Geçtiğimiz hafta Fitch kredi değerlendirme kuruluşunun not artırımı piyasalarda Mehmet Şimşek ve ekibinin umduğu olumlu etkiyi yaratmadı. Türkiye’nin kredi notu yatırım yapılabilir düzeyin 5 kademe altında iken, 4 kademe altına terfi etti. Bunu matematik notu 10 üzerinden 2 olan öğrencinin son sınavda 3 almasına benzetebiliriz. Bir ilerleme gözleniyor ama henüz geçebilmek için yeterli sayılmaz.
Fitch, Moody’s, Standard and Poors gibi kredi değerlendirme kuruluşlarının harf notları bir ülkenin dış borçlarını ödeme kabiliyeti ve eğilimini gösterir. O ekonomide işlerin yolunda gidip gitmediği, insanların yaşam düzeyinin yükselip yükselmediği bu kuruluşlar için ikincil önemdedir. Örneğin 31 Mart seçimi öncesi emekli maaşlarının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi talebi karşılansaydı, bu “ratingçiler” açısından olumsuz bir alamet kabul edilir, büyük olasılıkla bu not artırımı bile söz konusu olmazdı. Çünkü bütçe kaynaklarından emeklilere yapılacak bir kaydırma, finans kapital perspektifinden dış borçların aksatmadan ödenmesini zorlaştırabilirdi. “Piyasa dostu”,Merril Lynch yatırım bankası emektarı Şimşek döneminde kendilerini güvende hissetmeleri nedeniyle not artırımları sürpriz değil.
Aynı şekilde CDS olarak bilinen kredi temerrüt takası da dış borçların sigorta primidir. Dış borçların kuruşuna kadar ödenmesinden şüphe duyulmayan bir ekonomide CDS primi de düşüktür. O nedenle rezervleri yetersiz, dış borç yükü ağır Türkiye’nin risk primi bekleneceği üzere yüksek seyreder. Ancak geçtiğimiz yıl aynı dönem 550 dolaylarında bulunan CDS primi şu anda 310 civarında. CDS piyasa koşullarına göre günlük değişir, buna karşın not indirim/artırımları belli aralıklarla sıçramalı gerçekleştirilir. Bu etmenler göz önüne alınarak Fitch’in not yükseltmesi CDS’in seyrinden tahmin edilebilirdi. Şu olumlu etkiyi unutmayalım; bir ülkenin risk primi düşerse yurtdışından o ölçüde ucuza borçlanabilir. Nitekim CDS’in düşüşü Türkiye’nin eurobondlarının maliyetini aşağı çekti.
FİNANSAL PİYASALAR ÇOK HAREKETLİ
Seçimler için son iki haftaya girilirken döviz ve altın piyasalarında yoğun bir hareketlilik gözleniyor. Çünkü dört gözle beklenen sıcak para gelmediği gibi, yavaş da olsa ülkeyi terk ediyor. Siz her fırsatta yabancı para girişine bel bağladığınızı beyan ederseniz onlar da pazarlık kabiliyetlerini sonuna kadar kullanırlar ve ek tavizler vermenizi beklerler.
Sıcak para en yüksek kurdan girmek, örneğin 1 milyon dolarını 30 lira yerine, 33 liradan bozdurmak ister. Bir kere ülkeye giriş yapınca da, en yüksek getiriyi bulmak, örneğin politika faizinin %45 yerine %50 olmasını tercih eder. Elinizi zayıf görünce yani tavizler koparmak için yüklendikçe yüklenir. Hatırlayın piyasa yorumcularının “faiz %30 olsun bu iş tamam”, sonraki aşamada “%40’ı bir görelim orada duralım” benzeri yorumlarını. Nitekim bugün de aynı kişilerce %45 bile yeterli görülmüyor, 250 veya 500 baz puanlık bir ek faiz artışı talep ediliyor. Şimdilik TCMB’nin 21 Mart toplantısında seçim öncesi faiz artışı yapmaması, ancak politika metninde buna açık kapı bırakması en yüksek olasılık görünüyor.
REZERVLER HIZLA DÜŞÜYOR
8 Mart haftasında yabancılar borsada 293 milyon dolar, tahvil piyasasında 260 milyon dolar satış yaptılar. Böylelikle borsada 4, tahvilde 2 hafta arka arkaya çıkış yaşandı. Brüt döviz rezervleri 2023 sonuna göre 9.5 milyar dolar gerileyerek 130.5 milyar dolara düştü. Dünya altın fiyatlarının yükselişi sayesinde, altın rezervlerinin piyasa değerinin yıl sonuna göre 4.5 milyar dolar artışının katkısıyla rezervlerindeki kanama bir parça hafifletilebildi. Buna karşın 2024 Mart ayında görece, yüklü 3.5 milyar dolarlık dış borç ödemesi bulunması da kur üzerinde baskı yarattı.
Döviz tevdiat hesapları da 5.7 milyar dolar sıçradı. Her ne kadar bunun 2.5 milyar doları altın fiyatlarının artışı, söz konusu haftada avronun dolara karşı değer kazanmasından, yani parite etkisinden kaynaklanıyorsa da, 3.2 milyar dolarlık parite etkisinden arındırılmış bir artış yaşandı. Böylece bireylerin döviz mevduatı 107 milyar doları, firmaların 74 milyar doları buldu. Bunun bir kısmı KKM dönüşleri sonucuysa da, dövize bir yönelim olduğu ortada. Ayrıca TL uzlaşmalı döviz satışları da son iki haftada döviz talebinin 2.7-2.8 milyar dolarını emdi. Bu pislikleri halının altına süpürmeye benziyor. Merkez Bankası ile vadeli sözleme yapan taraf, diyelim bir şirket, dış borç ödeme vadesi geldiğinde veya ithalat bedeli ödemesi kapıya dayandığında kur farkını lira olarak tahsil etse de, serbest piyasada şipşak döviz alımına yönelecek.
DÖVİZ SIÇRAYACAK BEKLENTİSİ
Seçim sonrası dövizin fırlayacağı beklentisi 100 dolarlık, 50 avroluk sınırlı kapasitesi bulunan sade yurttaşın da döviz büfelerine akın etmesine yol açtı. Döviz sıçrayacak öngörüsü, herkes akın edince kendini doğrulayan bir kehanete dönüşür. Bunun nedeni de 2023 29 Mayıs seçimlerine kadar doları 20 liranın altında tutmak için tüm koşulları zorlayan, rezervleri yakan, sonra da 2 ayda kurun %35 artışla 27 liraya çıkmasına neden olan Saray rejimidir. Bugün o dönemdeki gibi düşük faizden borçlanıp dövize yönelmek o denli avantajlı olmasa da, dövizin o denli sıçraması için bir neden bulunmasa da, teknik argümanlar ortalama yurttaşı ikna etmeye yetmiyor. Olayı basite indirgersek, herkes seçim sonrası bir artış beklerse, haliyle o günler gelip çatmadan pozisyon alma çapasına girişir. Yaşanan da aynen bu.
KESKİN SIKILAŞTIRMA ADIMLARI
Ekonomi yönetimi piyasa aktörlerinin alkışları arasında üst üste ek sıkılaştırma önlemleriyle piyasadaki likiditeyi emme, kredi arzını daraltma adımları attı. Ticari ve bireysel kredilerde aylık artış hızı enflasyonun çok altına, %2’ye çekildi. Zorunlu karşılıklara blokaj kondu. En son olarak da kredi kartı ve kredili mevduattan nakit çekim aylık faizi %5’e yükseltildi. Özellikle bu en son adım, nakit çekip dövize koşacakları caydırmayı amaçlıyor.
ENFLASYONUN SUÇLUSU KART KULLANANLAR MI?
Görüldüğü kadarıyla enflasyonun başlıca sorumlusu borçlanarak harcama yapan, talebi canlı tutan sade insanlar gibi sunuluyor. Halbuki rakamlar aksine, kredilerde yavaşlamaya işaret ediyor. Konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerini içeren tüketici kredileri son 1 yılda enflasyonun çok altında, sadece %29.26 artarak, 1.507 milyar liraya yükselmiş. Buradan borçlanamayan bireyler mecburen kredi kartı harcamalarına yönelmiş. Bireysel kredi kartı bakiyesi böylelikle %154 artışla 1.320 milyar lirayı bulmuş. Ancak kredi kartı faizleri 2023’teki gibi aylık 1.29 gibi düşük bir düzeyde olmadığı için, bu harcamalar tuzu kuru kesimlerin değil genellikle dar gelirli yurttaşların iki yakalarını bir araya getirme çabalarının sonucu.
Kaldı ki, bireysel krediler 12.145 milyar liralık toplam kredilerin sadece %23.3’ünü oluşturuyor. Ekonomi genelinde de tam aksine kredi yavaşlaması var. 2020 sonunda kredi/mevduat oranı %103.5 iken, 2024 Ocak sonu itibarıyla %79.9’a gerilemiş durumda. Kredi, piyasa ekonomilerinde damarda dolaşan kan gibidir. Bir kez tükenirse ekonomideki hayatiyet belirtileri kaybolur.
Demek ki Şimşek ve Merkez Bankası ekibinin enflasyonu düşüreceğim diye ekonomiyi boğma riski var. Üstelik enflasyon beklentileri de tam düşürülemediği için, bu durumda sonbahara doğru ekonomi enflasyon ile durgunluğun bir arada yaşandığı stagflasyona sürüklenebilir. Halihazırda %26.5’e dayanan atıl işgücü oranı büyük bir sosyal trajediye neden olacak şekilde artabilir. Dış ticaret verilerinde 2024 Ocak’ta yüksek gelir grubunun iştahını yansıtan tüketim malları ithalatı bir önceki yıla göre %13.6 artarken, ara malı ithalatının %28.8 daralması yaklaşan durgunluğun en açık habercisi kabul edilebilir.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK’İN İKİLEMİ
Ayrıca ekonomi yönetimi şöyle bir ikilem de yaşıyor: Döviz kurunu tutamadıkları takdirde, geçirgenlik etkisi nedeniyle enflasyonun önünü kesemeyeceklerini biliyorlar. Ancak mevcut döviz kurunu sıcak para yeterli bulmuyor, verilerden görüldüğü gibi şimdilik gelmiyor. O zaman geriye faizleri daha da keskin biçimde yükseltmekten başka çare kalmıyor. Bu da ekonomide ani yavaşlama, çarkların birden durması tehlikesi yaratıyor. Bu içine düşülen çıkmazın asıl sorumlusu ise Nebati’si, Şimşek’i değişik aktörleriyle, uyguladığı yanlış politikalar ve emek karşıtı sınıfsal tercihleriyle halkı inanılmaz bir yoksulluğa sürükleyen AKP rejiminin ta kendisidir.