iktibasPınar ÖğünçBağlantılar | Naziliğin ötesi, "ya sev ya da ötanaziyi seç" - Pınar...
yazarın tüm yazıları:

Bağlantılar | Naziliğin ötesi, “ya sev ya da ötanaziyi seç” – Pınar Öğünç

Yeniçağ podcastını dinleyin

Elbette ki hayvan katliamını yasalaştırırken “ötanazi” kelimesinin seçilmesi cehaletten değil, bir tercihten kaynaklanıyordu. Bilakis halkın “cehaletine” güvenilerek bilinmediği varsayılan, negatif çağrışımı olmayan bir işlem anıldı. Batı onayı almış, “böyle işler günümüzde normal” anlamında sıradan ve medeni bir uygulama tınısı.

*

Sıfır noktasına dönelim. Türkiye’de insanlar için ötanazi bir hak mıdır? Bu işin hukuki boyutu, etiği, felsefi arka planı tartışılmış, ölümle bağı olanları “suçtan” azade kılan bir düzenleme yapılmış mıdır? Yoksa zaten yasal değildir.

*

“Ötanazi”nin etimolojisine bakıldığında, Yunanca “iyi ölüm” çıkıyor karşımıza. Ağrılı bir ölümü iyileştirme, zaten ölmekte olanın acısını azaltma, bir nevi ölüme eşlik etme eyleminin de tarihi antik döneme uzanıyor. Bugün kişinin kendi iradesiyle ölmeyi / acısız bir yöntemle aslında öldürülmeyi tercih etmesi ise son birkaç yüzyılın meselesi. “Yaşama hakkından vazgeçme rızası” daha yakın zamanların hukuk tartışması.

*

Ötanazi şeklinde mi yazılıyor, ötenazi mi, konunun köpek katliamıyla gündeme oturduğu ilk günlerden beri kimilerinde kafa karışıklığı yaratıyor. “Öta” ile “öte”nin arasındaki küçük aralıksa dünya üzerinde Türkçe’ye mahsus bir sırrı faş ediyor sanki. “Naziliğin ötesi” gibi, “Nazilerin tahayyülünü aşan” gibi. Çağrışımlarıyla bu meselede hükümetin tercihini de niteleyen bir tabire dönüşüyor bu. İradesi olmayan ama varmış da öldürülmeyi seçmiş gibi görünen hayvanlara reva görülenden dolayı bu dili konuşanlara ceza gibi.

Ötanazi’nin kelime olarak Nazilikle ilgisi yok. “İyi ölüm” Yunanca’da oradan dahi bölünmüyor: Ö- tanazi. “Tanazi”nin ölümle bağını “Thanatos”tan kurmak lazım.

*

Naziliğin ötesi zor gibi gelir, o kadar değil. Bu ayrı konu. Yine de bugün şunu hatırlamamız gerekiyor, Nazilerin bir ötanazi programı vardı: Engelli, hasta çocukların öldürülmesi için bu kavram kullanılıyordu. AKP’nin bugün köpeklerin iradesi varmış gibi davranmasına benzer şekilde, Naziler de o çocukların iradesi varmış da ölümü seçmiş muamelesi yapıyordu.

Elbette bugün sokak hayvanlarıyla ilgili geçen yasada “ötanazi” kullanılmadı, kelime işlevini yerine getirmişti çoktan, kendi başına hukuki bir muamma olan ötanazi yasalara bu şekilde zaten giremezdi.

*

“Başı boş” köpeklere yönelen nefret, insanlığın ilk hayvan dostuna içten içe beslenen bir hıncı çağırıştırıyor bir yandan. Bu uygarlık için yola birlikte çıktık, BEN seni evcilleştirdim, şimdi beni arkamdan vuracaksın, hissediyorum. Ben seni bu uygarlığa faydan dokunsun diye evcilleştirdim.

*

İlk robot hayvanların köpek olması bu dostluğa hürmeten olabilir mi, ne kadar safça. Köpek robotlar yıllardır insanılığın kolilerini, yükünü taşıyor, insansızlaştırılmak istenen savaş mahallerinde koşturuluyor, dövüştürülüyor. Robot köpekler de “ölüyor”.

*

O zamanlar Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ydı. 1996 dünya şehirler zirvesi Habitat II öncesinde ortalıktaki “başı boş” köpekler ve kediler içlerine strikin katılmış köftelerle öldürüldü. Ortalığın temizlenmesi gerekiyordu. Strikin kasları felç ediyor, hızla omuriliğe ve motor sinirlere saldırdığında hayvanlar şiddetli acılar içinde ölüyordu.

Sokak hayvanlarından sonra sıra sokak çocuklarına geldi, evsizler kenar mahallelere, taşra kentlerine yollandı. Bunun yaşanması örneğin 2004’te Bakırköy Belediyesi’nin sokak çocuklarını toplayıp bir adaya gönderme teklifine yol açtı, devamı gelmedi ama teklif edilebildi.

*

Bunun da devamı gelecek. Enselerinde kokulu bir nefes hissedenlerin paranoyası değil, hükümetin son yıllarda iyiden iyiye şiddetlenmiş düşmanlaştırma, kutuplaştırma politikasını okuma biçimi bu. “Ülkemde mülteci istemiyorum”la aynı ruhtan geliyor “ülkemde başı boş köpek istemiyorum.” “LGBTİ’lerin ülkemde yeri yok”, “Ülkemde Kürtçe duymak istemiyorum”… Bir ülkede kimlerin, nasıl yaşayacağına dair kararın muktediri, kendini oranın sahibi hissedenlerin nefesi. İstenmeyenlerin hepsini birden, tek kararla yok edebilmenin pratiği. “Ya sev ya terk et”in ya bizim gibi ol, olmazsan sana bırakacağımız tek hak ötanazidir deme biçimi. Terk et, değil, öl demenin başka bir yolu. Böyle hissedenleri mübalağayla itham edecek vakitler çoktan geçti.

*

Bu yazı kişisel nedenlerle çarşamba sabahı yazıldı. Yasa geçtiyse de okunacağı cumartesiye kadar geçen süre, doğmaya, ölmeye, bir şeyi baştan değiştirmeye ve yaprak kıpırdamamacasına sessizliğe uygun bir zaman dilimi. Tarihin köpekler açısından tekerrürü, bu defa Marx’ın trajedi ve komedi dizisine uymadan safi trajediyle devam ediyor. Marx’ın da arası iyiydi köpeklerle, en sevdiği köpeklerinden birinin adı Whiskey, 1876’dan sonra beş yılı birlikte geçirmişler.

Not: Habitat süreci ve strikin ile ilgili bölüm Catherine Pinguet’in “İstanbul Köpekleri” adlı kitabından. Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitabın çevirmeni Saadet Özen.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
283AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin