Bizat yaşadık. Fakat, farkındamıyız, bilmem. Gerçekler hafızadan sildirterek, oluşan boşluğa ya yeni siyasal idolojik olgularla doldurtma veya yok saydırtarak, değerlendirmelere eklenmeme sonuçlarını hep yaşadık ve yaşayacağız. Bu sadece K. Kıbrıs veya Türkiye ile sınırlı değildir. Sistemin özündeki siyasal hafıza oluşturmanın önemli kaçınılmaz tutumudur.
Birçok alanda örnek vermek kolaydır. Nitekim geçenlerde Avrupa gazetesinde müzelerde dahi hafıza boşluğuna geçişim nasıl yalanla doldurtulduğu örnekleri yazıldı. Yine son günlerin Gazze olaylarında foncu kardeşlerimizden bazıları, yaptıkları bol seyahat Avrupa rüzgarıyla da beslenmenin sonucu Gazze sorununda Rusya ve iranın önemli rollerini anlatmaya çalışıyor olmalası da tesadüf olamazdı..
Bu konuda, önemli bazı dönemin hafıza sildirtmenin sorgusuyla devam edelim. Seçtiğim bölüm ikibinden ikibinsekize varan süreçtir. Bilmem hiç dikat etiniz mi: son dönemki ister K. Kıbrıs, ister Türkiye veya genel emperyalist eksen, sorgulama veya değerlendirmelerde ikibinyediye dek olan süreci pek konuşturtmazlar. Sanki olmamış davranış düşüncesi oluşturulur. Yaşananların çoğunun hem de can alıcı noktlar adeta hafızadan yok edildi. Böylelikle günümüzün biriken bilimeslikte önemli boşluk da oluştu. Bunların eksikliği ise yapılan değerlendirmelerden yarına yönelik öngörülerde hep eksikliklerin olmasını sağladılar.**
İsterseniz ikibinden ikibinsekiz sürecinde yukarda sıraladığım üç katagörili alanla önemli bazı durumları yorumlayalım:
Kuzey Kıbrıs veya genel Kıbrıstan başlayalım. Örneğin Kuzeyde sadece Annan planı denilip de “biz evet, Rumnlar hayırla” konuyu dondurtuldu. Sonra da o boşlukla beraber günümüze göre şekillenmeler de oldu. Örneğin AB bizi almadı. İzelasyonlar veya başka kuramlarla resmi idoloji doldurtuluyor. Şikayetnameler de oluyor. Ama, en basitiyle Annan planındaki evet hayır nedenleri, son kavşaktaki oyunlar hiç konuşulmaz. Kafadaki öteki ve ben veya biz haklı onlar suçlu kısgacıyla kelimeler konulup brakıldı.
Halbuki o dönemnin tüm gerçekleri canla kalsa, AB girişinde AB değil de bizat TC toplantısında alınan kararla Kopenhaka imza atmaya Denktaşın gitmediği, gönderilen Tahsinin de orada imza anında kaybolduğu yaşanırlık vardır. Bu yüzden Kopenhak zirvesinde Kıbrıs cumhuriyeti imzalarken, gönderilen Kuzey Kıbrıs temsilcisi kayboldu. Esbiri olsun diye de “tuvalet de saklandı” denildi.
Başka bir nokta, Annan planında Akel güvenlik konseyinden planın uygulanmasının güvencesini istedi. Başta Rusya hayır derken, İngiltere karışmayacağını belirti. Böylelikle Akel evetden hayıra geçti. Yine on günlerde gizli toplantılar yapıldı. En başta Ömer Kalyoncu ve Mehmedali efendi bunu ret ediyordu. Ama ortaya çıkınca da Hristofiyasın istediği zaman ihdiyacına ret denilmesi dahi olayın öyle kolay kolay basit klişelerle gidilemeyeceği de anlaşılır n haldeydi.
Devam edelim, şu günlerde epey konuşulan konu var: mülkiyet satışı… Peki ikinci ganimet dönemi ikibinbeşte hızlanırken neden koltukta kimin olduğu ve izin verildiği bilgisine kimse baş vurmuyor. En önemlisi, Denktaş neden kurşun atmadan teslim oldu soruları da fazla sorulmadı. Sadece özetlediğim ikibin süreöçli bun gelişmeler yok sayılırsa ve sadece “evet hayır” denilirse, yetersiz olacağı kesin.
Bir de Türkiye eksenine genişletelim: Türkiyede Annan planın döneminde devlet içi kırılmalar vardı. Hat da mücadeleler de gerilim yaratıyordu. Müntaz bey Denktaşın Kopenhaka gitmediği gündeki sözleri de çarpıcıdır: “size bir müjde vereceğin gün yakındır” denildi. Benim de tarihi değerlendirmem aynen Ortam gazetesinde şöyle oldu: Amerikaya rağmen askeri darbe olmaz yazısını yayınladım..
İkibinyediye dek Türkiyede AKP planıyla ikilem oluştu. Önemli çelişkiler direk devlet içine dek yanısıdı. AKP seçim kazandıktan sonra batılı emperyalist kesimler onu destekledi. Bazı engeleri de durdurtu. Baykalımn ve Bahçelinin kaktgıları en kritik anda parlemento rakamında katgıyla başarıldı. Nedense, tıpkı bizdeki gibi Türkiyede de ikibinyediye dek olanlar hiç konuşulmaz. Öyle ki ikibin yyedide Erdoğan Anıt anlaşmasının içeriği hala bilinmiyor. Öğrenilmek de istenmedi. Oysa ilgili anlaşma adeta devlet içi denklemin de Erdoğan lehine bozulması demekti. Bunu da yaşayarak gördük.***
İsterseniz bir de dünyadan örnekle konuyu bağlayalım. Özellikle foncu kardeşlerimiz gitikleri eğitim veya seyahat durumlarında hep güncel AB hikayesi ve batının özgürlük emasalarını dinlerler. Aynen buraya da aktarırlar. Halbuki size bir basit örnek verecem: Ortadoğu projesi veya kısatılmış simgesiyle BOP sürecini ikibinsekiz sonrasıyla başlatırlar. Obama dönemiyle derinleştirirler. Libya Tunus Suriye gibi denkleme oturturlar. Tunustaki kendini yakan genç ile faliyete geçtiği söyletilir.
Oysa Ortadoğu projesi 11 Eylül ikizkule saldırıları sonrası başlatıldı. Afkanistan ve Ardından ırak işkaleriyle zemin zorlandı. İşkaler Ortadoğu projesinde beklenen karşılığı vermedi. Hat da bazı Amerikan kesimi dahi “bataklığa” saplandı denildi. Zaman aktıkça da Ortadoğu projesinin ırak ayağı unuturuldu. Hem de tüm yıkım örnekleri olmasına rağmen..
Daha sonra Obama dönemiyle yeniden bölgesel güçlerin de katılımının daha net işkaler ve parçalamalarla rol almalarıyla sürecin başlangıcını belirtiyorlar. Tabi ki foncuların da dilinde olan LübnanlıHizbulahın tehlikeli terörist örgüt hikayesini de istenilen yerden alıyorlar. Oysa Hizbulah ikibinaltıda İsrail işkaline karşı direnerek bu saldırıyı savuşturan bölgenin ilk önemli örgütüydü. Bunun silinmesi için, özellikle Hizbulahı “gerici, yobaz” damgasıyla idolojikleştirip israile saldırma hakı dahi algılatılıyor.***
Yukarda size üç örnek verdim. İkibinyediye dek olanlar hafızadan sildirtilince, şimdi konuştuklarımıza baksanız anlarsınız. Yine önemli eksiklik, ikibinyediye dek olan yedi yılık zaman hafızadan önemli bölümü sildirtilirken, devamında bu birikimle de etkilenen ikibinsekiz finansman krizi ve Rusyanın Gürcistanla geri dönüş hikayesini anlayamazsınız. Durup dururken olmadı. Üstelik ilgili tarih, emperyalist kapitalist krizlerle adeta ABD hegemonyası da kırılmaya başlandı. Bu sentomlarla dünyadaki değişimler de anlaşılmayarak sanki ayni koşulalrla günümüzü konuşma kısırlığına geldik.
Demek ki hafıza kayıbı olunca, bir eksiklik de hep var olacaktır. Hafızanın canlılığı ile birikimle yorumlama geleceği daha iyi okumaktır. Bunu ne yazık biz Kıbrısta çok acı şekliyle yaşayıp da farkına olmama duruşunda yaşıyoruz.onun için Annan planı ve sonrasını doğru değerlendirmenin aciliğini hep hatırlatıyorum. Tabi dinleyen de yok.