Geride braktığımakta olduğumuz haftada Kosova ile alakalı Avrupa konseği hazırlanan rapor açıklandı. Normal bakışla yaklaşacak olursak, bizde en azından konuşulmalıydı. Gelişme üzerine birkaç söz edilmelliydi. İkidebir AB veya uluslararası koşullar denilirken, ister istemez bazı tutumları da yorumlamak gerekir. Adeta ilgisizlik ve teslimiyetin fon havası yeniden çalındı. Kosova raporu ise resmi eksenin atıp tutmasıyla da alakasızdır. Ne geçmişten gelen birikim nede olayın kendisiyle alakalı olmayınca, yalanla yine probaganda algısıyla cihaletin hamasi okuyuşu da oldu. Belirli kesimler atıp tutu. Sarayın ne dediği anlaşılmazken, küfretme dışında laf bulamayan koltukçular da sevinç havalı zehirleme dilerini kulandılar. Ama acı daha da geniş: konuyla alakalı ne gerçek rapor nede bilgilenme adına yayın doğrudürüs yapılmadı. Hele şu basit olgu dahi söylenmedi: raporu hazırlayan komisyonun başkanı da Yunandı…
Kosova raporu sonrası da yeniden şunu gösterdi: insanlar bir konuyu bilmiyorsa, ama tam aksi bu olayı bildiği inancıyla davranışla hareket ederse, ozaman kolayca kandırılır ve ikna edilemez noktasında olurlar. Yanıltma algısı kolayca yerleşir. Bilmeyip de bilenlerin cihaletden daha kötü olma durumu da nent. Bunun üstüne kocaman yalanlarla açıklama yapılıp tekrarlanınca, resmi idoloji hale sokulunca da toplumsal öğretide yalanın kıymeti kültürleşir. Ne yazık Kıbrısta bunlar göstere göstere yerleşti. Kosova konusu da bunlardan birisidir. Yeri geldiğinde benzerlik, yeri geldiğinde Müslümanlık ve ihtiyaç halinde hamasi havanın aşı haline sokuldu.
Ne geçmişten gelen birikim, nede günümüz koşulları hiç gözetilmez. Ben kendimce bu konularda epey birikimli olduğumu söylesem, övgüm olmayacak derecede gerçektir. Nitekim Doksansekiz yılında gerek Avrupa gerek se Yeni Çağda konuyla alakalı makaleleri de yazdım. Özellikle yaklaşmakta olan Kıbrıs sorunu hamleleri, Kosova sorunuyla Sırbistanda koparılma hamleleri ve Doğu Timorun da gündeme gelişlerini kıyaslarla yazdım. Farklar ve ortak özelikleri vurguladım. Nitekim o dönemli makale ömgörülerim de gerçekleşti.
Haklı olmam ise yaşananlardı. Kosovanın bizat batı tarafından Balkanlaşma politikasının halkası olduğunu vurguladım. Kıbrısın ise klasik sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçiş dönemle ogeliştiğini de ekledim. Nitekim batının Kosovayı hem de B.M. kararları olmasına karşın yine Güvenlik KOnseği kararıyla müdahale edilip SIrbistandan koparılıp ayrı devlet şekliyle oluşturulma hamlelerini uyardım. Benzerlik değil ayrı koşulları da öne çıkardım.
Sonuçta hep haklı çıkıyordum: tüm güven elere rağmen başta AB ve ABD hep Kosova ayrılaşma sürecini tetiklediler. Provakasyonlar yapıp, ayrıcalığı genişletiler. Mafyaları militaris örgütlerle Kosovada yeni dönemin hakimi haline soktular. Nitekim son dönemki Yugoslavya yargılamalarında dahi Kosova organ mafyaları dahi gündeme geldi.
Sonuçta adalet divanı dahi esnek ama Kosovayla yola devam kararıyla resmen konuyu ısıtı. Burada sorun şuydu: özellikle bazı AB ülkeleri Kosovanın yasalaşması ve B.M. üyesi olması sonucu kendi ayrıcalıklı bölgelerin de emsali olacağı gerçeği ile hareket ediyordu. Onun için bazı iyelikleri engeliyorlardı. Başta B.M. gibi.
Ama emperyalist Balkanlaştırma politikasının ürünü haline sokulan Kosova yine de Kuzuey Kıbrıstan farklı olarak, Futbolda olduğu gibi uluslararası kuruluşlara üye yapıldı. Nitekim Türkiye dahi Kosova ile resmi maçlar yaptı. Bunlar temelde Kosovanın sömürgeleştirme veya işkal ile yeniden ayar yerine, Yugoslavyayı parçalatma politikasıyla son halka olarak bağımsızlıştırıldı. Bu koşul sonucu Kıbrıs gibi sistem içi koruma veya stratejik önem yerine Kosova resmen ayrı devlet olarak hesaplandı. Onagöre de Kosovada yapılanışlarla başta AB resmen yerleşti. Fakat, konu, sırbistanın hala direnmesi ve Kosova sonrası kendi ayrıcalıkları olan ülkelerin benzer bölgeleri kaybetme korkusuyla bir noktada duruluyor.
Katalonya bu konuda en net örnek sırasında olandır. Onun için Kosova konusunda birçok AB ülkesi resmen üyelik veya konseye girişlerine karşı değildir. Karşı olanlar ise kendilerinin ayrılıkçı yapıların olan devletlerdir. Hazırlanan raporun Yunanlı başkanı da konuyu böyle yorumluyordu. Ama durmadan yeni Güvenlik Konsey kararlarına rağmen ısrarla eşit egemen lafazanlıkla konuşan bizim hamasilerimiz, hemen bunu kaptı. Sanki aynıymış gibi davrandılar. Daha doğrusu atıp tutuyorlar. Gerçi şu dönemde önemli handikap var: uluslararası hukukun nasıl çiğnendiği örnekler dolu. Ukraynadan Gazzeye veya israilin yaptıkları ortada. Ama Güvenlik konseyden pek de uygun kararlar da çıkmıyor. Bunları iyi bilmek önemlidir. Zatem nu konuda federalcılar yazıyı yazdığım ana dek konuşmadı. Öyle bir kısgaca girme gerçeği vardı. Oysa ikibinlerde Kosova örneği ile Kuzuey kIbrıs benzetmesi yapanlara net yanıtlar veriliyordu. Şimdi oda yok. Buda federalcı çözümcülerin düşünsel olarak nerelere gerilediğinin de kanıtıdır.
Kısaca, biz konuşmasak da bazı konular bu defa resmi elitlerce kulanılıyor. Tabi yanıltma algılarıyla. Üstelik onlara karşılık veren de yok. Tek boyutlu yalanlar sanki uçurtmaymış gibi uçuyor. Kıbrısta bu konuların önemsenmesi gerekirken, olmuyor. Hele konuşan hamasi yalana Uluslararası hukuk da eklenince, bilmemiş bilenlerin cihaletinin başka bir tabulaşması da kültürleşiyor. Ne yazık Doksansekizde yazmaya başladığım ve Kıbrısla kıyaslamalarla fark ve benzerlikleri aktardığım Kosova şimdi ögörülerimin haklılığı ama yalnızlığı ile takılıp kaldım.