Sağ, aşırı sağ ve faşist partiler, akımlar Avrupa’da yükselişte. Gerek Avrupa Parlamentosu gerekse de iki hafta sonra yapılan Fransa’daki seçimler aşırı sağ yükselişin geldiği boyutu somut olarak gösterdi. Kamuoyu araştırmaları Almanya’da, Hollanda’da, Danimarka’da, İtalya’da ve daha pek çok ülkede aşırı sağcı ivmenin yukarıya doğru gittiğini gösteriyor.
Evet, Avrupa’nın üzerinde kara bir heyulanın dolaştığı malum. Veriler de, sandık sonuçları da bunu gösteriyor. Dipten büyük bir dalga olarak geliyor maalesef. Öyle ki aşırı sağ dalga İtalya gibi ülkelerde neofaşist yapıları iktidara dahi taşıdı. Hollanda’da sandıktan birinci çıkardı. Pek çok yerde de aşırı sağcılar kapıya iktidar kapılarını zorluyorlar. Finlandiya’da, İsveç’te iktidarın bileşenleri oldular. Ancak hikayeyi sadece buradan okumak eksik kalır. Yaşanan yükselişe rağmen kıtanın bir bütün olarak aşırı sağın kontrolüne girdiğini söylemek zor. Somut veriler öyle olmadığını gösteriyor.
Sağ ve aşırı sağın olduğu kadar sosyal demokrat, ilerici partiler de kıta genelinde hatırı sayılır bir güçte. Aşırı sağ yükseliyor evet, ancak buna karşı sol-sosyalist hareketler de dikkat çekici bir ivme içerisinde. Almanya’dan İspanya ve Portekiz’e pek çok ülkede sosyal demokratlar iktidarda.
DİPTEN GELEN DALGA
Avrupalı egemenler, burjuvazi, büyük sermaye aşırı sağı sistem içinde entegre etmenin yollarını ararken ırkçılığa, aşırı sağa, neo faşizme karşı aşağıdan büyük bir direnç oluşuyor. Hafta sonunda Almanya Essen’de ırkçı, yabancı düşmanı AfD’nin kongresine karşı binlerce kişi sokaklara döküldü. Ülkenin dört bir tarafından gelen anti faşistler, ilericiler, göçmenler, emekçiler, sendikalar Essen’de “aşırı sağa yer yok” dediler. Bu son zamanlarda aşırı sağa karşı yapılmış olan en kitlesel gösteriydi. 9 Haziran’daki seçimden ikinci çıkan AfD, gelecek yıl yapılacak genel seçimlere de yükselen bu ivmeyle girmeye hazırlanıyor.
Benzer şekilde Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Birlik’in AP seçimlerindeki zaferinin ardından sol, sosyalist, komünist partiler “Yeni Halk Cephesi”ni kurdular. Cephe, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazizme karşı kurulan cepheden sonra bir ilkti. Sosyalistler, Yeşiller, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) ve Komünistler’den oluşan Yeni Halk Cephesi (NPF) seçimden ikinci çıkmayı başardı. Fransa’daki siyasi partiler, Marine Le Pen’in parlamento seçimlerinin ilk turunu kazanarak tarihi kazanımlar elde etmesinin ardından aşırı sağcı Ulusal Birlik hükümetine giden yolu kapatmayı amaçlayan daha büyük bir “birleşik cephe” oluşturmak için harekete geçti.
SOL İTTİFAK’IN BAŞARISI
Yine İskandinav ülkesi Finlandiya’da sol-sosyalist birliktelik, AP seçimlerinde büyük bir zafer getirdi. Avrupa genelinin aksine Fin solcuları “sağa karşı” bir araya gelmenin meyvelerini topladı, seçimden birinci çıkmayı başardı.
20 Haziran’da BirGün’de yayımlanan haberde Finlandiya’da Avrupa Parlamentosu seçiminin asıl galibi olan Sol İttifak’ın lideri Li Andersson, zaferi getiren temel unsurun savaş karşıtlığındaki kararlı tutumlarının olduğuna vurgu yapıyordu. Andersson, aşırı sağa karşı koymak için umut yaratan sol yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu söylüyordu. Hükümet ortağı olan aşırı sağcı Fin Partisi yerine, Sosyalist Sol İttifak oyların yüzde 17,3’ünü almayı başarmıştı.
Finlandiya’nın yanında Danimarka ve İsveç’teki ilerici, kırmızı-yeşil partiler de iyi sonuçlar elde etti. Çevre ve iklim politikaları, işçi hakları, refah hizmetlerine yatırım, gelir dağılımının eşitliği, savaş karşıtlığı gibi politikalar başarıyı getiren etmenlerdi.
BÜYÜK SERMAYENİN TERCİHİ
Fransız egemenleri bir süredir Le Pen’in sistem içerisinde entegre edilmesinin yollarını arıyordu. Ulusal Birlik’in iktidara gelmesi veya ortağı olmasından rahatsızlık duyulmayacağına dair işaretler her fırsatta veriliyordu. Le Pen ile barışmak için kolları çoktan sıvadılar.
Bunun için karşılarında Meloni örneği var. Neofaşist fikirlerini gizlemeyen, Mussolini hayranı Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi son seçimde iktidara geldi ve sermayenin sözcülüğünü pekâlâ diğer merkez sağ partilerden daha iyi yapabileceğini gösterdi.
Meloni gerek uyguladığı neoliberal sermaye yanlısı politikalarla gerekse de sosyal devleti hedef alan politikalarıyla İtalyan burjuvazisinin yeni “prensesi” konumunda. Fransız sermayesi için de Le Pen kullanışlı bir siyasi figür olabilir pekala. Krizdeki Fransa’nın katı neo liberal politikalar uygulayacak, sosyal devleti budayacak, savaş yanlısı bir lidere gereksinimleri var. Yıpranmış Macron yerine taze bir Le Pen tercih sebebi. Le Pen’in başbakanı Bardella’nın sermayeye yönelik teskin edici sözleri çıkarların örtüştüğünü gösteriyor.
Aşırı sağcılar ve destekçileri anında Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) partisinin lideri, Jean-Luc Mélenchon’u hedef almaya başladı. Irkçı Bardella, ismen andığı tek rakibi olan -Melenchon hakkında şunları söyleyecekti: “Bay Mélenchon ve arkadaşları ulusumuzu varoluşsal bir tehlikeye atıyor.” Le Pen’in partisinin “başarısı” sadece Fransa’yı değil kıta genelindeki aşırı sağa da cesaret verdi. Aşırı sağcı AfD Eş Başkanı Alice Weidel, Ulusal Birlik Partisi’nin ilk turunda elde ettiği zaferin örnek alınması gereken bir başarı olduğunu söyledi.
CEHENNEMİN KAPILARI
Liberalinden merkez sağcısına, solcusundan sosyal demokratına Fransızlar şimdi “aşırı sağ”a karşı olabilecek en geniş cepheyi örmeye çalışıyor. İkinci tura kalınan tüm seçim bölgelerinde “RN’ye karşı baraj oluşturma” çağrıları yükseliyor. Melenchon da, ‘‘Ulusal Birlik Partisi’nin seçim kazanmasına hiçbir yerde izin vermeyeceğiz’’ dedi. İkinci turda cumhuriyetçi ve demokrat adaylar etrafında birleşme çağrıları yanıt bulacak gibi. Ancak bu çağrılar Le Pen’in partisinin yükselişini durdurmaya yetmeyebilir. Daha dipten bir mücadelenin, örgütlülüğün verilmesi elzem.
HİÇBİR SES EKSİK OLMAMALI
Fransız sağının önde gelen gazetelerinden Le Figaro’nun manşetinde vurguladığı üzere ‘‘Fransız trajedisi’’ pek çok dersi içinde barındırıyor. Humanite’den Aurélien Soucheyre “Aşırı sağla karşı karşıyayız, hiçbir ses eksik olmamalı” diyerek ülkedeki ikinci güç olan Yeni Halk Cephesi’nin bir siper görevi görme çabalarını iki katına çıkarması gerektiğini vurguluyor.
Umut Deniz Aydın’ın çevirisini yaptığı röportajda Finli sosyalist Andersson şöyle diyordu: “Aşırı sağ, geleceğe dair umutsuzluktan beslenir. Politik atmosferi öyle bir yöne sürüklerler ki, birçok insan artık siyasete girmek istemez. Aşırı sağa karşı koymak için umut yaratan bir politikaya ihtiyaç var. İnsanlara bu yarışı kaybetmediğimizi, durumu değiştirme olasılığının olduğunu göstermeliyiz” diyordu.
Evet, umut her zamanki gibi halkta. Umudu kaybetmemek, mücadeleyi her koşulda büyütmek gerek.