Küçük kayık tabakların tekine bir paket çubuk kraker açılıyor mesela, bir kaseye ağız alışkanlığıyla cips denen, ambalajının yarısı insana yabancı bir dilde “içindekiler” ile kaplı bir tür çerez dökülüyor. Bir paket kremalı ile bir de kakaolu bisküvi ortaya tabağa diziliyor, çiçek şeklinde. Vakit varsa, sevilen de bir misafirse, bir beyaz, bir kakaolu sıralanıyor hatta.
Böyle bir sofra kurmamış, böyle bir masada ağırlanmamış, bu sahnenin “içindekiler”i üzerine hiç düşünmemiş biri için tamamen market abur cuburuyla misafir ağırlamak yahut hane halkı birlikte böyle bir öğün yemek, kolaya kaçmak gibi görünür. Zevksiz ve vasat hatta. Nedeni sarihtir, bu paketlerin toplamı en süssüz kekle, en sıradan tuzlu kurabiyeyi evde yapmaktan daha ucuza gelebilir. Bunları pastaneden satın alma seçeneği bazılarını sadece güldürür; sinirden.
Misafiri geçelim, krakerler ve bisküviler ve tuhaf renkli içecekler ve aşina olduğumuz meyvelerin esans olarak damlatıldığı gofretler, her nevi gıdadan daha ucuz kaldığı için çok kişi için öğün demek. Okul kantinlerine harçlık yetiştiremeyen çocuklar, ama en çok da gençler. Fakirleştikçe zenginleşen emülgatör öğünleri.
*
Pandemi döneminin müşterek hafızaya eklediği görüntülerden biri de baskın şeklinde açıklanan bir sokağa çıkma yasağı öncesi, elinde bir büyük paket Luppo’yla markette kuyrukta bekleyen o gençten adamdı. Yaratılan bu suni kriz değil, insanların içinde uyuyan kaygı ya da bu kaygıyı besleyerek büyüyen tüketim toplumu değil, öyle bir anda abur cubur satın alan kişi aşağılanmıştı.
*
Kitabın ismi nokta atışı: Ekmek Yoksa Abur Cubur Yesinler. Siyaset bilimi profesörü Robert Albritton, kapitalizmin açlığı ve obeziteyi nasıl yarattığı üzerine eğiliyor. İkisinin aynı anda yükselişi çelişki gibi görünebilir. Bilakis birbirine bağlı ve tutarlı.
İklim krizine, tercih edilmiş neoliberal politikalarla tarım ve hayvancılığın baltalanmasına, toprağın “yoksullaşmasına” rağmen tüm dünya nüfusunu yeterli miktarda, üstelik doğaya zarar vermeden besleyecek kaynağa sahibiz aslında. Görünür manzarada insanlığın en az yarısı sağlıksız beslenmeye mecbur bırakılıyor; onların da yarısı yetersiz besleniyor, diğer yarısı ise dengesiz ve aşırı beslenmenin sonuçlarından muzdarip. Aşırı beslenme, işlenmiş şeker, muhtelif yağ, tehlikeli oranda tuz, tatlandırıcı ve milyon koruyucu nedeniyle yüksek kalori ama eksik gıda demek. “Boş kalori” deniyor buna. Yeni nesil meyve ve sebzeler bile eskilerine oranla daha tatlı artık; bebek mamalarında dahi işlenmiş şeker kullanılabiliyor. ABD’de kapitalizmin tarihi boyunca ilk kez ortalama yaşam beklentisinin düşeceği öngörülüyor.
Sağlıklı varsayılan meyve ve sebzeler deseniz, zirai ilaç kalıntılarının getirdiği riskler dışında mikro besin öğeleri açısından artık daha fakirler. Domateslerin ah o eski kokusu değil, birçok sebze ve meyvede o eski demir, çinko, kalsiyum, selenyum yok.
*
Albritton açlık, aşırı yeme ve mikro¬ besin öğelerinin yetersizliğinin depresyondan kansere yeryüzündeki hastalıkların yarısından fazlasının kökeninde yattığını söylüyor. Bir köşede kıtlık ve açlık, diğerinde fiyatları yüksek tutmak için satılmayanın imha edildiği küresel bir gıda sistemi. Şu net: ABD’de obezite oranları yoksullar arasında daha yüksek. Kitap ABD odaklı araştırmalara yer verdiği için yoksulluğun etnikleşmesiyle bu oranın büyük kısmını siyahların ve Latin Amerika kökenlilerin teşkil ettiğini eklemek lazım.
Ucuz ve kolay ulaşılabilir olduğu için “yarı bağımlılık yapıcı nitelikteki” abur cubur dünyanın yoksullaşan halklarının temel gıdası neredeyse. Bu ürünlerin muhteviyatları dolayısıyla yarattığı fizyolojik bir bağımlılık ama dünya üzerinde milyarlarca insan maddi gerekçelerle de böyle beslenmeye bağımlı kılınmış durumda.
*
Türkiye tarihinin en şiddetli ekonomik krizlerinden birini yaşıyor; milyonlar için en temel gıda maddelerine erişim dahi ya olanaksız ya kritik hesap kitaplar gerektiriyor. Tüm dünyada gıda fiyatlarının yükselişte olması bunu açıklamaya kâfi değil.
Gıda krizinin küresel ölçekte büyüyeceğine inanmak için daha teşekküllü bir araştırmaya, daha incelikli bir istatistiğe lüzum yok, öyle zamanlardayız. İklim krizinin etkilerine gelene kadar büyük ölçüde petrole dayanan, kamu değil piyasalar gözetilerek sübvanse edilen, mali spekülasyonlarla fiyatlanan bir sistemin akıbeti bu. “Süt yeni petroldür” diyen para piyasalarından bir ismi alıntılıyor Robert Albritton. Daha sene 2008.
*
Tercih edilen hesaplama yöntemleri nedeniyle gerçek hayatla arasına pek sık mesafe giren TÜİK’in verileri dahi 2023’te tüketim amaçlı harcamaların ilk sırasında barınmanın yer aldığını gösteriyor. İkinci sırada ulaşım var ve gıda ancak üçüncü sırada. Gıdanın birlikte hesaplandığı “alkolsüz içecek” kalemi de önemli. Birçoğu şeker bombardımanı olan, abur cuburun gazlı sıvı hali bunlar da.
*
Kapitalizm her daim sağlıklı, yeterli beslenmeyi gelir seviyesiyle paralel kıldı, bu yeni değil. Bazen beslenmeyi değil anlık iyileşmeyi yeğleyebilir insan, abur cuburu da seçebilir; sadece bunda ölümcül bir yan olmamalıydı.
Bir tuzak gibi, hayatına “Ambalajlı hiçbir şey yemiyorum”lar sığmayanlar için bir ceza.
Not: Robert Albritton’un Ekmek Yoksa Abur Cubur Yesinler isimli kitabı Ramazan Güngör’ün çevirisiyle Otonom Yayınları’ndan çıktı.