Hamasa Arapça “coşma, aşırı heyecan gösterme” anlamına geliyor. Hamas adı, kuşkusuz bu kök anlamla ilgisi nedeniyle de seçilmiş ama aslında bir kısaltma. Tam açılımı, ‘İslami Mukavemet Hareketi’.
Erdoğan, seçim yenilgisinin ardından attığı ilk AKP grup toplantısı nutkunda “Kuvayi Milliye neyse Hamas odur” ifadesini kullanırken elbette bir Kemalist kontratak bekliyordu. İlk kurşunu beklendiği üzere Yılmaz Özdil atmış görünüyor; ama daha makul hatta agnostik Kemalistler olarak adlandırılabilecek Fatih Altaylı hatta Murat Yetkin gibi şahsiyetlerin bile itirazına maruz kalacağı muhtemelen aklına gelmemişti.
Kuvayi Milliye, geçen yüzyılın ilk çeyreği içinde Anadolu ve Rumeli’de ortaya çıkmış bir fenomen. Arkasında, Trakya, Anadolu ve Kürdistan bölgelerinde İttihatçı unsurların çabalarıyla oluşmuş Müdafa-i Hukuk cemiyetleri var. Hepsinin ortak ekonomik amacı, Taner Akçam’ın saptamasına göre otoriteler tarafından el konularak Müslüman eşrafa transfer edilmiş Ermeni ve diğer gayrımüslim mülk sahiplerinin geri dönüş ihtimaline karşı mukavemetti. Bu mülkiyet transferinin ayrıntılı dökümü şu kaynakta görülebilir: Üngör, Uğur Ümit; Polatel, Mehmet (2011). Confiscation and Destruction: The Young Turk Seizure of Armenian Property. Continuum. ISBN 978-1-4411-3578-0. Bir başka akademik araştırmanın bulgularına göre, “El konulan mülklerin satışından elde edilen gelirler 1923 sonrası cumhuriyetin sanayi ve ekonomisinin temelini oluşturdu.” Araştırmacılar, şunu da ekliyorlar: “Ermeni varlıklarına el konulması yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etti ve 2006’da Milli Güvenlik Kurulu 1915’e ait mülk kayıtlarının ulusal güvenliğin korunması amacıyla kapalı tutulması gerektiğine karar verdi.” (Bozarslan, Hamit; Duclert, Vincent; Kévorkian, Raymond H. (2015). Comprendre le génocide des arméniens – 1915 à nos jours. Tallandier. ISBN 979-10-210-0681-2)
Bu ekonomi politik ve hukuki hamleler manzumesi, Akçam’ı şu sonuca varmaya sevkediyor: “Türkiye Cumhuriyeti ve hukuk sistemi Ermenilerin kültürel, sosyal ve ekonomik zenginliklerine el konulması üzerine inşa edilmiştir.”
Ama yanlış anlaşılmasın; Kuvayi Milliye, teşkilat olarak Ermeni kırımının faili değildi. Zaten Müdafai Hukuk cemiyetlerinin kuruluşu da tehcirden en az üç yıl sonrasıdır (1918-9). Öte yandan, cemiyetlerin önderliğinin İttihatçı kadrolardan üyelerinin de kırımdan nemalanmış eşraftan oluşuyor olması bir organik bağlantıya işaret eder. Bu ekonomi politik zemin üzerinde milli mücadele siyaseti oluştu: Kongreler, Ankara’da birinci meclis ve ardından 1921 teşkilatı esasiye kanunu. Bu siyasal oluşumu mümkün kılansa, İslamcı -Turancı ideolojik kaynaşmaydı. Türk milliyetçiliği bu ideolojik amalgam içinde şekillendi. Günümüzde, birinci meclis ve özellikle de 1921 anayasası yeniden keşfedilme ve toplumsal/siyasal açmazların merhemi olarak sunulma eğiliminde.
Anayasa tartışmasını paranteze alarak milli mücadele-Hamas analojisi konusuna bakalım. Hamas, ideolojik olarak benzeşiyor. Onlar da Filistin toprakları üzerinde Yahudi varlığını yok etme amacına sahip. Soykırımcı zihniyet, Hamas’ın 1988 tarihli kuruluş Manifestosu’nun 6. Madde’sinde açıkça görülebilir.
Ama Hamas sonuç itibarıyla bir soykırım değil ulusal kurtuluş mücadelesi bileşeni. İsrail devleti, Filistin halkının egemenlik ve kendi kaderini tayin haklarını inkâr ettiği için bu mücadele var. Eğer Kuvayı Milliye hakkındaki resmi söylemi temel alırsak bu anlamda büyük benzerlik görülecektir. Ayrıca, Kuvayi Milliye devrinde Anadolu, Kürdistan ve Trakya eşrafı arasında egemen olan ruh hali, günümüzün İhvan ideolojisiyle benzeşmektedir; aralarında tarihsel devamlılık ilişkisi de vardır. Ama resmi söylemde hiç zikredilmeyen ekonomik, siyasi ve ideolojik saiklere bakıldığında Filistinliler açısından benzerliğin sınırları da görülür. Onlar Yahudileri katlederek mülklerine el koymadılar; 1948’den günümüze Filistin tarihi ışığında bunun tersi bir durumla karşı karşıya oldukları söylenebilir. Hatta İsrail’in egemen partisi Likud’un programında gerçek ‘Kuvayi Milliye ruhu’na daha uygun ifadeler bulunacaktır.
Erdoğan’ın Hamas – Kuvayi Milliye özdeşleştirmesi üzerinde ısrarcı olma nedenleri anlaşılmaz değildir. Kemalistler günümüzün İslamcılarını yüz yıl önceki birinci meclisin İkinci Grup şahsiyetlerine benzeterek algılarlar. İkinci Grup, asker sivil bürokratik unsurlardan farklı olarak dindar eşraf temsilcilerden oluşmaktaydı.
Günümüzün İslamcı kimliği, bu ikinci grubun Kemalistler tarafından tasfiyesini kendi kurucu travması olarak bellemiştir. Filistin mücadelesinde de seküler FKÖ bileşenlerinin tarihsel egemenliği söz konusudur. Hamas, bir nevi İkinci Grup misali anti-laikçi dindar kimliği temsil etmektedir.
Aslında tartışma bir bütün olarak Türkiye siyasi çevrelerinde tarihe dönüşe istisnai bir değer verilmeye başlandığını gösteriyor. Bu, sevindirici bir gelişmedir. Ama bu ilgi, resmi tarih dışı tarih kaynaklarına ulaşımın yasak olduğu bir ülkede gerçekleştiğinde ilk düğmenin hangi noktada yanlış iliklendiğini saptamak hiç de kolay olmayacaktır. Hele ki bu tarih ilgisi çağrısı İslamcı siyasetten geliyorsa orada yeniden bir yanlış ilikleme riski oldukça yükselecektir. Bir halkı imha ederek başlayan şanlı millet tarihi, bir başka halkı imha etme arzusu ve pratiğiyle ikinci yüzyılına girmiş bulunuyor.
Bu hafta Türkiye’de Millet Meclisi’nin kuruluşunun 104’üncü yılı kutlanacak.
Ne Kemalistler ne de İhvancı iktidar, Osmanlı meclisinin aksine o meclisin yalnızca beton-Müslüman mebuslardan kurulu olduğu gerçeğini problematize etmeyi aklına getirmeyecek. Oysa o “neşe doluyor insan” gününün hemen ertesinde, dünyanın bütün vicdan sahibi yurttaşları, bir kez daha 20. Yüzyıl’ın ilk soykırımını hatırlayarak katledilen Ermeni ve Süryani halklarının yasını tutacaklar.