Yeniçağ Güncel’de Murat Kanatlı’nın programına katılan Ticaret Odası Eski Başkanı Ali Erel, raporu ve gündemi değerlendirdi.
Erel, Kıbrıs sorunun çözümünün temelinin iki toplumun birbirine karşılıklı bağımlılığına dayandığına işaret ederek, Yeşil Hat Tüzüğü’nün de bunun bir parçası olduğunu ve bu Tüzüğün sadece ekonomik olarak düşünülmemesi gerektiğini vurguladı.
Erel, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki kilise, mülk sorunu, Kuzey Kıbrıs’taki değişen nüfus yapısı ve olumsuz söylemlere rağmen, her iki toplumda da çözümü isteyenlerin oranının yüzde 75 civarında olduğunu açıkladı.
BM tarafından hazırlanan raporda ise geçmiş dönemlerde vurgulanan kararların sıralandığını ve hatırlatıldığını belirten Erel, bunun dışında da Pile’de BM askerleriyle Kıbrıs Türk tarafı arasında yaşanan gerilim, BM ordusunun durumu, Maraş konusunun kendine yer bulduğunu söyledi.
“Raporda Pile’deki olaylar ve Maraş gibi yeni konular da var”
Ali Erel, Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporun daha uzun olduğunu belirterek, bunun nedeninin Kıbrıs sorununun güçlüğü yanında BM güçlerine yapılan saldırı olduğunu kaydetti.
Erel, BM içerisinde güçlerin, yönetsel sıkıntılar gibi nedenlerden dolayı raporun 2-3 sayfa daha uzadığını dile getirerek, ayrıca Güvenlik Konseyi’nin Genel Sekreter’den BM güçlerinin (BM ordusunun) sıkıntılarını irdeleyen iki rapor istediğini ifade etti.
Bu raporu uzatan sebeplerden bir diğeri ise Pile’de BM askerlerine saldırı ve BM araçlarının zarar görmesi olduğuna işaret eden Erel, şöyle devam etti:
“Burada çarpıcı bir cümle var. Şöyle deniyor: ‘BM’nin mandası sadece Yeşil Hat’la sınırlı değildir.’ BM’nin Kıbrıs’ın güneyinde de kuzeyinde de yetkileri vardır. Savaşsız dönemi korumaya çalışıyorlar. Barışın yapılması için de yeni bir özel temsilci atandı. İlk ziyaretlerini yaptı. Olumlu bir sonuç görülmedi. Var mı yok mu bilmiyoruz. Ama Türkiye kanadından hiçbir ses çıkmadığına göre seçimlere dönük nasıl davranmaları gerekirse öyle davranacaklar. Türkiye’de tartışılan; Kıbrıs meselesindeki Gutteres’in yeni bir temsilci atamış olması değil, bu atamanın kendi seçimlerine nasıl etki ve fayda sağlayacağı ve zarar vermeyeceğidir.”
Güvenlik Konseyi’nin 30 Ocak 24 tarihli raporuna bakıldığında geçmiş dönemlerden beri söylenen her şeyin burada bulunduğuna dikkat çeken Erel, teşekkür bölümünün ardından Genel Sekreter’in yaptıklarının ve yapmadıklarının da yer aldığını anlattı.
Erel, bunlara bakıldığında ise Maraş konusunun gündeme geldiğini belirterek, bu konunun 2021’den beri gelen cümlelerle benzeşen şekilde işaret edildiğini kaydetti.
Kadınların sürece daha çok dahil olmasını talep eden Güvenlik Konseyi’nin 1325 sayılı kararından; gençlerin de sürece daha fazla dahil olması gerektiğini içeren 2250 sayılı kararından söz edildiğini dile getiren Erel, Pile’deki meselenin ise ilave yeni bir konu olduğunu ifade etti.
Erel, rapordaki bir diğer ifadenin ise Kıbrıs Türk tarafının rahatsız olduğu BM mandasının görev süresinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de onayı ile uzatılmış olduğuna işaret ederek, oysa BM’nin muhatabının Kıbrıs ta tanınan BM üyesi tek devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu vurguladı.
KKTC’yle ilgili BM de bir kaydın olmadığına işaret eden Erel, askerî bir güç kullanılarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin topraklarının yüzde 36’sı üzerinde “Biz bir cumhuriyetiz.” şeklinde tek taraflı bir ilan yapıldığına dikkat çekti
“Türkiye’nin duruşu Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili değil”
Erel, bu devleti (KKTC) tanıyıp tanımadığı belirsiz olan Türkiye’nin de zaman zaman KKTC’nin yanında durduğuna dikkat çekerek, ancak Türkiye’nin duruşunun Kıbrıs sorunun çözümüyle veya Kıbrıslı Türklerin refah ve güvenliği ile ilgili olmadığının altını çizdi.
Türkiye tarafından bazı dönemlerde iki devlet söylemlerinin dile getirildiğini, kimi zaman da garantör devletlerden bahsedildiğini söyleyen Erel, geçen günlerde bu son rapor üzerine yaptıkları açıklamada en önemli konunun Türk ordusunun Kıbrıs’tan ayrılmaması üzerinde durulduğunu açıkladı.
Erel, Türkiye için bir başka önemli konunun ise garantörlüğün devam etmesi olduğunu belirterek, Kıbrıs meselesinin nasıl çözüleceğinin hiçbir zaman Türkiye’nin gündeminde olmadığını kaydetti.
Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerinde ekonomik, askerî, siyasi olarak etkili olmak istediğini dile getiren Erel, Türkiye açısından olayın bundan ibaret olduğunu vurguladı.
Erel, rapora göre BM’nin Kıbrıs’taki görevinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kararına göre uzatıldığını yineleyerek, 1964 itibaren Türkiye’nin de BM güçlerinin Kıbrıs’ta olmasına onay verdiğini ifade etti.
Raporda iki toplumlu iki bölgeli, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimlik şeklinde bir ifadenin bulunduğunu dile getiren Erel, bunun da 1999 yılında alınan 1251 sayılı kararında tam olarak şekillendiğini ifade etti.
Erel, haberlerde olduğu gibi bu raporlardaki ilgili maddelerde de meselenin arka planının yer aldığı kararların bağlantı adreslerine (link) yer verildiğine işaret ederek, bunun olayların geçmişini bilerek değerlendirme yapılmasını sağladığı için doğru bir yöntem olduğu değerlendirmesinde bulundu.
Tarafların 1251 sayılı kararı ilk defa duymuş gibi yaptığını ancak bu kararı geçmiş dönemlerde sabahlara kadar tartıştıklarını anlatan Erel, Annan Planı’nın da bu karar üzerinden yola çıktığının altını çizdi.
Erel, BM’nin bunu her seferinde tekrar etmesine rağmen Kıbrıs Türk tarafının sonuç getirici bir yaklaşımda bulunup bulunmadığının tartışmalarını yaptığını belirterek, BM raporunda da değişen tek şeyin BM askerlerine saldırı ve BM ordusunun iç sıkıntılarına yer verilmesi olduğunu kaydetti.
BM askerlerine zarar verenlerin uluslararası hukuk anlamında sorumlu tutulması gerektiği yönünde ifadelerin de raporda de bulunduğunu açıklayan Erel, “Nasıl ki geçmişte bir bayrak direği üzerinde bir Rum’u öldürdüklerinde o tetiği çekenler ve emir verenler sorumlu tutulduysa – ki bunlar tespit edilmiş ve Europol tarafından arama listesine alınmışlardı – bu konuda da böyle bir hukuk süreci yaşanacak diye düşünüyorum” dedi.
Raporda BM’ye asker gönderen devletlerin de görevinin bulunduğunun ve onların da süreci takip etmesi gerektiğinin yer aldığını dile getiren Erel, Maraş konusunun yer aldığı maddede ise bu bölgenin statüsünün ortaya konduğunu ifade etti.
Erel, bu konuyu da geçmiş dönemlerde BM kararları çerçevesinde uzun uzun toplumun tartıştığını hatırlattı.
Raporda Maraş’ın kapalı kalacağı, kullanılacaksa da, geçmiş BM GK kararları temelinde BM kontrolünde açılarak 1974 öncesi kullanıcılarına devredileceği ifadesinin yer aldığına işaret eden Erel, Kıbrıs Türk tarafının bunun hilafına adım attığını ve “Özel mülke dokunmadık, kamu mülkündeyiz” gibi bir savunma yaptığını söyledi.
