza getirin— mevcut güvenlik yapılarını ve tutumlarını giderek geçersiz kılacak. O noktada pek çok şey mümkün olacak ve değişecek.

Bu epey zaman alacak. Ancak Trump ya da Trump’ın halefi yavaş yavaş Avrupa’ya olan ilgisini kaybederse, Fransa’da Le Pen hükümeti olursa, ki bu hükümet Macaristan’daki Orbán hükümeti ve İtalya’daki hükümetle aynı tutumların çoğunu paylaşıyor, o zaman bazı çok köklü değişiklikler olabilir. Fakat bunların pek hızlı gerçekleşeceğini düşünmüyorum çünkü onlara karşı kurumsal baskı muazzam olacak. Eğitimli bir tarihçi olarak konuşuyorum ama eminim ki siz de bir Macar olarak aynı şekilde hissediyorsunuzdur.

Bir tarihçi olarak benim için gerçekten mutlu geçen son dönem 1914’ün ilk yarısıydı. 120 yıl önceki atalarımıza, Avrupa’da kararları alan seçkinlere ve kurumlara baktığımızda, onların miras aldıkları düşünce çerçevesi ve kurumlar açısından rasyonel oldukları konusunda hemfikir olabiliriz. Özünde ise, deliydiler. Gerçek tehlikeleri, ki bunlar nihayetinde içseldi, tamamen göz ardı ettiler, abarttılar ve yanlış anladılar, ki bunlar nihayetinde Birinci Dünya Savaşı tarafından mümkün kılındı. Bu arada, bu büyük bir sır değildi.

Rusya’daki seçkinlerin pek çok üyesi, devrim nedeniyle umutsuzca tehlikede olduklarını elbette biliyordu. Ancak kendilerini, bir dizi feci kararlar alarak tuzağa çektiler. Kendilerini, onları yok eden bir savaşa sürükleyecek bir konuma soktular. Avusturya da aynı, Türkiye de. Almanya iki savaş gördü…

Kesinlikle eminim oldum ki, tarihçiler 100 yıl sonra geriye dönüp baktıklarında, “Nasıl bu kadar aptal olabilirlerdi?” diyecekler. Onlara yönelik gerçek tehditler halihazırda ortadaydı. Ve manşetlerde görüyoruz ki, kurallara dayalı düzen, Güney Çin Denizi’ndeki İkinci Thomas Sığlığına bağlı, ilk Thomas Sığlığa bile değil. Bu arada, İkinci Shoal günün yarısında su altında. 100 yıl içinde, deniz seviyesindeki yükselme nedeniyle Güney Çin Denizi’ndeki tüm bu yerler sular altında kalacak.4

Geriye dönüp bakacaklar ve şöyle diyecekler: Amerikalılar ve Çinliler bunun nasıl bir öncelik olduğunu düşünebildi? Avrupalılar ya da Ruslar, Donbass’ı kimin kontrol ettiği meselesinin nasıl bir öncelik olduğunu düşünebildi? Rusların masum olduğunu söylemiyorum. Fakat Ruslar uzun vadede bizden çok daha güçlü bir konumda; bol miktarda su, sınırsız gıda ve arazileri var.

Tarihçiler, atalarımızın 1914’te çıldırdığını düşündüğümüz gibi, bizim de çıldırdığımızı düşünecekler. Asıl önemli olan da gıdamızla ilgili alacağımız kararlar olacak.

 


1 Hem RAND Corporation hem de Princeton Üniversitesi, kazara meydana gelebilecek olayların NATO ve Rusya arasında nükleer savaşa yol açabileceği senaryoları özetleyen çalışmalar yayımlamıştı. Bu raporlar gerilimin arttığı dönemlerde yanlış yorumlama veya aşırı tepki verme potansiyeline dikkat çekiyor. Bkz. Acton, James M. “Escalation through Entanglement: How the Vulnerability of Command-and-Control Systems Raises the Risks of an Inadvertent Nuclear War”, RAND Corporation. (ç.n.)

2 Finlandiya, Soğuk Savaş sırasında tarafsızlık politikasını sürdürürken Sovyetler Birliği ile iyi ilişkilerini korumuş ve bu da “Finlandizasyon” teriminin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Soğuk Savaş’tan sonra Finlandiya daha Batı’dan yana yönelim benimsedi ve 1995 yılında tarafsızlığını kısmen terk ederek AB’ye girmişti. Jakobson, Max. “Finland in the New Europe. Greenwood Publishing Group”, 1998. (ç.n.)

3 Fransız antropolog ve tarihçi Emmanuel Todd, Batı’nın, özellikle de Batı Avrupa’nın ahlaki çürüme, ekonomik durgunluk ve entelektüel yenilik eksikliği nedeniyle düşüşte olduğunu savunuyor. Bkz. Todd, Emmanuel. “Lineages of Modernity: A History of Humanity from the Stone Age to Homo Americanus”, Polity, 2019. (ç.n.)

4 Güney Çin Denizi’nde batık bir resif olan İkinci Thomas Sığlığı, Çin ile Filipinler arasında bir çekişme noktası. İklim değişikliğine bağlı olarak yükselen deniz seviyeleri sonunda tartışmalı bölgeleri sular altında bırakabilir. Bkz. Batongbacal, Jay L. “The Second Thomas Shoal Standoff: Philippines-China Naval Tensions in the West Philippine Sea”, Asia Maritime Transparency Initiative, 2014. (ç.n.)

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
282AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin