Senenin sonuna doğru geliyoruz. Tıpkı her yıl olduğu gibi, Aralık ayının ortasından sonra, bizim de direk etkilendiğimiz, tarihi günelrin de yıl dönümüdür. Yakın tarih yaşananlarıyla direk tanık olduğumuz dönemler de artık karşımıza siyasal tarih sayfası olarak geliyor. Elbet, konu tarih hele de yakın dönem olunca, akılda kalan ile resmileştirilen ve daha da önemlisi sildirtilenle hafızadan koparılnlar birlikte tarih yolculuğunda ilerliyor. Siyasal tarih bilim ve resmi siyaset bıçak sırtı yolculuk yapıyor. Geçmişin güncel idolojoklik tabusuna sokulduğu da bizi hem bilimsel hem de tanık olduğumuz alanları da kaybetmemize kolayca yardımcı olur.
Son günler, bana hep yakın tarihteki direk yaşadığım günleri yeniden gözümün önüne getiriyor. Ayni zamanda da bu yaşananlar ve ardından toparladığım ek bilgilerle siyasal günümüze gelişi de yaşarken, birçok konuda unuturma veya yok sayarak banbaşka tarihle de konuşulduğunu da sık sık tanık olma paradoksunda dolanıyorum. Atmışüç yılındaki iki taraf çatışmaları başlangıcı sonucu kIbrıstaki kırılma, Türkiyedeki Maraş katliyamı ile yetmişsekiz yılındaki siyasal sıçrama dönemi ve Doksansonlarındaki yine Türkiyedeki devletin ordusunun iç savaşta en büyük operasyonu olan “hayata dönüş” yaşanırlığı şu anda biraz duyarlı kesimlerin kolayca hatırlayacakları Aralık sonu ve yıl tamamlanması siyasal tarih sayfalarıdır.
Elbet, bunların bazıları idolojik ihdiyaca göre kulanılırken, bazısı da yok saydırtma trenine çoktan konuldu. O dönemin olaylarını teker teker sıralamaya makalem yetmez. Fakat, diyalektik bilen, Marksis yöntemi kulanan ve konuylan alakalı hem yaşayan hem de sonradan toparladıklarıyla, tanıklık ve araştırma ilkesini yaşayan biri olarak, bazı noktaları uyarmak da kendime göre görevdir.
Diyalektik temel bir siyasalaşan kuralı da tekrardan özetlemekle yetinecem. Sakın ha, “şu yaptı, böyle durumlar yaşadık” yüzeysel ama etkin olan anlatılarla olayı geçiştirmeyelim. Hele geçmişi günümüz idolojilkleştirme ile sunuşlara da dikat edelim. Siyasal tarihi izleyen, diyalektik yöntemi kulanan birisi olarak şu önemli ilkeği hatırlatacam: her olayı parçalara ayırmayın. Mutlaka önceden planlanmıştır. Bu planlar uygulandı. Duruma göre saptırma olsa da bunun nedeni siyasal yetersizlik veya bazı dayatmalar sonucu seçeneklerin ötekine geçmekten dolayı yaşandı.***
İsterseniz şu Atmışüç olayına kısa bir konuyla alakalı ilkemizi uyarlayalım. Mutlaka bizim hamasilerimiz ve kimi konuyla alakalı konuşanlar, olayda “şu tetik çekti, bu öldü veya onlar zaten istemiyordu” algılarla olayı anlatacaklar. Karşıta suçlar düzenleyerek, taraftarını da tatmin edip idolojik sıkıştırmada brakama çabaları olacak. Adet yerini bulsundan, idolojik geleneksel davranışla açıklamalar olacaktır.
Halbuki siyasal başkangıç, Atmışüç aralık ayı deyildi. Zaten Kıbrıs cumhurieyti de kurdurtulurken, iç dinamikler deyil bazı dış uluslararası gelişmelere karşılık olarak geçici kurdurtulduğu da akıldan nedense hep sildirtildi. Fakat, yine de konu önemliydi. Nitekim belirli siyasal karara dek işler yolundaydı.
Atmışbir yılında Kıbrıs garantörlerinin istediği ve ona göre hesaplar yaptığı Kıbrıs cumhuriyeti, tam aksi Bloksuzlar blokuna girdi. Makariyos istedi Küçük de aslında kabul ediyordu. Ama, zevahiri kurtarma adına tarafsızmış gibi davrandı. Garantörler buna elbet kızdılar. Öyle kızdılar ki, zaten paylaşılırken Batı Emperyalist blok hegemonasına brakılan Kıbrıs Bloksuz seçkisiyle Küba paranoylı koruyu da tetikledi.
Nitekim ayarlar hemen başladı. Kıbbrıs Türk etkin kontrol güvenlik ağının yani bilinen Bayraktarlığa Kemal COygun atandı. Ayni kriz çalkantıları da genel Kıbrıs cumhuriyetinde de aşandı. Yunanistana gidip silah dahi istendi. Bu kıpırtının örneği ise bombalamalar hemen başladı. Bunu açıklama çabasına giren Kıbrıs Cumhuriyet haftalık gazetesi yazarları da açıklayamadan katledildiler. Benzer örnekler yaşandı. Sonradan Sapri Yirmibeşoğlu uyguladıkları yöntemleri Kıbrıs ayağını da açıkladı.
Daha da gerçeği, Kıbrıs cumhuriyeti vardı ve konuyla alakalı içişleri bakanı görevdeydi. Bu tür iki taraflı provakasyonların üstüne gitmedi. Tıpkı elilerde İngiltere sömürgesi olan Kıbrısta yapılan provakasyonlara İngiltere valisinin gitmemesi gibi. Demek ki olayın temelinde konunun planlandığı gerçeği doğruydu. Öyle doğru ki göstermelik tutuklamalar dahi gerçekleştirilmedi.
Nitekim, Sekiz aralıkta herkesin bilip de bilmezliğe havale etiği örneğin Gönyeli konusunda toplantı yapıldı. Savunma ve çekilme ikilemi tartışıldı. Daha çatışma falan yok. Oysa anlatılar hep kimine göre 21 kimine göre 23 Aralıkta başlayan çatışma adıyla KIbrıstaki ayrışmanın sıçratılma dönemi isimlendirilmektedir.
Bir önemli konu da Bloksuz seçkisinden sonra Türkiyenin buradaki cumhurieyt türk temsilcilerine tam güvenmeme durumu da çıktı. Örneğin, Makariyosun önerdiği vergi deyişim yasaları başta tepki görmedi. Fakat, daha Fazıl Küçük ret etmeden, ozamanki Türkiyenin TRT ratyosundan ret edildiği açıklaması yapıldıydı.
Özetlediğim bu önemli bilgiler bize şunu gösteriyor: başlangıçta da ifade etiğim gibi, önemli konularda öyle şun oldu veya bu bize yapıldıyla siyasal kırılmalar olmadı. Bazı provakasyonlarla başlamadı. Bunların planlaması mutlaka önceden yapıldı. Planlama yapılırken de seçenekler de gözden geçirildi. Makiriyosun Yetmişdörte öldürülmesi de varken, hayat da kalması halindeki B planı da oluşturulduydu. Kıbrıs gibi dış dinamiklerin oldukça etkin olan yerlerde, istesek de istemesek de çoğu planlamalar dış eksenlerle de belirlenmektedir. Atmışüç olayları zaten genel stratejiye uygundu. Elilerdeki Taksim tezi gibi siyasal seçkiler, geniş zamanda oluşum fırsatı bulluyordu. Nitekim Atmışüç olaylarında daha olaylar başlanmadan “Türkiyenin müdahalesini sağlayacak zemin” hep konuşuldu. Bu çoğu yerde de rumlar yunanistanı türkler de Türkiyeği hep vurguladı. Bunu biraz aralanan Kaymaklı Sekiz Aralık tartışmalarında da anladık.
Kısaca, yakın tarihi günleri konuşurken aklımızda bunun neden planlandığını da bilmemiz gerekir. Öyle bir bonba veya birkaç öldürülme lafıyla sığdırmak mümkün deyildi. Eğer Kıbrıs atmışbirde Bloksuzları seçmese ve batının istediği Natoya yönelinse, banbaşka günümüz Kıbrısını konuşacaktık. Ama, hayat devam eder. Tarihin gerçeği de yaşanan gerçekleri yeniden yaşama şansının da olmamasıdır.