“Çözüm Kıbrıslılar ve bölgedeki diğer ülkeler için de faydalı”
Erel, raporda Doğu Akdeniz’deki gerilimden ve çözümün tüm Kıbrıslılar ve bölgedeki diğer ülkeler için de fayda sağlayacağına vurgu yapıldığını bildirerek, doğal gaz konusunda Türkiye’nin de yeşil ışık yakması durumunda bunun fayda sağlayıcı bir etki yaratacağını kaydetti.
Hazar bölgesi doğal gaz üreticilerinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasını içeren Nabucco Projesi’ni hatırlatan Erel, bunun Rusya-Ukrayna Savaşı olmadan, 20-25 yıl önce Avrupa’da gaz sorunu olabileceği öngörüsüyle düşünüldüğünü ve projelendirildiğini ve Türkiye hariç ilgili diğer ülkelerin buna onay verdiğini belirtti.
Erel, Türkiye’nin bunu kabul etmediğini ve bu nedenle projenin hayata geçmediğini dile getirerek, Türkiye’nin kabul etseydi o dönem bu projeyle enerjide transit ülke olacağını ifade etti.
İskenderun’a uzanan bir petrol boru hattı bulunduğunu, buna ek olarak ve doğal gazın Türkiye üzerinden Trakya’dan Bulgaristan’a ve oradan da Avusturya’ya gitmesinin planlandığını anımsatan Erel, Türkiye’nin böyle iyi bir projenin önemini o zaman fark edemediği değerlendirmesinde bulundu.
“Türkiye’de rejim değişikliği mesajları veriliyor”
Erel, şöyle devam etti:
“Türkiye bu ekonomik sıkıntıları tasarlayarak mı geldi bilmiyorum. Çünkü, ülkeyi kapatacaksanız ekonomik sıkıntıların olması kaçınılmazdır. Demokrasiyi yaralayacaksanız zaten beraberinde ekonomik sıkıntıları yaşatacaksınız. Türkiye bu ekonomik sıkıntılara bilerek mi geldi, bunu sonucu görmeden anlayamayacağız.”
Türkiye’deki belirsizlik, bazı kesimler tarafından arzulanan ve inanılan bir ideolojiye ekonomik yapıyı da götürme ihtiyacının söz konusu olduğuna işaret eden Erel, Türkiye’nin ekonomik yapıyı buraya getirmesinde bilinçli bir yaklaşımın olduğunu düşündüğünü ancak bu noktada tamamen ranta dayalı bir sistem mi hedefleniyor gibi soru işaretleri bulunduğunu anlattı.
Erel, Çin’in durumunun dikkatle takip edildiğini ve irdelendiğine dikkat çekerek, orada ekonomik büyüme yaşandığını ancak demokrasi, adaletli gelir dağılımı ve insan hakları konularında sıkıntılar olduğuna dikkat çekti.
Batılı ve gelişmiş ülkelerde demokrasi ile ekonomik büyümenin yakın ilişki içerisinde olduğu üzerinde duran Erel, demokrasi sağlanacaksa ekonominin de demokrasi içerisinde refah sağlaması gerektiğinin altını çizdi.
Erel, demokrasi baltalanacaksa beraberinde ekonomik sıkıntının da yaşanacağının farkında olunması gerektiğini belirterek, şu an Türkiye’de bu durumun yaşandığını kaydetti.
İnsan hakları, hukukun üstünlüğü ve Anayasa Mahkemesi kararlarının tartışılıyor olmasının bir rejim değişikliğinin gerektiği mesajlarını verdiğini dile getiren Erel, Türkiye’deki demokratik güçlerin buna izin vermeyeceği düşüncesinin 25-30 yıl önce de öne sürüldüğünü ancak ülkenin şu an bu durumda olduğunu ifade etti.
Erel, Türkiye’deki bilinçli ekonomik daralmanın Kuzey Kıbrıs’la da ilişkili olduğuna işaret ederek, bu bilinçli ekonomik daralma, darboğaz, durgunluk alıştırması, yardımlara dayanan, tekrar Osmanlıcılık beklentilerinin rejim değişikliğine işaret ettiğini savundu.
Rapordaki ifadelerden yola çıkarak “Türkiye Batı demokrasilerine, ekonomisine mi yoksa Çin, Hindistan, İran, Rusya gibi başka ülkelere mi entegre olmak istiyor” sorusunu yönelten Erel, Rus’un mu NATO ve ABD’nin mi silahlarının kullanılacağının da başka bir soru işareti olduğunu ve bir bütünün parçasını oluşturduğunu bildirdi.
Türkiye eğer iki taraflı hareket ederek fazlasını almaya çalışıyorsa bunun başarılamadığına dikkat çeken Erel, F35, F16 savaş uçaklarının üretiminden ve kullanımından dışlandığını hatırlattı
“Kıbrıs Türk toplumunun haklarının alınması da engelleniyor”
Erel, Kıbrıs Türk toplumunun haklarını almasının da engellendiğini belirterek, Türkiye’nin iki devletli çözümü istediğini söylediğini ancak yapılanlarla bu söylemin çelişkili olduğunu kaydetti.
Türkiye’nin böyle bir isteği olsaydı uluslararası toplantılara Kuzey Kıbrıs’ı da dahil etmeyi düşünebileceğini dile getiren Erel, geçmiş dönemlerde İstanbul’da düzenlenen bir uluslararası yemeğe dönemin KKTC Cumhurbaşkanının davet edildiğini ancak bunun resmi bir davet olmadığını, Cumhurbaşkanının yemeğe mutfaktan giriş yaptığıyla ilgili sözlerin sarf edildiğini ifade etti.
Erel, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki cumhurbaşkanlarına devlet başkanı olarak davranmadığına işaret ederek, aynı yaklaşımın ülkemizin sporcularına ve politikacılara da gösterildiğinin altını çizdi.
Cumhurbaşkanının geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gittiğini ve kendisini sadece askerî bir aracın karşılayıp söz konusu yere götürdüğünün haberlerde anlatıldığını ifade eden Erel, “Türkiye KKTC’de politik olarak bir devlet olduğunu kabul ediyor mu etmiyor mu? Bunu sormak lazım. Ettiği durumda Garanti Anlaşmalarının altına sığınamaz. Etmezse iki arada bir deredeymiş gibi görünmeye devam eder” dedi.
“Raporda geçişlerin kolaylaştırılması maddesi yer alıyor”
Erel, raporun yedinci maddesinde iki lidere yapılması gerekenler konusunda çağrı ve bunların raporlaştırılması konusuna yer verildiğini belirterek, 10. maddede ise toplumlar arası iletişimde engellerin kaldırılmasının bulunduğunu kaydetti.
Geçişlerin bir sorun haline dönüştüğünü dile getiren Erel, bununla ilgili kontrolleri azaltma, Güney Kıbrıs bağlamında altyapının iyileştirilmesi –ki Kuzey Kıbrıs’ta çalışmalar başladı diye duyuyoruz-, Güney’de okuyan öğrencilerinin geçişini kolaylaştırma gibi açılımların da söz konusu olduğunu ifade etti.
Erel, temasların sadece geçişler ve kapılardaki sıkıntılardan ibaret olmadığına işaret ederek, Yeşil Hat Tüzüğü’nün ticaret yapılmasını içermesine rağmen iki toplumdaki bankaların birbirleriyle ilişkisi olmadığını söyledi.
Bankaların olmadığı bir atmosferde ticaretin nasıl yapılacağını soran Erel, öte yandan Yeşil Hat Tüzüğü’nün yalnız ekonomik açıdan düşünülmemesi gerektiğini, güven yaratıcı ve artırıcı bir ilişki olduğunu anlattı.
“Çözümü karşılayacak olan iki toplumun birbirine bağımlılığı”
Erel, AB Konseyi’nin siyasi çözümün zeminini oluşturacak yöntemin iki toplumun karşılıklı ekonomi, eğitim, turizm gibi işbirliği ve bağımlılıklarını artırması yönünde karar ürettiğini hatırlatarak, çözümü sağlayacak bir bağımlılığın henüz oluşmadığı değerlendirmesinde bulundu.
Siyasi tarafların da bu bağımlılığın oluşmasını istemediğini belirten Erel, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anlamsız 14 maddelik güven yaratıcı önlemlerinin de buradan kaynaklandığını kaydetti.
Erel, özellikle kara giriş kapılarındaki yoğunluğun ve sorunların bir türlü çözülemediğini dile getirerek, bunların zorlaştırılmasının altında iki toplumun karşılıklı işbirliği ve bağımlılığının sağlanması durumunda siyasi çözümün engellenemeyeceği düşüncesinin yattığını ifade etti.
Yeşil Hat Tüzüğü’nün de buradan doğduğuna işaret eden Erel, “Mademki çözüm referandumla olmuyor, iki toplumun karşılıklı işbirliği ve bağımlılığına dayansın” düşüncesinin etkili olduğunu yineledi.
Erel, Yeşil Hat Tüzüğü’nün oluşturulma sürecinde Kıbrıs Türk tarafının da benzer bir çalışma yaparak bunu Bakanlar Kurulu’na sunduklarını ve Kuzey’den Güney’e geçecek mallar gibi Güney’den de Kuzey’e geçiş ayni şartlarda yapılmasını öngördüklerini anımsattı.
Bunun kabul edilmediğine dikkat çeken Erel, Yeşil Hat Tüzüğü KKTC dış ticaretinin bir parçası olarak görüldüğünü, bu yöntemle devlet olgusunun güçleneceği var sayıldığını bildirdi.
Erel, Yeşil Hat Tüzüğü’nün üretilen ürünlerin karşılıklı serbest dolaşımını da içerdiğini belirterek, bunu siyasi yönetimlerin istemediğini kaydetti.
BM Özel Temsilcisi’nin taraflarla görüştüğünü ve raporladığını dile getiren Erel, bu raporları da Genel Sekreter’le paylaşacağını ifade etti.
“Türkiye’nin ekonomik sıkıntıdan çıkışı Kıbrıs’la ilgili olumlu adım atmasından geçiyor”
Erel, Türkiye’nin ekonomik sıkıntılardan çıkış yolunun Kıbrıs’ta olumlu algılanabilecek adımlar atmaktan geçtiğine işaret ederek, Türkiye’nin bir defa böyle bir adım attığını ve 2005’te AB’ye müracaatının müzakereye başlamış bir adaylığa dönüşebildiğini hatırlattı.
Ekonominin AB ile müzakere sürecinde 2011’e kadar neredeyse patlama yaptığına dikkat çeken Erel, ihracat, üretim ve üretim yatırımlarının arttığını ve bunun TL’nin değer görmesini de sağladığını söyledi.
Erel, Kuzey Kıbrıs’ın da TL kullanmasından dolayı bunun Kıbrıs Türk toplumuna da aynı dönemde fayda sağladığını belirterek, Kopenhag kriterlerine uyacağı düşünülen Türkiye’de Başkanlık sistemine geçilmesiyle AB de uzaklaşıldığını ve her şeyin tepetaklak olduğunu kaydetti.
AB sürecini kullanıp seçimi kazanan iktidarın bu sefer bu sürece karşı cephe açtığını dile getiren Erel, Kopenhag kriterleri ve AB değerleri çerçevesinde mümkün olmayan yeni bir rejime geçildiğini ifade etti.
Erel, her şeyin tek adamın kontrolünde bulunduğunu, bu kişinin meclise ve mahkemelere etki ettiğini, ne söylerse onun olduğunu, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının da kabul edilmediğini anlatarak, Türkiye’yle ilgili AB ve batı demokrasilerinde çok büyük bir algı değişikliği yaşandığını açıkladı.
Türkiye’nin AB adaylık süreciyle ilgili çalışmaların tamamen durdurulduğunu belirten Erel, AB ülkelerinin Türkiye ile sadece karşılıklı çıkarlara dayalı bir ilişki kurulduğunu kaydetti.
Erel, Türkiye’nin şu anki durumunun yatırım ve turizm açısından da elverişli olmadığını dile getirerek, KKTC Dışişleri Bakanı’nın “Türkiye ne istediğine karar versin” şeklindeki açıklamasının da farklı şekillerde yorumlanabileceğini ifade etti.
Dışişleri Bakanı’nın temsilci gitmeden önce Türkiye’ye çağrıldığını, Türkiye’nin pozisyonunun anlatıldığını söyleyen Erel, artık iki devletli çözümden değil Garanti Anlaşması’ndan bahsedildiğini bildirdi.
Erel, Doğu Akdeniz’deki eşit paylaşımdan da söz edildiğine işaret ederek, iki devletli politikanın üzerinde artık durulmadığını açıkladı.
Türkiye’nin AB’ye girmekle vize serbestisini temin etmek istediğine dikkat çeken Erel, ancak ekonomisi, demokratik yapısı bu şekilde olan, göç veren ülkelere böyle bir hak verilmediğini, bunun başka ülkelerde de yaşandığını vurguladı.
Erel, Kıbrıslı Türklerin kendi kararlarını vermesi gerektiğini belirterek, ancak, Türkiye’den sürekli bir yönlendirme ve büyük bir nüfus bulunduğunu ve Türkiye’de karar vericilerin çıkarları doğrultusunda neye karar verirse Kuzey Kıbrıs’ın orayı takip ettiğini kaydetti.
“Kuzey’de ve Güney’de çözüm isteyenlerin oranı yüzde 75 civarında”
1960 Anayasası’nın maddelerinin değiştiğinin düşünüldüğünü ancak bunun doğru olmadığını dile getiren Erel, sadece İhtiyaç Doktrini çerçevesinde mahkeme kararıyla yönetimin devam etmekte olduğunu ifade etti.
Erel, İhtiyaç Doktrininin sınırlı sürelerde, ülkelerde yönetim boşluğu ve kaos yaratılamaması için kullanılan bir enstrüman olduğuna işaret ederek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde 50 yıldır bunun kullanıldığını ve çok büyük anomalilerin söz konusu olduğunu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de çözüme ihtiyaç duyduğunu vurguladı.
Anayasa’ya hiçbir şekilde dokunulmadığını ve bundan korkulduğunu söyleyen Erel, dokunulması durumunda kimin başına neler geleceğinin öngörülemediğini açıkladı.
Erel, her ülkede radikal faşistlerin bulunabildiğine dikkat çekerek, bunların oranı ve yönetimdeki kişilerin kimler olduğunun önemli olduğunu anlattı.
Erel, Güney’de de Kuzey’de de Annan Planı temelinde bir çözüme ulaşmak isteyenlerin oranının değişmekte olan nüfus yapısının etkisine rağmen yüzde 75’lerde olduğunu ve çözüm planı gelirse çözüme evet denebileceğini belirtti.
Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki kilisenin ve diğer bazı çözüm karşıtı unsurların olası çözümden rahatsız olduğunu ancak bu kesimlerin artık çözümü engelleyecek bir gücünün bulunmadığını kaydeden Erel, her iki toplumda da buna engel olunmazsa çözüm olabileceğini dile getirdi.
Erel, 1960 Anayasası’nın olduğu gibi kalmasının sakıncalı olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:
“Garanti Antlaşması ve Garantör devletler 1960 Anayasası’nın ekidir ve bu değiştirilmezse bu durum devam eder. Garantörlük Anlaşması kalkacak veya kısıtlanacak ve olması gereken hâle getirilecek ki Garantörlük Anlaşması, tek taraflı askerî müdahale yapıp toprakların bir kısmını kendine bağlayıp onun üzerinde bir devlet kurmasına izin vermesin. Garanti Antlaşması bu niyetle yapılmış değildi, zaten, bu sonuç çıkmazdı. Ama Garantörlük Anlaşması bu şekilde kullanılıyor. Bunun değişmesi lazım.”
Geçiş dönemi için 1960 Anlaşması’nın kullanılabileceğini belirten Erel, Kurucu Meclisin oylamayla AB üyeliğini ve yeni demokrasi, hukukun üstünlüğü adalet sistemini, AB hukukunu onaylayabileceğini, yeni Anayasayı halkın onayına sunabileceğini kaydetti.
Erel, bunun Annan Planı’nda da benzeri yöntemle yapıldığını anımsatarak, parlamentonun gerekirse ülkenin ismini değiştirebileceğini, yeni anayasanın sunulabileceğini açıkladı.
1960 Anayasası’nın iki toplumun düşman olmasını engelleyemediğini dile getiren Erel, toplumların Hristiyan ve Müslüman şeklinde gruplara ayrıldığını, Hristiyanlarla Müslümanların evlenmesinin yasaklandığını, evlilik olacaksa Kıbrıslı Rum kadının İslamiyet’e geçmesi gerektiğini ifade ediyordu.
Erel, Garanti Anlaşması yazıldığı şekliyle bile uygulansa bugünkü sonuçları doğurmayacağına işaret ederek, şu an tamamen bir askeri zorlama ve ateşkes süreci olduğunu anlattı.
Ayrıca, 5 maddeden oluşan ve uluslararası niteliği olan Garanti Anlaşması’nın hem Türkiye hem de KKTC Dışişleri Bakanlığı tarafından değişime uğradığına dikkat çeken Erel, bir maddenin saklanarak 4 madde olarak yayınlandığını bildirdi.
“Kıbrıslıların Sesi’nin açıklamasında Gutteres çerçevesindeki maddelere işaret ediliyor”
Erel, Kıbrıslıların Sesi’nin açıklamasını da değerlendirerek, şu an görüşmelerin Gutteres çerçevesinde başlatılabileceğini, daha geriye gidilmesine gerek duyulmadığını, bu çerçeve haricindeki maddelerde uzlaşıldığını, bu çerçevede de 6 maddenin bulunduğunu söyledi.
Erel, Gutteres’in Kıbrıs Türk tarafının söylediklerinden yola çıkarak yaptığı açılımda “Cumhurbaşkanlığı Türk tarafının istediği gibi dönüşümlü olabilir. Mülk konusunda son kullanıcının da hakları var” şeklindeki ifadelerini hatırlattı.
Mülk konusunda Türkiye’nin 1974’ten sonra yeni koçanlar verdiği için bir savaş suçunun söz konusu olduğunu belirten Erel, son kullanıcılar da yatırımlar yaptığı için söz söyleme hakkına sahip olduğunu kaydetti.
Erel, bu konuların tazminatının Türkiye tarafından ödeneceğinin kayda geçirildiğini dile getirerek, Türkiye’nin bunu kabul ettiğini, tazminat ödenmesi, takas yapılması veya iade edilmesinin söz konusu olduğunu ifade etti.
Bunun da sağlıklı olmasa da uygulandığına işaret eden Erel, şöyle konuştu:
“Uzun süre sonra bizimkilerin aklına geldi ve Komisyon Başkanı açıklama yaptı. Her şeyin güzel devam ettiği söyleniyor ama biz biliyoruz ki yıllardır kayıtlar yapılıyor ama çok az veya hiçbir tazminat ödenmiyor, takas da yapılmıyor. Gerçek şudur: Gutteres çerçevesinde yer alan mülk sorunu mahkeme kararlarıyla kayıt altına alınmıştır ve Türkiye bu konuda tazminat ödeyecektir. Avrupa İnsan hakları mahkemesi kararlarına göre sorumlu Türkiye’dir. Türkiye 2005’te AB’yle müzakerelere başlama ihtiyacındaydı. Kendini kanıtlamak ve sürekli kılmak isteyen bir yönetim vardı, Loizudu kararı sonucunda “Taşınmaz Mülk Komisyonu” kuruldu ve tazminat ödendi Sonuç olarak Gutteres çerçevesi 6 maddeden oluşur ve Kıbrıslı Türklerin aleyhine değildir. Bu maddeleri tekrar hatırlatmak lazım.”
Erel, Kıbrıslı ana ve babadan doğan çocukların vatandaşlık haklarının verilmesinin de en önemli maddelerden birisi olduğuna dikkat çekerek, bu gerçekleştirilirse binlerce çocuğun bu haklarına ulaşabileceğinin altını çizdi.
Kıbrıslı Türklerin Avrupa Parlamentosu’nda oy verebilmesi için sürecin kolaylaştırılması gerektiğini belirten Erel, posta ile veya elektronik ortamda bunun sağlanabileceğini savundu.
Erel, kara kapılarından geçişlerin zorluğunun sorun yarattığını kaydederek, elektronik altyapının veya mektup sisteminin uygulanabileceğini vurguladı.
Kıbrıslı Türklerin de Avrupalı olduğunu, Avrupa vatandaşları olduğunu ve zamanı geldiğinde kendi haklarını korumak için söz hakkına sahip olmaları gerektiğini dile getiren Erel, Kıbrıs pasaportları ile birçok ülkede Avrupalı hissedildiğini ancak Kıbrıs’ta da bunun sağlanması gerektiğini ifade etti.
Erel, bunun için Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanılmasının önem arz ettiğine işaret ederek, bunun kolaylaştırılmasının mümkün olduğunu açıkladı. Kıbrıslıların bu seçimlerde oy kullanmasının önemli olduğuna dikkat çeken Erel, herkesin sandığa gitmesi çağrısında bulundu.