yazılariktibasBatı’nın Küresel Hâkimiyetinin Son Çırpınışları - Marco Carnelos
yazarın tüm yazıları:

Batı’nın Küresel Hâkimiyetinin Son Çırpınışları – Marco Carnelos

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Batı siyasi düşüncesinin ayırt edici özelliği, Batı zulmettiğinde ya da müttefiklerinin zulmetmesine göz yumduğunda, bunu meşrulaştırma ve kendi kendini affetme konusundaki şaşırtıcı kapasitesidir.

Bu tutum, her yerde özgürlük ve demokrasiyi yok etmeye kararlı olduğu iddia edilen düşmanları görme yönündeki nevi şahsına münhasır eğilimle birleşir.

Bu yeni olmadığı gibi, ne Soğuk Savaş döneminin ne de Soğuk Savaş sonrasının bir yan ürünüdür. Kökleri binlerce yıl öncesine, en azından Perslerle karşı karşıya gelen kadim Greklere[2] kadar uzanır ve Edward Said’in modern toplumların “kimliklerini olumsuz bir şekilde anlamlandırma” eğiliminde oldukları gözlemine uyar. Başka bir deyişle, kendilerini karşıt ve aşağı gördükleri diğer toplumlarla kıyaslayarak olumlar ve pekiştirirler.

Bu bir dereceye kadar, Aristoteles felsefesinden miras kalan ve Batı siyasi düşüncesini şekillendirmeye devam eden ikili düşünceden kaynaklanan ikili bir ayrımdır.

Bu zihniyeti destekleyen yeni siyasi yapı, Biden yönetimi tarafından sürekli olarak desteklenen, ABD ulusal güvenlik stratejisine[3] tamamen dahil edilen ve temel fikirleri Washington’un kendi ulusal çıkarlarına bağlı özerk stratejik düşünce geliştiremeyen kayıp ve yönünü şaşırmış Avrupalı müttefikleri tarafından derhal kabul edilen “otokrasiye karşı demokrasi” anlatısıdır.

Bu anlatı Rusya, İran ve Çin’i ABD liderliğindeki kurallara dayalı dünya düzenini tehdit eden üç ana otokrasi olarak çerçevelemektedir ki bu düzen, her ne kadar Batılı kurmcılar tarafından uluslararası hukuk olarak resmedilmeye çalışılsa da, aslında oldukça farklı bir şeydir. Daha ziyade şu mottoyla[4] özetlenebilir: “Dostlarım için her şey; düşmanlarım içinse hukuk.”

Yeni Batı anlatısının emsal vakaları Ukrayna ve Gazze’deki çatışmaların yanı sıra Güney Çin Denizi, Tayvan ve Çin’in etkileyici teknolojik başarıları konusunda Çin’le yaşanan sorunlardır.

Distopik görüşler

Bu tür distopik ve sorunlu görüşler hakkında gerçek bir fikir edinmek için, Batı emperyalizminin başlıca çağdaş savunucularından biri olan tarihçi Niall Ferguson’un yakın tarihli bir makalesini[5] okumak yeterlidir.

“Ukraine Needs Total Western Support – and So Does Israel” [“Ukrayna kadar İsrail de Batı’nın Tam Desteğine Gereksiniyor”] başlıklı 2,000 sözcüklük şok edici makalesinde Ferguson, Gazze’de öldürülen 30.000 Filistinliden bahsetmediği gibi, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun savunma bakanının Lübnan’daki Hizbullah’a yönelik önleyici saldırı çağrısına kulak vermiş olması halinde “çok daha fazla kan dökülebileceğini” belirtir. Bir başka deyişle, Gazze’de devam eden katliam sırasında Lübnan’da daha fazla can kaybını önlediği için Netanyahu’ya minnettar olmalıyız.

Bu görüşe göre Rusya, Hamas ve Hizbullah (ve son ikisinin destekçisi İran) Batı uygarlığının ahdetmiş düşmanlarıdır. Sırada Çin var. Ve tüm büyük uluslararası krizlerde sergilenen bariz çifte standartlara rağmen, Batı demokrasilerinin hâlihazırdaki jeopolitik gerginliklerde hiçbir sorumluluğu yoktur.

Ferguson Ukrayna’yla İsrail’i aynı kefeye koyar; oysa Filistin topraklarını on yıllardır işgal altında tutan İsrail haklı olarak Rusya’yla kıyaslanmalıdır.

Alman siyasal kuramcı Carl Schmitt dost-düşman ikilemi üzerine uzun uzadıya yazdı. Schmitt’in çalışmalarının ilginç bir vargısı, bugün bile Gazze’nin enkazında Batı demokrasilerinin sergilediği kendi kendini affetme güdüsünün önemli bir parçası olan “istisna hali”dir. Bu ilkeye göre, demokrasileri düşmanlarından (gerçek ya da hayali) kurtarmak için zaman zaman demokrasinin kendisinin askıya alınması gerekir.

Bu ilkenin canlı bir uygulaması, İsrail’in -Batı anlatısına göre- kendini savunmak ve “Ortadoğu’daki tek demokrasiyi” Arap-İslami otokratik aktörlerin -Hamas, Hizbullah ve İran- tehdidinden kurtarmak için zulmetmesi gereken Gazze’de görülebilir.

