Kavramlar yaşanan gerçeklerin üstüne konularak belirlenir. Öyle, soyut veya keyfi değildir. Günümüzün emperyalist sistem gerçeği üzerinden düşündüğümüz zaman da ülkeler arası ilişki şekillenmesinde sömürgeciliğin değişik şekilerine de raslarız. Bunlar uygulamadaki sömürme ve bağımlı ilişkilerin yansıyışıdır. Emperyalist sistem veya daha geneli kapitalizim var oldukça, nasıl ki her alanda genel eşitsizlik kuralı işliyorsa, gelişen ilişkielr de bunun üstüne oturmaktadır. Genel sınıfsal eksen ile ülkeler arası ezen ezilen veya sömüren sömürülen ülkeler gerçeği sistemin adeta olmazsa olmazıdır. Kapitalizimdeki kar gerçeği ayni zamanda da bunu sağlamadaki sömürgeve sınıfsal ezme politikasının da uygulanması demektir.
Son günlerde biri bizde ötekisi Türkiyede iki konu faciya ile rezaletiyle gündemde. Egemen siyasal güçler bunları konuşturtmama peşinde. Baskı ve sansüre ek olarak yalan veya susmak duruşlarıyla da olayları savuşturma peşinde. Türkiyede altı maden arayışı olan Erzincanın iliç bölgesindeki faciya ve K. Kıbrısta ünüversite zincirine şimdi de STB ünüversitesindeki sahte diplomayla başlayıp giderek ayuka çıkan yolsuzluklarla devam etmektedir. Aslında her iki gelişme de hiç sürpriz değildir. Bağıra bağıra, göstere göstere geldi. Ama, en önemli yanlış sapma, konuları ya olduğu gibi aktarmama ile sistemsel nedeni hep kaçırma hamlelerine baş vurulmasıdır. Sonunda Türkiyedeki olan Yeni Sömürgecilik ilişkilerinin maden sömürgeleştirme siyasetinin sadece altın alanındaki iliç yaşananıdır. K. Kıbrıs da ise resmen sömürgeciliğin ilhaklaşma ve defakto değiştirme sürecindeki olanların artık resmen önlenemeyecek gündem oluşdur. Her iki konuda da daha önceden uyarıların gelmesi ve egemen siyasetin adeta görmezden gelme gerçeklerinin yeniden üretilen hayat gelişi olmasıdır.
Bir düşünün; K. Kıbrısta S>T>B ünüversitesinin önce sahte diplomayla artık fışkıran ardından öylesi yağma haberleri nakıyor ki bir anlık olay olması mümkün değildi. En paradoksalı şu: birileri çıkıyor ve denetimn veya çare diyor. Oysa bakılıyor ki denetimi yapması gereken hesapta YÖDK bizat kendi başkanının diploması mahkemede. Makamcı ise pişkinlikte üstüne insan tanımama peşindeliğine devam ediyor. Önce pişkin pişkin “beni ilgilendirmez. Bizim konumuz değildir” demeye vardırdı. Zaten şu gerçek K. Kıbrısta hep yaşanıyor ve tekrardan daha göze sokularak tekrardan üretiliyor. Atamaların dahi artık parti gücünden Ankaraya geçtiği döneme rağmen birileri bağırıyor “denetleyin”!
Bir ek daha, daha baştan burada ünüversite anlayışına yanlıştır ifadeleri belirtildi. Seçilen yöntem eğitimden çok rant ve sektörleşmeydi. Elbet iş K. Kıbrıs olunca da yasadışılık kriterlerinin de derinleşeceği kesindi. Baştan beri sahte diploma haberleri gelip geçti. Kazanan rantla bunlar hep örtüldü. Nitekim hiç uzağa gitmeyelim: STB ünüversitesi konusu sahte diplomadan mali yolsuzluk yağması ve artık bizat merkezlerdeki sahteleme belgeler peşpeşe yaılırken, örneğin denetlemesi beklenen YÖDK başkanının da diploması sahte denilerek mahkemelik. Devamı bazı DAÜ yönetinm kurulundan saraya birilerinin sahte diplomaları adeta medyanın kanalarında vurgulanıyor. Dikat edin, konuşulan yerler, önemli birokrat ve yetkili olmaktadır. Bir ünüversite tam da sanal alandan sahte diploma haberleri yuçuşurken, soruşturması devam ederken, onun yöneticilerinden biri hem de direk Türkiye baskısıyla dışişleri makamına oturtuldu. DAÜ batışı veya öteki yerlerdeki benzer sgandallar artık normalleşmenin de ötesine çoktan geççti. Artık üst makamların isimleri piyasada dolaşmaktadır.
Sadece özertlediğim birkaç olay dahi daha baştan yanlış anlatmakla uğraştığımız konuda nerelere gelindiğinin de sonucudur. Üstelik bu yolsuzluk sahtekarlıklardaki pazarlıklar daha konuşulmuyor. Ama, en dikati çeken kendini dahi aklayamayan kesimlerin “sonuna dek gideceğiz” demeleridir. Bir anlamda K. Kıbrısın yasadışılıklarının ilhaklaşma politiğinin örnekleriyle donanıp gidiyoruz. Zaten eğitimleriyle değil de başka olgularla konuşulan ünüversiteler üst alanlarda böylesi durumlarla hayata devam ederken, taşınan öğrencilerin yeri geldiğinde müşteri, başka ihdiyaçta ucuz emek, piyasasına göre insan kaçakçısı kurallarıyla yaşamaya zorlanıyor. Uuyuşturucu ve kaçak çalışmayı da unutmayalım. Bunlar K. Kıbrısın yetmişdört sonrası şekillendirilen sömürgesel ilhak politikasının zehirli meyveleridir.***
Bir başka örnek de buradaki şekilenmeği belirleyen Türkiyeden geldi. Erzincandan altın maden aramasındaki faciya sadece yıkım gegtirmedi. Uzun vadeli Fırat nehrinin zehirlenmesine varacak sonuçların korkuları yaygındır. Türkiyedeki emperyalist maden sömürgeliğin kanıtıydı. Byabancı sermaye buraya geliyor. En vahşi kurallarla maden arıyor. Zenginliği alıp ülkesine getirip işliyor. Örneğin iliçteki altından 24 milyar dolar olacağı bunun sadece 2 milyarı türkiyede kalacağı bilgisi dahi, nedenli korkunç sömürü olduğunu anlatmaya yetiyor. Doğaya verilen zarar veya bölgedeki yıkım öteki tamamlayıcı yıkımlardır. Üstelik, bunlar anlaşmalarla yapıldı. Gereken tetbir ve gelmekte olan tehlike uyarılarına ise yasak ve duymama tutumlarla yanıt verildi. Hat da Sedat isminde bir doğa sever, hapse dahi sokuldu. Uluslararası sermayenin maden sömürü örneği olarak iliçteki felaket önemli örnektir. Zaten sömürgecilik böyle bir şeydir.
Neoliberalizim ile birlikte, birçok kavram özellikle ya yumuşatıldı veya unuturuldu. Sosyalist hareketlerin de etkisiz olması sonucu bunlar uygulanıyor. Hiçbir zaman sömürge veya ilhaklaşma politik isimelr duyulmaz. Faşist eylemler, emperyalist sömürgecilik gerçeği anlatılarına tanık olmazsınız. Tam aksi, yabancı sermayenin gelmesiyle kalkınma ve özgürlük olacağı belirtilir. Daha zehirletici yalan ise yabancı sermayenin gelmesiyle kalkınma olacağının yanına, hukuk ve özgürlük istediği de katılmasıdır. Oysan Erzincan olayı da bize salt sömürgecilik gerçeğini değil, daha ileri gidip sermayenin hukuk ve demokrasi istediği palavrasının da yalan olduğunu acıyla kanıtladı. Üstelik insanlar konuşmasın diye para verip anlaşmanın yapılması da gelen sermayenin nedenli özgürlüğe önem verdiğinin kanıtıdır.
Son olaylardan sömürgeciliğin iki önemli uygulanışına tanık olduk. K. Kıbrısta uygulanan ilhaklaşma politikasının nerelere gelindiğinin aynasıdır. Türkiyedeki Erzincan maden faciyası ise emperyalizmin maden sömürge şekli yanında yeni sömürgeciğin de günümüzdeki uygulanışıdır. Direk ülkeler gelip işkal ederek el koymuyor. Ülkedeki göreceli bağımsız yönetimleri kulanıp onlar sadece sömüreceği alandaki talanı yapıyorlar. Yeni sömürgeciliğin özelikleri ve ilhaklaşma politikasının sömürgesel versyonlarını hayatın iki alanında direk yaşadık. Ama ne yazık adını koymadan yorum yapılması ise özün anlaşılmasına engel oluyor. Buda önemli öteki tehlike noktasını güçlendirir, gelecekte ayni veya benzer konuların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Bakın son dönemde Somadan Ermeneke, Amasradan son iliçe varan maden kazaları denilip aslında cinayet olan, veya özüyle Bergamadan Fatsaya, kaz dağından iliçe nasıl altın yoluyla sömürgeleştirilmennin pratikleriyle yaşadık.
K. Kıbrısa gelince, sadece sektörel ünüversite alanında dahi sahte diploma bilgileri, günümüzde bile YDÖK başlayıp sanal makamcımızın ünüversitesi ve STB bakınca, zincir boşalırcasına gidiyor. Sahtelemede nedense makamcı veya birokratın da olması herhalde tesadüf olamaz. Normal koşullarda nasıl diploma veya sahtekarlıklar serbes bölgeden ünüversite içlerine dek uzanır. Uzanır da bu yolda olanların makam veya siyasi mevki de almalarına engel olunmuyor. Buda sömürgeleşen ilhaklaşma sürecinin kültürel yaşam durumudur.
Kısaca, girişte belirtiğim gibi, emperyalizmi yok sayarsak, sistemin sömüren sömürülen ilişkilerini görmezden gelmeğe devam edersek, sadece önümüze konan veya kaçınılmaz olarak gerçekleşenle, müsaade edilen kadarıyla oyalanırız. Ama, özdeki sömürgeleşme ve kapitalizmi hep kaçırırız.