15 KASIM 1983, ADANIN OBJEKTİF KOŞULLARI
Bir gün öncesine kadar ayrı devlet ilanına karşı çıkan TKP ve CTP’li vekillerin tümünün, “Denktaş’ın bir gece önceki siyasi tehdidinden korkup da ertesi gün gidip mecliste oybirliğiyle KKTC’ni onayladıkları” yaklaşımı kanımca oldukça sığ bir yaklaşım olacaktır. Her ne kadar bir makaleye sığması zor olsa da yine de Kasım 1983’ün Türkiye’siyle Kıbrıs’ın kuzeyindeki somut siyasi ve psikolojik koşullara da bakmak gerekiyor. Hatta zorlayıp biraz da empati yapınca, Denktaş cephesine iltihak eden vekiller hariç diğer TKP’li vekillere de çok değil ama bir miktar haksızlık edilmiş olabileceğini düşünmeden edemiyorum. Ayrı devlet ilanına CTP ve TKP’nin ortak ‘hayır’ının 24 saat dolmadan ‘evet’e dönüşmesinde ‘korku’ faktörünün önemli rol oynadığını dikkatli okur fark etmiştir sanırım. Ama unutmamak gerekir ki korku da bir insanlık halidir. Ve ırkçı-milliyetçi-popülist düşünceleri toplum içerisinde zirvede seyrettiği ve bir askeri diktatörlükle desteklendiği bir anda, meclisteki vekilleri arasından sol cenahtan dahi olsa ‘cesur ve kahramanca’ düşüncelerini ifade etme olasılığı, siyasi koşulların daha ‘normal’ seyrettiği dönemlerden çok daha düşük bir olasılıktır.
O yıllara geri dönecek olursa özetle şöyle bir siyasi atmosfer çıkar karşımıza.
Adamızın kuzeyinde kritik siyasi kararlarda son sözü söylemekte beis görmeyen askeriyenin eli 12 Eylül 1980’den beridir darbe ile meclisi ilga ederek yönetimi ele geçirmiş Evren cuntası yaşamın hemen her alanına yasakları-askeri sıkıyönetim mahkemeleri-hapishaneleri-işkence tezgahları ve idam sehpalarıyla çökmüştür. Türkiye’de siyasal partiler kapatılır lider ve yöneticileri gözaltına alınırken, özellikle sol olan dernek ve sendikaların kapısına kilit vurulurken binlerce yönetici ve üye sorgusuz sualsiz gözaltına alınmıştır. Pek çoğu sol düşünceden öğrenci ve emekçilerin kimi işkence tezgahlarında dayanamayıp ölmüş ya da sakat kalmış, 18 Yaşında Erdal Eren’in de aralarında bulunduğu pek çok solcu genç askeri sıkıyönetim mahkemelerince idam edilmiştir. Kışın ortasında sabaha karşı arama bahanesiyle batıda evler-üniversiteler-öğrenci yurtları basılır don gömlek pijama sokağa yığılırken (Kıbrıslı 78 kuşağı öğrenciler de buna dahildi-hp) doğu kırsalında Kürt vatandaşlarına insan dışkısı yediren Türk subaylarının gerekçesi, kendilerinin Türk ve ‘vatansever’, b.k yedirdiklerinin de ‘potansiyel ‘vatanhaini’ Kürtler’ olduğu yönündedir.
Bu arada belirtmiş olayım ki o günlerde 12 Eylül 1980’in hemen öncesinde siyasi cinayete kurban giden Kıbrıslı Türk devrimci öğrencilerin acıları tazedir.
Ancak siyasi körlükle malul olanlar Denktaş bey’in tehdidinin arka planında, Türkiye’deki askeri diktatör Evren ve generalleriyle onun emri altındaki Lefkoşa TC Elçisi ve Kolordu’nun desteğini görmezler ya da görmezden gelirler. İşte Meclisteki solumuzun bir gecede bu ani dönüşünün anlaşılması için o günün bu siyasi korku atmosferini iyice bilmek, anlamak hatta yaşamak gerekiyor ki; KKTC ilanına karşı çıkacak bir vekili, Türk milliyetçiliğiyle provoke edilmiş kalabalıkların toplu bir linç girişimiyle karşılaşabileceğini düşündüren koşullardan bahsediyorum. Bunun meclis solumuzdaki karşılığı hiç şüphesiz korku olmuştur. ‘Aslında 1983’ün 15 Kasımında KKTC’nin ilanında oybirliğinin CTP ve TKP’ne dayatılması, ‘genç demokrasimizin ve adayarımızda meclis solunun muhalefet sınırlarının’ da çizilmesi anlamına geliyordu’ deyip noktayı koyayım.
KKTC’NİN İLANINDAKİ OYBİRLİĞİYLE, MİLLİYETÇİLİK YÜKSELİRKEN, SOL DÜŞÜŞE GEÇİYOR
Bir gün öncesine kadar ‘hayır’ dedikleri ayrı devlet ilanına, bir gün sonra kendilerini meclise gönderen seçmene ve parti üyelerine dahi bir açıklamada bulunmadan ‘evet’ demek zorunda kalan CTP ve TKP’li vekiller için, bunun siyasi bir yenilgi olduğu kadar siyasi utanç demek olduğu da Akıncı’nın kitabının satır aralarına sinmiş gibi.
Öte yandan Akıncı ve TKP’nin yedinci kurultayında ona destek veren Ziya Rızkı’nın: ‘Biz bunun hafifini getirdik size istemediniz. Sonra bir gecede hep beraber imzayı attınız’ demesi, onu ve Akıncı’yı KKTC’nin devlet ilanında meclis solunun tavrından ayırmıyor ama. Nitekim Ziya Rızkı’nın ‘hafifi’, haddini bilip muhalefet olarak Denktaş’ın dayatmasını beklemeden kendi otosansürünü kendisinin koymasını önermekten başka bir şey değildi. ‘Karşı tarafın silah çekmesine fırsat vermeden elleri havaya kaldırmak gibi mi?’ diye yazsam…
Sonuç olarak TKP ve CTP milletvekilleri Kıbrıslı Türk seçmenlerin nezdinde 12 Eylül askeri rejiminin arkaladığı Denktaş, UBP ve Dr. Küçük’ün anakronik Türk milliyetçisi salvoları karşısında ‘çaresiz-ezik-yenik-korkak’ duruma düşürüldü. KKTC’nin ilanı, Denktaş’ı, bu kritik kararda aba altından salladığı 12 Eylül sopasıyla muhalefetin yalnızca söylemlerine değil eylemlerine de ayar veren kişi olarak öne çıkardı. Adada ‘iki ayrı devlet’ fikri Türk Milliyetçiliğiyle birlikte yükselişe geçerken, çözüm ve barış yanlısı güçler, yaşanan süreçten büyük yara aldı.
KIBRIS TÜRK SOLUNUN KORKU VE MİLLİYETÇİLİKLE İMTİHANI
Ama yine de: ‘Biz KKTC’nin ayrı devlet olarak ilanına karşıyız ve meclisin tutumunu da onaylamıyoruz. Çünkü bu yapılan Denktaş’ın bir daha seçilmesi uğruna, muhalefeti 12 Eylül sopasıyla korkutup adada çözüme ve barışa giren çabaları dinamitlemektir’ mealinde toplu bir açıklama yapılabilirdi diye de düşünmeden edemiyor insan. Nitekim böyle düşünen o kadar çok TKP’li, CTP’li yönetici, demokrat taraftar ve de 68-78 kuşağının da içerisinde yer aldığı radikal soldan genç ve orta yaşlı Marksist bir kuşak vardı ki!.
KKTC’nin ilanından bir gün sonra TKP’de yaşanan tartışmalara bakınca, Akıncı’nın kitabında aktardığı Erbil Refik, Mehmet Akal, Hayati Yaşamsal ve Kemal Aktunç’un söylemleri umutlanmamız için birer gerekçedir. Halk Der ve 78 kuşağı soluna ise TKP’de eleştiri yapmanın dışında kısıtlı alanda dağıtabilecekleri illegal bildirilerden başka bir alan bırakılmamıştı. CTP ise o yıllarda hala ‘Sovyet sekterliği’ ve ‘kol kırılır yen içerisinde kalır’ düşüncesinden mütevellit otoriterlikle parti içerisindeki tartışmaları kamuoyuyla açık bir biçimde paylaşamamıştı. Bir oy farkla (gerçi CTP vekillerinin ayrı devlet ilanına evet’inin baştan kararlaştırdığı fikri hakimdi-hp) olduğuna göre mutlaka onlarda da TKP’de olduğu gibi ‘evet oyu’ verilmesine, en azından bu dayatmaya karşı çıkanlar olmuştur. CTP’de o gece yaşanan tartışmaların üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, yazıya- kitaba dökülmemesini, biraz da hala içinden atamadığı ‘Sovyetik sekterlikle’ malul yapısından kurtulamamaya bağlıyorum.
OKUYUN BU KİTABI…
Sonuç olarak Akıncı’yı, 20’nci yüzyılın son çeyreğindeki siyasi olayları yazıya dökmesi ve 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinden geriye gidip, resmi olmayan siyasi tarihimize kaynak olacak kadar değerli bilgiler içeren kitabından ve katılırız ya da katılmayız siyasi yorumlarından dolayı takdir etmek gerekiyor.
Az okuyan çok konuşan bir toplumuz. Bu nedenle önerim:
Okuyun bu kitabı. Siyasi dağarcığınıza bilmediğiniz pek çok şey katacak, yakın tarihimizdeki pek çok olayı yeniden ve belki de farklı açılardan görüp düşünmeye başlayacaksınız.