Bir tehdit gerçekleşmezse, icat edilmesi gerektiğini söylemeye gerek yok; aksi takdirde, Batı kimliğinin tüm entelektüel yapısı çökebilir. Ve son yirmi yılda, Batılı siyasi seçkinler ve onların ana akım medyadaki sayısız sözcüsü, çok çeşitli tehditler icat etme ve teşvik etme konusunda hatırı sayılır bir yetenek geliştirdi.

İç tehditler

Bu mesele, Hal Brands tarafından kaleme alınan “The Age of Amorality: Can America Save the Liberal Order Through Illiberal Means?” [“Ahlaksızlık Çağı: ABD Liberal Düzeni İlliberal Yollarla Kurtarabilir mi?”] başlıklı Foreign Affairs makalesinde[6]  degündeme gelir.

Brands, “özgürlüğe uygun bir dünyayı korumanın tek yolunun ahlaksız ortaklarla flört etmek ve ahlaksız eylemlerde bulunmak” olduğunu ileri sürer. ABD’nin Çin ve Rusya’yla rekabetini “dünyanın liberal demokrasiler tarafından mı yoksa otokratik düşmanları tarafından mı şekillendirileceğine dair uzun bir mücadelenin son raundu” olarak tanımlayan Brands, makalesinde ikili düşünme ve tipik bir Batılı sıfır toplamlı yaklaşım sergiler.

Ukrayna’daki savaşın, 1960’ların başında Küba’ya yerleştirilen Sovyet nükleer füzelerinin[7] ABD’nin güvenliği için olduğu gibi, Ukrayna’nın NATO’ya katılmasının da Rusya’nın güvenliği için bir kırmızıçizgi olduğu yönünde Moskova tarafından yirmi yıldır yapılan uyarıların bir sonucu olabileceği gerçeğini ya da 7 Ekim Hamas saldırısının, İsrail’in Washington’un siyasi kalkanı sayesinde yakın tarihte başka hiçbir ülkeye tanınmayan bir cezasızlıkla yürüttüğü Filistin topraklarının yarım asırdan fazla süren acımasız işgalinin ardından geldiğini görmezden gelir.

Çin konusunda Brands, Tayvan’la ilgili gerginliklerin ABD’nin 1970’lerde oluşturduğu ve o zamandan beri Doğu Asya istikrarının temel taşı olan “Tek Çin” siyasasından[8] yavaş yavaş geri adım atmasıyla ilgili olabileceğinden bahsetez.

ABD müttefiklerinin güvenlik kaygılarını önemli görürken, Rusya, İran ve Çin gibi diğer oyuncuların kaygıları ve İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilerin kaygıları gibi tarihsel kaygılar genellikle göz ardı edilir. “Diğerlerinin” motivasyonları ve güvenlik kaygıları kasıtlı olarak göz ardı edilirse, barış ya da istikrar olacakmış gibi davranmak da olanaksızdır.

İster gerçek ister hayali olsun, dış tehditlere yönelik bu takıntı, Batı demokrasilerinin kendi içlerindeki gerçek tehditlerle başa çıkmalarını engeller. “Demokrasilere karşı otokrasiler” söylemi, Batı kamuoyunun dikkatini iç kutuplaşmadan, temsili demokrasinin krizinden, yaygın eşitsizlikten ve daha birçok hayati sorundan başka yöne çekmeyi amaçlayan kitlesel bir dikkat dağıtma silahıdır.

ABD ve müttefikleri, güç dengesi sözde Küresel Güney’e doğru kayarken, Batı’nın yüzyıllardır süren küresel hâkimiyetinin kaybolmakta olduğunu kabul edememektedir. Batı istisnacılığı güç paylaşımı düzenlemelerini ya da gerçek çok kutupluluğu kabul edemez. Geriye kalan tek seçenek dost ya da düşman söylemidir.

 

________________________________________

Marco Carnelos eski İtalyan diplomat. Somali, Avustralya ve Birleşmiş Milletler’de görev yaptı. 1995 ila 2011 yılları arasında üç İtalyan başbakanının dış siyasa ekibindeydi. Son dönemde İtalyan hükümetinin Ortadoğu barış süreci eşgüdümleyicisi, Suriye özel temsilcisi ve Kasım 2017’ye kadar İtalya’nın Irak Büyükelçisi olarak görevliydi.

[2] https://www.middleeasteye.net/opinion/why-do-they-hate-us-how-west-creates-its-own-enemies.

[3] https://www.whitehouse.gov/wp-content/uploads/2022/10/Biden-Harris-Administrations-National-Security-Strategy-10.2022.pdf

[4] https://www.middleeasteye.net/opinion/western-foreign-policy-friends-everything-enemies-law

[5] https://www.bloomberg.com/opinion/articles/2024-02-25/ukraine-needs-total-western-support-and-so-does-israel.

[6] https://www.foreignaffairs.com/united-states/age-amorality-liberal-brands

[7] https://history.state.gov/milestones/1961-1968/cuban-missile-crisis

[8] https://www.brookings.edu/articles/understanding-the-one-china-policy/

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin