yaklaşımlarÖzkan YıkıcıAtmış yıl öncesi Yedi Ağustos yaşanan - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Atmış yıl öncesi Yedi Ağustos yaşanan – Özkan Yıkıcı

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Gün Yedi Ağustos. Sıcaklık epey bunaltıyor. Hararet üst düzeyde. Uyup uyanıyorum. Tenbelik üstünde. Dışarda ağustos böcekleri dışında ses yok. Araba sesi dahi duymak nadir durumdu. Sadece sıcağa rağmen Küliyede işleyen makinelerin sesi ve tozu etrafı adeta daha kötü havayla yüklemektedir.

Uyur uyanıyordum. Koltuğa uzandım. Klima yerine serinliği aştım. Pencereler kapalı. Apartmanda sesseda pek duyulmuyor. Öylesi havada yarı uyur yarı uyanır olunca da bazen sıkıntı da gelir. Sanırsın kalbin sıkıştı. Oysa olay sıcak hararetinin sizi bunaltan ortamından başka bir şey değildir.

Şüpesiz yarı uyur yarı uyanık hali sizi hayalere ve bazen de unutuğunuzu sandığınız geçmişe de getirme olasılığı vardır. Nitekim ben arada duyduğum Yedi Ağustos ifadesi ile birden yarı uyurken, şimdi donuklaşıp kalan köydeki yaşadığım evin içinde kendimi bulur gibiydim. Çocukluktan yaşlılığa varan uçurum bir rüya veya anımsama ile yeniden canlanmaya girişti.

Uyuşukluk ve isteksizlik olmasına rağmen, beynim beni yazmaya tetikledi. Günün önemi ve boş kalma yerine birşeyler yazma dürtüsü, ayağa kaldırtıp bilgisayarın başına oturtu. Sıkıntı olsa da ben işe girişince canlanırım. Bilgisayarın oyunları ve bazı arızalarına sinirlenmeden hemen konuya girmeye başladım. Artık kendim atmış yıl öncesi, çocukluk dönemine geçtim.****

Gün Yedi Ağustos. Tarih ise 1964 yılı idi. Esas adı Aytotoro olup sonradan Türkçeleşen ismi de Bozdağ köyünde çocuk yaşta idim. Evimiz köhne olsa da sağlamdı. Batı Dilirga yeni savaşın içinde yaşıyordu. Sabahleyin kalkınca, Anam rahmetli “silahlar fazla yoğunlaşmadan kahvaltını yap” diyordu. Çünkü Beş Ağustosta yine Bozdağ Mansura saldırıları ile Batı Dilirga köylesinde savaş başladıydı.

Aslında çocuk olmama rağmen, sürekli yaşanması nedeniyle silah seslerine alıştık. Sadece Bonbalı silahların sesi çıkınca korkmaya, endişelenmeye başlardık. Çünkü, bu silahların eve isabet etiği zaman yıkılma olasılığı vardı. Onun için otomatik veya kurşun sıkan silah sesleri bizi fazla endişelendirmiyordu.

Anamın uyarısı doğru çıktı. Güneş doğup da yükselmeye başlayınca, yeniden kurşun sıkan silah sesleri yoğunlaşmaya başladı. Belirtiğim gibi, fazla endişe yoktu. Nitekim, dışarda silah seslerine rağmen Anam dışarı çıkıp keçilerini yedirdi.

Nezaman bonbalı silahlar örneğin Havan Topları devreye gidince, iş ciddileşti. Sığınaklara gidik. Kadın ve çocuklar kalabalığında sıkıştık. Sadece orta yaşlı bir erkek vardı. Sohbetler çeşitliydi. Kimisi alınacak Mevsili kurgus yapıp uyarı ekleiyordu: “Mevsili düşerse, şebekeden su işmeyelim. Çünkü Grivasın da dediği gibi, zehirleyecekler. Onun için kuyulardan çekip su içelim” deniyordu.

Jgerçekten Grivas adaya çıktıktan sonra, psikolojik olumsuzlukla propagandayla yayıldı. Birçok konu konuşuldu. Hele bazı uygulamalar sonrası bu dahan da artı. Suyu zehirleyeceği, keseceği, gıda girişine engel olacağı, koyun kılığına girip baskınlar yapacağı gibi birçok olgu sehbetleşti. Onun için hep bunun etkisi de her olayda görüldü.

İkinci konu banbaşka alandan oluyordu: “Mali düşecek mi”. Bu önemliydi. Mali Bozdağ Mansura için stratejik tepeydi. Onca önemi ve yüksek olmasına karşın birkaç defa saldırılardan hemen sonra düştüydü. Yine de orda olan silahlar ve epey fazla insanın mevzilenmesi nedeniyle, kolay kolay olmayacağını savunanlar da vardı.

Geceye doğru sığınaktan çıktık. En azından nonbalı silah sesleri kısıldı. Giderek geceleğin sesizlik yeniden geldi. Bir yerde kadınlar ve fbiz çocuklar toplandık. Başka sığınaktan gelip de daha net durumları gören insanların ilk kötü haberi “Mali düştü” oldu. Onlar, Maliden aşağa kaçışları gördüklerini söylediler. Bu kötü haberdi. Acaba soruları başladı. Ayrıca, B.M. barış gücünün konumlandığı Piy ve Gremosdu Sana dan çekildiği bilgisi de duyuldu. Ama Mali tepesi epey korku yaratmaya yetiyordu.

Kahveye giden ortaokul öğrencisinin gelip söylediği haber ise daha bir endişe tetikliyordu. “Erenköye kaçacağız”.. anlatı net. Mali düşünce, rumlar alınca, yola inip Mevsiliyle de birleşince, artık kuşatılıp tamamen hedef haline gelinecekti. Onun için köyden Erenköye kaçılacaktı. Ayrıca, Erenköyden de pek de iyi haber gelmiyordu.

Bu bilgiler ve şaşknlıkla devam eden konuşmalara, yeni gelenler de ayni mesajı veriyordu. Herkes şaşkındı. Bu arada benim küçük kız kardeşim ikidebir ayakkabılarını atıyordu. Anam da her defasında karanlık olsa da onları bulup ona giydiriyordu.

Etraf epey ısındı. Şaşkınlık ve ne olacak meraklı sohbetler heycanlaşıyordu. Sonuçta sonradan adının Tuncer Arifoğlu olduğunu öğrendiyim o döneminöğrencisi, heycanla olduğumuz yere geldi. Çok heycanlı ve aceleciydi: “koçanları ve silahları alıp hemen gelin. Erenköye kaçacağız diyordu”.. acelecilik ve heycan herkesi zaten var olan korkusuna belirsizlik ekledi. Herkes hızla evlere yöneldiler. Büyük kız kardeşim olayları anlamaya çalışıp titriyordu. Koluma iyice sarıldı. Anam evden birkaç badaniye ve giyim alıp dışarı geldi. Ben ona “keçileri en azından serbes brak” dedim. Nenem rrahmetli, “yine döneceğiz merak etme” dedi.

Kahvenin önünde toplandık. Heycan üst düzeydeydi. Anlamaya çalışıyorduk. Konu net: Bozdağı boşaltıyorduk. Mali düştü ve çaresizdik. Küçük kız kardeşimin yeniden giydiği ayakkabıyı atması ise anamı epey kızdırıyordu. Kortuğu nitekim oldu. Arabalara bindiğimiz anda yine ayakanı atıldı ve küçük kardeşim göçmenliğe yalın ayak olarak başladı.

Kahvede bekliyorduk. Yedi Ağustos geesiydi. Gürültü vardı. Ama korkum şöyle idi, Mevsili veya Piyenyadaki rumlar anlarsa, ateş açmaları muhtemeldi. Çok beklemedik: birden arabalar geldi. Belli ki barış gücüydü. Arabalara kadın ve çocuklar bindirilmeye başlandı. Erenköy zannediliyordu. Oysa kadın ve çocuklar barış gücü merkezi olan Amuyindupirgoya doğru gidiyorduk. Bunu da anlamak başka bir belirsizliği de getiriyordu.

Artık kabul etmesem de, çocuk aklımca yine döneceğiz diye umut etsem de, kesin olan çocukluğumum geçtiği yerler artık tarih oluyordu. Bir daha orda yaşayamayacağımı sonradan anlayacaktım.

****

Kafalarda hep şu soru vardı. Batı Dİlirga savaşı sonrası anlaşmalar oldu. Yine benzer genel Kıbrıs anlaşmaları da yapıldı. Nedense Ağustos dilirga savaşı sonrası yapılan uzlaşmalarda neden köylerinden kaçanların geri dönme hakı kulanılmadı soruları fazla sorulmadı. Oysa Beş Ağustos ile başlayan, Türkiye uçaklarının bonbalamasıyla daha da üst düzeye gelen, savaşın sonunda en azından anlaşma yapılırken pratikte köylerini terkedenlerin geri dönme hakının da olması gerekirdi. Bu pratikte olmadı. Hatda bozdağ ve Mansuralıların atmışyedi sonrası yapılann genel anlaşma ile köylerine dönme talebi de bizat Bayraktarlık tarafından ret edildi.

****

Bir başka konu da şu: runlar köylere girince, geri dönme şansını azaltma veya yok etmek için hemen yerleşin yerlerini yıktılar. Yıkılan yerlerle evlerin yok edilme sonrası insanların dönme umudunu da köreltmeye yeteceğine inanıyorlardı. Daha da önemlisi, yetmişdört sonrası dahi bu köylere yerleşim yapılmadı. Onca göçmen olmasına rağmen bozdağ özellikle yerleşime hiç açılmadı..

Sonuçta tam kırk yıl sonra eski köyüme gitiğimde, sadece yıkım ve harabe değil, örülen taşlarla oluşturulan toprağı tutarak ekme yerleri de yıkıldı. Bir harabe ve kalıntılarıyla evler vardı. Çoğu bitki yok oldu. Tepelerdeki çamlar, teraçelerin yıkılmasıyla yola dek indiler. Yıkılmış bir asırlar öncesi köye döndüydü.

******

Aradan atımış yıl geçti. Yedi Ağustosta bulunuyorum. Yaşamının çocukluğundan yaşlılığa geldim. Lefkoşanın kalabalığında, küliye kibirliğinin tozdumanıyla kanserli tozları yutmamaya çalışıyorum. Çocukluğumun acısı ve göçmenliğin ilk adımını Batı Dİlirga savaşında yaşadık. Birden uyandım. Aklım yerinde. Bunların ne anlamı var derseniz, galiba neden sistemi sorguladığım gerçeği ile karşılaştım.

Rahmetli Erenköy sorumlularından biri olan Ahmet Savalaşa Yetmişyedide şu soruyu sordum: “Savalaş bey, bir atmışdörte savaştık. Çektik. Ama şu soru kafama sonradan geldi: biz savaşırken, göçmen olurken, mağralarda çadırlarda yağmur altında ıslanırken, şu Açerson planı da ne oluyor” dedim. Savalaş ise bilmediğini ve bu plandan haberi olmadığını söyledi. Benim belkide günümüz Kıbrıs politikasında daha da hırslanıp öğrenme nedenim Dilirga savaşı ile açerson planı birlikteliğini düşünmekle başlamasıdır. Tüm resmi idolojik ezberim bu ikilemle altüst olduydu.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
318AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin