yaklaşımlarHalil PaşaKayıp Ağaçlar Adası – Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Kayıp Ağaçlar Adası – Halil Paşa

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Elif Şafak’ın İngilizce kaleme aldığı “The Island of Missing Trees” romanı 2021 yılında basılmış. Romanın 399 sayfalık Türkçe çevrisi iki yıl sonra “Kayıp Ağaçlar Adası” ismiyle yayınlanmış. Yazar, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu, master ve doktora diplomalı. Kitabın girişinde dünyaca ünlü yabancı yazarlarla İngiliz gazetelerinin, Elif Şafak ve romanı hakkında övgülerine yer verilmiş.

Altı bölümden oluşan romanın her bir başlığı, incir ağacı ve ekosistemle ilgili. İncir ağacının gözünden insanlar, doğa ve dünyamız anlatılmış. Ayrıca Kıbrıs’ın İngiliz Sömürge döneminde başlayan ve Kıbrıslıların yaşamlarına dokunan acıklı olaylara, iç savaşta yaşanan şiddetin yalnızca Kıbrıslı Türk ve Elen insanını değil adada yerleşmiş İngiliz ailelerinde yol açtığı travmalara da yer vermiş yazar.

1974 öncesi dönemde başlayıp Eoka darbesi ve Türkiye’nin adaya askeri müdahalesiyle ip gibi kesilen ve sonrasında yeniden başlayıp devam eden, Kıbrıslı Türk Defne ile Kıbrıslı Rum Kostas’ın aşkları çevresinde anlatılmış adanın acılı hikayesi. Bu arada fanatik örgütlerin birbirine düşman kıldığı iki cemaatten iki erkek sevgilinin, Yusuf ile Yogos’un aşkları, işlettikleri lokantalarında sundukları günümüzde unutulmaya yüz tutmuş Kıbrıs yemekleriyle içkilerine de yer verilmiş. Ve aşkları, çatışmaları, cinayetleri, kayıpları, ve yut dışına göçleriyle adalı yaşamı, bir insanın değil ama dalları, gövdesi ve kökleriyle bir incir ağacının şahitliğine başvurarak aktarmış okuruna yazar.

Ağaçlar konuşmasa da, düşünüp yargılamasa da, on hatta yüz binlerce yıldır kökleri, gövdeleri, dalları, yapraklarıyla ekosistemde insanlarla birlikte, insanlara rağmen hayata tutunmayı başarmış, insandan çok daha yaşlı canlı varlıklardır. Hele pek çoğu incir ağacı gibi bazen insanlardan hiç yardım almadan gelişip büyüyüp meyveleriyle de ekosistemin devamına katkıda bulunanların insanlarla birlikte ve insanlar kadar dünyada yaşamaya, konuşmaya ve duygulanmaya hakkı olduklarını anlatan yazarın kaleminde, incir ağacı dile gelip romanın asıl anlatıcısı olur.

Kıbrıs’tan bir dal olarak koparılıp Londra’da ağaca dönüşen incir; kah göç edip yurdundan uzak düşmüş insan gibi dile gelerek; ‘Kıbrıs’ı özlüyorum’ der. Ya da ‘sağlıklı verimli toprak, elmastan, yakuttan daha değerlidir’ (sf.101) sözleriyle de paradan çok doğanın önemini vurgular. Böylece yazar, mevcut kapitalist akla, incir ağacı ve ekosistemin gözünden derin bir eleştiri yöneltmeyi de ihmal etmez.

Sivrisineklerle mücadeleye hasreden Sinekçi Aziz’den de, Fransız Rivierasına benzettiği 1974 öncesi Maraş’a konuk olan Sophia Loren’den Brigitte Bardot’a dönemin ünlü film yıldızlarından da bahseder. Sonra bugüne gelir ve 74 sonrası fotoğraf çekmenin yasak olduğunu yazan tabelalarla çevrili harabeye dönen ve bir ucubeyi andıran Maraş’ın savaşın bir utancı olarak perişan binalarına getirir sözü. Kıbrıs’ta her iki cemaatten savaşın eseri kayıpları da unutmaz.

Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK) çalışanı David’in ‘unutmak incinmelerin şifasıdır’ argümanına, ‘ama ‘iyileşmek için hatırlamak zorundayız’ diyen Defne’nin sözleriyle karşı çıkar yazar. Ve İspanyol iç savaşı sonrasında kayıp sivillerin ailelerinin geçmişi konuşmaktan çok öldürülen akrabalarına bir cenaze töreni verme isteklerini örnek gösterir. Aşırı milliyetçi Rumların öldürdüğü Rum muhalifler ile aşırı Türk milliyetçilerin öldürdüğü Türk muhaliflerin “KŞK’nin ilgi alanına girip girmeyeceğini ve toplumların kendi soydaşlarına karşı işledikleri siyasi cinayetlerle yüzleşmeye hazır olup olmadığını da sorgular.

Sonra yeniden ekosisteme döner ve Kıbrıs’ı anlatırken karıncaların göz ardı edilemeyeceğinden, adanın onlara da ait olduğundan ve adayı herkesten daha iyi tanıdıklarından, hatta kayıpların nereye gömülü olduğunu en çok onların bildiklerini ekler hikayesine.

Roman farklı kimlikleri, milliyetleri, dinleri öne çıkarıp bundan toplumsal şiddet ve düşmanlık, cinayet ve korku üreterek hele de insanların ada gibi küçük bir coğrafyada bölünmüş mekanlarda yaşamaya zorlanmasının yarattığı insanlık ayıbına vurgu yapar. Zaten kitabının daha başında; ‘Dünyanın tel örgülerle bölünmüş’, ‘ayrılmış mekanlar ve ayrıştırılmış toplumlar’, ‘Avrupa’nın son bölünmüş şehri’ (Sf.19) Lefkoşa’nın bu durumunun arkaikliğinin daha çok sürmemesi dileğini, iki sonraki sayfada satır aralarında şu destansı-masalımsı sözcüklerle dile getiriverir:

“Zaman bir ötücü kuştur… mümkün olduğunu düşündüğümüzden daha uzun süre bir kafeste hapsedilebilir. Ama zaman sonsuza dek kontrol altında tutulamaz. Hiçbir esaret sonsuz değildir.”

Adalı yaşamda umut yitiriminin baş döndürücü bir biçimde tırmandığı bugünlerde, yakın tarihimizin yalın ve masalsı anekdotları eşliğinde düşüncemizi rahatlatan bir roman Kayıp Ağaçlar Adası. Okuyun derim. Zamanınız zayi olmayacak, bilgi dağarcığınız biraz daha ağırlaşacaktır.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
330AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin