iktibasGözde BedeloğluToplumu gerecek yeni fay hattı bulundu - Gözde Bedeloğlu
yazarın tüm yazıları:

Toplumu gerecek yeni fay hattı bulundu – Gözde Bedeloğlu

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Türkiye 2003 yılında, “Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi”ne taraf olmuş ve 24 Haziran 2004’te Hayvanları Koruma Kanunu çıkarmıştı. Yasanın amacı, havanların rahat yaşamalarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamaktı. Buna göre; sahipli sahipsiz, bütün hayvanlar eşit doğar ve bu kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahiptir. Yerel yönetimler, gönüllü kuruluşlarla iş birliği içerisinde, sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların korunması için hayvan bakım evleri kurarak onların tedavilerini sağlar. Kontrolsüz üremeyi önlemek amacıyla, toplu yaşanan yerlerde beslenen ve barındırılan kedi ve köpeklerin sahiplerince kısırlaştırılması esastır. Hayvanlara kasıtlı olarak kötü davranmak, acımasızca ve zalimce işlem yapmak, dövmek, aş susuz bırakmak, aşırı soğuğa ve sıcağa maruz bırakmak, tecavüz etmek, bakımlarını ihmal etmek, fiziksel ve psikolojik acı çektirmek ve öldürmek yasaktır.

∗∗∗

Sahipsiz sokak hayvanlarının korunmasına yönelik bu yasal düzenlemeye kadar, Türkiye’de toplu itlaf uygulamalarının yapıldığını biliyoruz. On binlercesi insansız bir araziye terk edilerek ya da zehirlenerek öldürüldü. Ancak bugün yine aynı sorunun gündemde olması, itlafın hiçbir zaman kalıcı bir çözüm sağlamadığının kanıtı. Bu anlamda, 2004’te çıkarılan Hayvanları Koruma Kanunu ile kontrolsüz çoğalmanın önüne geçebilmek için kısırlaştırma yönteminin tercih edilmesi ve barınakların yapılması olumlu bir gelişmeydi. Ama nasıl ki sokak köpeklerinin topluca öldürülmesi yeniden çoğalmalarını engellemediyse, yaşam hakkını savunan bir yasa çıkarmak da, doğru ve etkin bir şekilde uygulanmadığı sürece çözüm olmuyor. Hayvanların topluca öldürülmesi, hem işe yaramamış bir yöntem hem de her canlının eşit yaşam hakkı ilkesine karşı olması sebebiyle, kamuoyunda güçlü bir destek bulamıyor. Bunu, tasarıda öldürmek-itlaf etmek yerine ‘ötanazi’ sözcüğünün seçilmiş olmasından anlayabiliyoruz. Ötanazi, belli şart ve koşullar altında kişinin bilinçli bir şekilde kendi hayatına son verdiği bir uygulama. Dolayısıyla bilinçten yoksun, insanlarla yaşamaya bizzat insanlar tarafından alıştırmış sokak köpekleri için kullanılamaz.

∗∗∗

2005 yılında, Hayvanları Koruma Kanunu ile ilgili İçişleri Bakanlığı’ndan valiliklere bir genelde gönderilmişti. Bakan Abdülkadir Aksu, dünyanın artık toplumsal, ahlaki ve vicdani açıdan tüm hayvanların yaşamlarının güvence altına alınması yolunda önemli mesafeler kat ettiğini ve AKP hükümeti olarak kendilerinin de bu yönde çabaları olduğunu belirtmişti. Aksu, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeye atıfla, “bütün hayvanların eşit doğduğu ve eşit hakka sahip olduğu” temel ilkesi gözetilerek, sahipsiz hayvanların kontrolsüz üremesini önlemek amacıyla kısırlaştırılma yönteminin esas alınacağını söylemişti. Üzerinden 20 yıl geçti. O zaman AKP, kendini muhafazalar demokrat olarak tanımlayan, evrensel haklar bakımından yüzünün Avrupa’ya dönük olduğunu savunan bir partiydi. Bugün ise kanunda toplu itlafın önünü açacak bir değişiklik teklifiyle gündemde. Yasa gereği bu alandaki sorumluluk yerel yönetimlere aitti. Yıllarca AKP tarafında yönetilen belediyelerin gerek ilgisizlik gerek AKP hükümetinin bütçe tercihleri doğrultusunda başarısız olduğu ortada. Eğer konuya ciddiyetle eğilinseydi, Türkiye de, pek çok Avrupa ülkesinin yaptığı gibi kısırlaştırma yöntemi ve sokağa hayvan bırakanlara kesilen caydırıcı cezalarla, soruna kalıcı çözüm getirebilirdi.

∗∗∗

Hal böyleyken, sorun sanki kendi kendine ortaya çıkmış, yürürlükteki yasaya 20 yıl boyunca uyulmamasının sorumluluğu iktidarda değilmiş gibi bir hava estiriliyor. Dahası, evrensel bir hak meselesi günlük siyasetin aracı haline getiriliyor. Bunun sinyallerini iktidar medyası çalışanlarının yorumlarından okumak mümkün. Her canlının eşit yaşam hakkı var, “ama” diye şerh düşülerek, insan hayatı diğerlerinden değerlidir deniyor. Yasaya karşı çıkanlar toplumun ‘elitleri’ olarak etiketleniyor. Akılcı, vicdani, ahlaki yöntemlerle sorunun çözümünden yana olanların ‘batıcı’, ‘modern’ ve ‘emperyalizm hayranı’ olduğu iddia edilerek, aslında toplu itlafa karşı çıkarak bir yaşam tarzının, yani sekülerlik savunusunun peşinde oldukları söyleniyor. Ülkeyi 20 yıldır yöneten iktidarın beceriksizliğini gözden kaçıracağım diye, yaşam hakkı için Türkiye’de başlayabilecek yeni bir direnişten, sokakların terörize edilme riskinden bahsediliyor. Toplumu gerecek yeni fay hattı bulunmuşa benziyor.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin