“Yerel halk” değil, “yerli yatırımcı” demek istemiş Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; yani her şey yolunda, sadece yerel halkı/yerli yatırımcıyı enflasyonun düşeceğine ikna etmemiz lazım. ABD’de dünyanın en büyük para kuruluşlarıyla ve yatırımcılarla yaptığı toplantıda kendi yatırımcısını iknada zorlanan bir bakan görüntüsünü mü tercih etmiş?
“Yerel halk”ın kolonyalist yankısı bir yana, halk ya da diyelim yatırımcılar neden “ikna edilmek” zorunda?
*
Geçmiş yüksek enflasyon tecrübelerinde sık başvurulan “enflasyon canavarı” tabiri artık pek rağbet görmüyor. Akılcılıktan uzaklaşarak soyut bir bela figürü, bir “öcü” yaratmanın çaptan düşüşü, Türkiye toplumunun bir çocukluk hastalığından biraz kalıcı arazla iyileşmekte olduğuna işaret edebilirdi. Ancak “faiz lobisi”yle, marketlerin artan fiyatların tek sorumlusu gösterilmesiyle, enflasyonun tüm dünyanın muzdarip olduğu bir doğal afet gibi sunulmasıyla, yaşananı ekonomi tercihlerinden, siyasi sorumluluktan kurtaran iktidar dili hâlâ diri ve karşılığı da yok olmuş değil.
Yüksek enflasyon, sadece kötü bir ekonomi yönetiminin sonucu değil, hasta bir sistemin hastalık yayan açık bir yarası gibi. Neoliberal kapitalist düzenin dezavantajlı kıldıklarını aynı oranda yoksullaştırmasının, alım gücünün düşmesinden kaynaklanan sonuçları yanı sıra kalıcı etkileri olan bir ekonomik şiddet türü. Hayatı, geçmişi, geleceği ve bugünü algılayışı değiştiren bir saldırı; bundan rant sağlayan azınlığın dışındaki “yerlilere” karşı bir savaş.
*
Walter Benjamin, “Tek Yönlü Yol” başlıklı denemeleri arasında yer alan “Alman enflasyonunda bir gezinti”de, Almanya’nın 1920’lerdeki hiper-enflasyon tecrübesine bakıyor. Burjuvazinin istikrarsızlık olarak tarif ettiği bu süreci bilakis çöküşte istikrar olarak ele alışında, onun tarihi bir enkaz olarak gören haklı karanlığını sezmek mümkün. Ama Benjamin yıkıntıyı okumakta da aydınlık bulur.
Kaybın ve yoksullaşmanın kalıcılaştığı enflasyon günlerinde insanların hiç olmadığı kadar kitle içgüdülerinin etkisinde kaldığını ama bu içgüdülerin bulanıklaştığını, hayatın yabancılaştığını yazıyor Benjamin. Tehlikeler karşısında kör bir kitle; öngörü sıfır. Burjuvazi iyice eblehleşmiş.
“Paranın tahripkarlığı” her tür ilişkiye set çeken bir barikat haline gelmiş. Sükunet ve sağlık kayıp. “Çıplak yoksulluk”tan konuşuluyor durmadan, yüz binler aynı kaderi paylaştığında daha gizlenemez, daha “lekeli” hale geliyor yoksulluk. “Söyleşme özgürlüğü” yitiriliyor çünkü sadece hayat gailesinden, fahiş fiyatlardan konuşuluyor artık. Üstelik bu dert dökümü, dayanışma içeren bir yere bağlanmıyor, herkes durduğu yerde yalıtılıyor.
Kendisinin de derinden etkilendiği bu dönem için, her gün kullanılan nesneler bizi itiyor, eşya sıcaklığını yitiriyor diyor Benjamin. Avrupa özgürlüğünün Ortaçağ’da bile var olan temel simgelerinden seyahat özgürlüğü yok oluyor. Sahicilik yerini muğlaklığa bırakıyor.
Benjamin’in “Deneyim ve yoksulluk” başka bir denemesinde açıkça “ekonomik savaş” tabiri de geçiyor.
*
Bugün piyasalaşan akademi, medya ya da ruh sağlığı alanı yüksek enflasyonu öncelikle suç oranlarına etkisiyle irdelemeyi tercih edebilir. Diğer yandan ekonomik kaygının daimileşmesi kişinin varlığını, özgüvenini sarsabilen, bu yüzden çoklu sonuçları olduğu söylenen akut bir hal. Hızla artan fiyatlar sadece değer algısının zedelenmesine yol açmıyor, kişiye kendi hayatında söz hakkı olmayışını, iradesini sıfırlayan düzenin değişmezliğini hatırlatıyor. Bir önceki günün daha az kötü olduğu, beterin beteri üzerine kurulu bir hayattan ötesi yok fikri kemikleşiyor.
Bu gidişattan en fazla gençlerin etkilendiğini ortaya koyan çok sayıdaki araştırma şaşırtıcı değil. Hayatla yeni tanışan ergenler ya da erken gençliğini yaşayanlar, sınanmamış umutla ve zedelenmemiş yaşama coşkusuyla koşarken önlerine örülen duvara çarpıyorlar. Hayatın bundan ibaret olmadığına ikna edilmeleri gerekiyor.
*
Almanya’da Nazilerin iktidara gelişini 1914’ten 1933’e adım adım gündelik hayat izlenimleriyle anlatan Sebastian Haffner, yüksek enflasyonun başka bir etkisinden, enflasyonist bir karakter kazanan aşktan, şehvetten, neşeden bahsediyor. Değerini birkaç saat koruyabilen para, yeni genç sahipleri tarafından başka tür bir acelecilikle harcanıyor o günlerde. Birden barlar, gece kulüpleri türüyor; sefaletin içinde bir karnaval havası yaşandığını yazıyor.
*
Walter Benjamin, enflasyon zamanlarında “genel yeniliklik”, “kişisel varoluşun iktidarsızlığı” hakim oldukça, bu seyre direncin daha ağır işçilik gerektirdiğini söylüyor.
Etrafa bakınca, sığınılan bir yerin nostalji mağarası olduğu göze çarpıyor. En başta özlem kaynaklı bir patolojiden adını alan nostalji, iki yıldır kullanılmayan bir çantanın, sık giyilmeyen bir pantolonun cebinden eski bir satış fişi çıkarıyor mesela. O zamanlar her şey daha güzeldi gibi geliyor. Bugünü yaratan üretim, dağıtım ve bölüşüm mekanizması görünmezleşiyor. Misal 2019’a dönmekle varacağımız kolaylık, bunun yerine nasıl bir hayat isterdik diye düşünmeye engel oluyor.
Not:
Benjamin’in enflasyon üzerine yazısının “Son Bakışta Aşk” içindeki İskender Savaşır çevirisini (Metis Yayınları) esas aldım. Haffner’in anıları “Bir Alman’ın Hikâyesi” adıyla, Hulki Demirel çevirisiyle İletişim Yayınları’ndan.