Yıl 1978. Sonbahar mevsimi yaşanıyordu. Türkiyede bulunuyorduk. Fakat, Kıbrıs öğrenci yurtlarının kapatılmaması için uğraşlarımız epey artırıldı. K. Kıbrısa gelip eylemler dahi yaptık. Ayni dönemde Türkiyede olmamız, öğrenci yurtlarının kapatılma aşamasında gelinmesi elbet koşulların çok yönlü etkileri de vardı. Çünkü türkiyede inanılmaz faşist saldırılar artıyor. Devlet eksenli adı konturgerila denilen hamleler kitlesel katliyamlara dek geldiydi. Okuların olduğu alanlara bonba atma gibi eylemler giderek normalleşiyordu. Korkunç koşullar sonucu da hayat bizi ordan oraya savuruyordu. Elbet konu yurt sorunu olunca da oradaki bizim “temsilcilikle” de görüşmeler devam ediyordu. Temsilciler bize ısrarla “bu karar Lefkoşada alınmadı. Çok daha yüksek yerde karar verildi. Onun için hyurtlar kapanacak. Biz fazla bir şey yapamayız” diyorlardı. Bizim özellikle de benim düşüncem şuydu: görüşmelere 3 kesim katılıyordu. Devrimci Gurup, dernek yöneticileri ve Ecevitin yörüngesindeki kendine demokratik sol diyen kesimlerdi. Bana göre Ecevitin çocukları toplantıdda oldukça, yurtların tamamen kapısına kilit vurulmayacaktı. Ancak, eğer toplantıya katılan Ecevitci şimdi gazetecilik yapan kişi, toplantıya gelmediği zaman demek ki her an polis saldırısıyla yurtların boşaltılacağı demekti. Bunu hep uyararak dikate getirdim
Elbet her eylem yapan kesim gibi, bizde gümüz oranında bildiri dağıtık. Pankartlar astık. Toplu taşıma araçlarında konuşmalar gerçekleştirdik. Bbenzer eylemler ve birkaç korsan mitink dahi yaptık. Bunun sonunuda da Türkiyeli halka buluşuldu. Öğrencilerle Kıbrıs sorunu da konuşuldu. Bildiri dağıtırken ki bire bir ilişkiler nedeniyle hem Kınrıs sorunu hem de Türkiye anlayışları tartışıldı.
Benim önemsediğim bir tartışma vardı. Beytepede bildiri dağıtırken, hem de faşist saldırılarla olan mücadele de artığı dönemde, Maraşlı İsmail adına birisiyle olan diyaloklardı. Üstelik, İsmail ile ayni siyasal Türkiye devrimci görüşte buluşuyorduk. İsmail bana hep eleştirilerimizde özellikle yetmişdört anlatılarda hata olduğunu ısrarla belirtiyordu. Örnek olarak da mücadele eden birisi olarak polişsin eline düşme yerine askerin eline düşmeği yeylediğini de belirtiyordu. Askerin işkence veya sert tutum yapamayacağını belirtiyordu.
****
Sonbahar iyice siyasal ışıntıyı artıran haberlerle geçimeğe de başladı. Ecevit yönetimdeydi. AET teklifini ise ret etiği bilgisini bana bizat Cumhuriyet gazetesi muhabirleri getirdi. Tabi AET Kıbrıs önerisini de birlikte söylediler. Ecevite AET:: hem Türkiye hem de öteki askeri darbe geçiren dört ülkenin AET üyesi olmasını ve Neoliberale sürece Avrupa ekseninde sancısız geçirmelerini teklif ediyordu. Kıbrıs konusunda ise “Makariyos öldü. Rumlarda da boşluk var. Yunanistan da sorunun çözümüne yakın. Gelin bunu paylaşarak anlaşın”.. Ecevit AET üyeliğini ret Kıbrıs sorununun ise zamanı olmadığını nbelirterek ikisine de ret dedi.**
Türkiye devrimci hareketleri bu gelişme üzerine özellikle Mahir Çayan çizgisindekiler artık askeri darbe olma olasılığının artığı politikasının gündemde olduğunu söylemeğe başladı. Bizler, artık yurtların kapanması an meselesi olduğunu ama moralleri kırmadan durumu anlatma yöntemleri bulmamız gerektiği noktlasına geldik. Nitekim, ilgili bilgileri aldıktan sonra yurdun elektriği kesildi. Telefonu çalışmamaya başladı. Ecevitci gazeteci de temsilcilikteki toplantıya da gelmedi. Olay net idi. Daha günler fazla geçmeden de yurtlar kapatıldı.
***
Türkiye pratiğinde sertleşmeler gelişti. Peşinden ilk önemli kıvılcım Maraş haberleri ile geldi. Üstelik Asker direniyordu. Daha önce Türkeşin açıkladığı talepte direniyorlardı. Ülkeğe sıkı yönetim ilan edilmesi. Bir anda emekli general ve Ecevitin içişleri bakanı irfan Özaydınlı çaresiz kaldı. Jandarmaya sözü geçiyordu. Gözünün önünde Maraş katliyamı yaşanıyordu. Sonuçta Ecevit çaresizce Türkiyede sıkı yönetim ilanını kabul ediyordu. Asker de müdahale ederek, kornkunç katliyamı durduruyordu.
***
Olaylardan sonra Maraşlı İsmail ile karşılaştık. İsmailin birçok yakını Maraşta katledildi. İsmail bana acılarını anlatıyordu. Ben de ona Ordunun Kıbrıstaki hızla ilerleyerek elde etiği “başarıları” sıralıyordum. İsmail sonunda benim anlatmak istediğimi anladı. Maraş gerçeği ile duyulan cunta darbe ve işkal ortaklığının düşğncesinin devletçi militaris ortaklığı itirafını gösterdi. Ne zaman Kınrısla alakalı konuşulurken, orada ben de olduğum zaman şunu da ekliyordu: Ben Maraşı yaşamasaydım, birçok ayle yakınımı kaybetmeseydim, Özkanın dedikleri üzerine nerede ise onu dövme duygusuna dek gelirdim. Ama, Maraş gerçeği bana anlatılan devlet seminerinin nedenli doğru olduğunu da kanıtladı. Devlet ve egemen sınıf gerçeği halkları gerektiği anda katletmekten kaçınmaz. Sıkı hyönetim uğruna Maraşta nice insan katledilerek gerçekleşti. Bunu dış düşman deyil devletin sıkı yönetime gelmesi için yapıldı diyordu. Kıbrısa bu nedenle artık başka gözle bakıyorum demekteydi. Hele 12 Eylül sonrası kafasında olan polis asker ikileminin de kurumsal farklılık dışında başka bir şey olmadığını da faşizim ekseninden anladı.
İşte size Maraş katliyamı ve Kıbrıs eksenli bir anı özeti. Boşuna deyil bir maraşlının “ordu beşparmak dağlarını 3 günde aştı. Ama Maraşa beş günde girmeyip katliyama da göz yumdu” demedi.